19 Eylül 2024 Perşembe

Krize ve seçimlere sınıf içi savaşlardan bakmak

Erdoğan'ın merkez bankasına müdahale ve faizler konusunda geri adım atmış olması ve küresel sermaye için ?iyi niyetli? bir program açıklaması, emperyalizm açısından programın tutarsızlıklarından ve risklerinden daha önemli görülebilir. Bu da restorasyon hükümeti konusunda daha temkinli davranılmasına yol açabilir. Sermayenin iki bloku da gericidir. Emekçilerin gözünden bakmaya çalışıp, birini diğerine tercih eden yaklaşımlar aynı yıkımla karşılaşacaklardır. Emekçi halkların yararına olacak tek program işçi ve emekçilerin mülksüzleştirmesi sürecini tersine çevirecek bir programdır.
Merkez Bankası aldığı önlemlerle kur artışının getirdiği yıkımın daha da büyümesinin önüne “şimdilik” geçmiş gözüküyor. Önce faiz 3 puan arttırıldı, arkasından dolar ihalesi yapıldı, sonra reeskont faizlerinde kur sabitlendi, yetmedi, faizlerin 1,5 puan daha arttırabileceği açıklandı. Erdoğan'ın en çok korktuğu şey de buydu. Zira doğrudan temsilcisi olduğu ve asıl faaliyet alanı inşaat olan Konya-Kayseri burjuvazisi (MÜSİAD) epeydir yükselen malzeme maliyelerine karşı daralan konut talebinin oluşturduğu makasın altında ezilirken, faizlerin 4,5 puan artması ev kredilerini daha da pahalı hale getirerek, konut talebini durma noktasına getirebilir. Yüksek faiz yatırımlarda da sorun yaratıyor. Yüzde 27'lere çıkan kredi maliyetleri kârlı yatırım yapılmasını neredeyse imkansızlaştırıyor.
 
Erdoğan'ın faizler üzerinde bir tasarrufta bulunamamasının sebebi emperyalist kapitalizmin demirden kanunlarıdır. Erdoğan'ın ve dolaysızca temsil ettiği sermaye blokunun da üzerinde yükseldiği bu varlık zemini merkez bankalarının siyasi iktidarların değil, uluslararası mali sermayenin hareketleri doğrultusunda faiz belirlemesini gerektiriyor. Kapitalist olmayı sürdürecekse, Erdoğan bu kurallara uymak zorundadır. Uyuyor da...
 
TEKELLEŞME VE İŞBİRLİKÇİLİK YARIŞI
 
Erdoğan'ın kapitalist üretim tarzı içerisinde kalarak bu cendereden çıkışının tek yolu, kendi burjuva blokunu hızla tekelleştirmek ve yeni işbirlikçi blok olarak emperyalizme sunmaktan geçiyor. Bunun farkında olan Erdoğan iktidara geldiği yıllardan bugüne bunun için uğraşıyor. Ancak müteahhitlerden sanayi tekelleri yaratacak sermaye birikimini sağlamak için 16 yıl çok kısa bir süre. 
 
Erdoğan, kendi sermaye blokunun birikim modelini yıllar boyunca hızlı sonuç alıp kolay rant dağıtabileceği inşaat sektörü üzerine kurdu. Kamu ihaleleri hep MÜSİAD'a aktı. Özellikle son 3 senedir MÜSİAD'a yönelik hızlı bir kalkındırma hamlesine girişti. Bir yandan kamu ihalelerini MÜSİAD'a akıtmaya devam ederken, rejim krizi ile bağlantılı olarak gelişen askeri-sınai kompleksi de MÜSİAD'ın hizmetine sundu. İhtiyaç duyulan yüksek teknoloji üretimini bu kanaldan geliştirmeye çalıştı. Son “Süper Teşvik Paketi” ile bu sermaye grubundan 19 firmaya 21 yüksek teknoloji üretim projesi için 135 milyar TL kaynak aktardı. Ama ne yapılırsa yapılsın, bu sermaye blokunun büyüklüğü mevcut işbirlikçi-tekelci sermaye bloku TÜSİAD'ın gücüne, büyüklüğüne ve bağlantılarına erişemedi, doğal olarak.
 
Mali-ekonomik sömürge programının temellerinin atıldığı 10 yılı aşkın süre boyunca iki sermaye blokunun çıkarları büyük oranda örtüşüyordu. Yabancı sermayenin doğrudan ve portföy yatırımları ile ülkeye girmesi, gümrük duvarlarının kaldırılması, sosyal devletin maddi zemininin özelleştirmelerle oyulması, emeğin esnek ve güvencesiz hale getirilmesi, aynı sınıfın üyeleri olarak hem TÜSİAD'ın hem MÜSİAD'ın çıkarınaydı. Erdoğan arkasındaki güçlü desteğin maddi temeli de buydu. Ancak kapitalizmin genel krizine bağlı olarak azalan kârlar, artan yükler ve kapitalist üretimin dönüşüm ihtiyaçları iki sermaye bloku arasındaki çelişkilerin daha da su yüzüne çıkmasına yol açtı.
 
ORTAK ÇIKARLAR
 
Bugün TÜSİAD'ın (ve onun sözcüsü olan CHP'nin) hükümete yönelik güncel eleştirisi iki noktada yoğunlaşıyor. Birincisi, her fırsatta önemli olanın faizlerin değil, enflasyonun düşürülmesi gerektiği vurgulanıyor. Enflasyonu oluşturan başlıca etkenin kamu harcamaları olduğu söylenerek, kamu eliyle MÜSİAD'ın fonlanmasına ve kayırılmasına son verilmesi isteniyor.
 
Bu blokun bir diğer baskısı da kapitalist üretimin dönüşüm ihtiyaçları çerçevesinde ekonominin altyapısının Sanayi 4.0'a uyumlu hale getirilmesi. “Dijital Dönüşüm Programı” olarak adlandırılan bu program, şirketlerin ticaret, üretim ve dağıtım sistemlerinin dijitalleşmesi ve işgücünün azaltılması yoluyla sermayenin organik bileşiminin yükseltilmesi hedefinde somutlanıyor. Burjuvazi, Türkiye'nin entegre olduğu dünya pazarından dışlanmaması ve mali-ekonomik sömürge düzeyinden daha da geri düşmemesi için bu programı hayata geçirmek zorunda. Ancak Erdoğan kendi sermaye grubunu büyütme derdine odaklanmış olduğundan, bu “ortak” hedefe yeteri kadar odaklanılmadığı eleştirisini beraberinde getiriyor.
 
EMPERYALİZMİN SEÇİMİ
 
Özetle, bir bütün olarak yerli burjuvazinin çıkarına olan, elbette bu dönüşümün sağlanmasıdır. Ancak doğrudan iktidarda olan blok, sermayenin geri kalmış blokudur ve bu dönüşümden sağ çıkabilmesi için önce büyütülmesi gerekmektedir. Kapitalizmin genel krizinin rejim krizi ile üst üste binmesi bu ihtiyaçların daha fazla çatışmasına ve siyasi iktidarın merkez bankası özerkliği gibi emperyalist kapitalizmin kırmızı çizgilerini çiğnemeye “yeltenmesine” dahi yol açmaktadır. Tabii ki beyhude bir çabadır bu. 1. Londra Seferi sonrasında gördüğümüz gibi de hızlı bir geri çekilmeyle ve biat tazelemeyle sonuçlanmıştır. 
 
Uluslararası tekeller ve mali sermaye oligarşisi açısından tüm mesele “oyunun kuralları içerisinde” bu dönüşümün bir an önce sağlanması olduğu için, bloklar arası iktidar rekabetinde Erdoğan ile veya bir restorasyon hükümeti ile devam etmek de seçenekler arasında bulunuyor. İki blokun da farklı avantajları var. TÜSİAD grubu yüksek sermaye birikimi, entegrasyona koşulsuz bağlılık tecrübesi ve yüksek dönüşüm arzusuna sahip. Öte yandan MÜSİAD bloku dolaysız olarak iktidarda. Ayrıca gözü kara ve faşizm ile işçi sınıfının ve ezilenlerin devrimci kabarmalarını baskılamakta çok daha mahir.
 
ERDOĞAN'IN BEYANNAMESİ
 
Erdoğan bu çıkmazda yine dengeci bir politika izlemek zorunda kaldı. Bir yandan “Türkiye'yi bir anonim şirket gibi yönetmek istediğini” ve “Piyasa kurallarından taviz verilmeyeceğini” söyleyerek emperyalizme, onun temel kurumlarına dokunma planından vazgeçtiğinin güvencesini veriyor, diğer yandan da avantajlarını sıralayıp gücünü hatırlatıyor. Tabii bunu yaparken de kendi sermaye blokunun gelişimini gözeteceğini ısrarla vurguluyor. Erdoğan'ın seçim beyannamesi bu açıdan analiz edildiğinde, TÜSİAD'ın kozunu elinden almak için dijital dönüşümün liderliğine soyunulduğunu görebiliyoruz. Beyannamede “Dijital Türkiye” başlığı altında “Yeni dönemin ayırt edici vasıflarından olan dijitalleşmeye özel bir önem veriyoruz ve Dijital Türkiye’nin vaktinin geldiğine inanıyoruz” denilmiş ve yol haritasını detaylandırmış. Yükselen faizlerin MÜSİAD blokuna yaşatacağı yıkımın önüne geçmek için ise para politikasına doğrudan müdahalede bulunmaktan ziyade “katılım bankacılığı” diye adlandırılan faizsiz finans sisteminin geliştirileceği söylenmiş. Peki, bunlar emperyalist merkezleri ikna edici söylemler mi?
 
Erdoğan'ın dijital dönüşümdeki rantı sermaye blokları arasında TÜSİAD'ın arzu ettiği gibi dengeli dağıtacağını düşünmenin bir gerçekliği yoktur. MÜSİAD devlet tarafından beslenmeye devam edilecektir. Bu da dönüşümün sağlığını riske atan bir durumdur. Öte yandan, yüksek faiz maliyetlerinin dini motivasyonlarla halktan toplanacak düşük faizli mevduatla azaltmayı amaçlayan faizsiz finans dümeninin bu blokunun derdine derman olabilecek bir büyüklüğe erişmesinin de imkanı yoktur. Yani faizler konusunda Erdoğan daha atak davranmak zorunda kalacaktır. Ancak Erdoğan'ın merkez bankasına müdahale ve faizler konusunda geri adım atmış olması ve küresel sermaye için “iyi niyetli” bir program açıklaması, emperyalizm açısından programın tutarsızlıklarından ve risklerinden daha önemli görülebilir. Bu da restorasyon hükümeti konusunda daha temkinli davranılmasına yol açabilir.
 
EMEKÇİ HALKLARIN ÇÖZÜMÜ NASIL OLMALI?
 
İşçi sınıfı ve ezilenler açısından bakıldığındaysa ne Erdoğan'ın “Milli burjuvazisinin” palazlandırılması ne de emperyalizmin yeni üretim sistemine tam entegre olunması ilerici bir adımdır. Sermayenin iki bloku da gericidir. Emekçilerin gözünden bakmaya çalışıp, birini diğerine tercih eden yaklaşımlar aynı yıkımla karşılaşacaklardır. Zira bu blokların siyasi temsilcilerinin arasındaki tek fark dönüşümün rantının nasıl dağıtılacağı noktasındadır. Özünde aynı olan iki dönüşüm programının bize getireceği şey ise reform adı altında işsizliktir, yoksulluktur, sosyal güvenlik kırıntılarının dahi süpürülmesidir, IMF programıdır.
 
Emekçi halkların yararına olacak tek program işçi ve emekçilerin mülksüzleştirmesi sürecini tersine çevirecek bir programdır. Böyle bir mülksüzleştirme programı somut olarak dış borç ödemelerinin durdurulmasını, artan oranlı bir vergi sisteminin uygulanmasını, sermaye kesimlerine aktarılan hibe, teşvik, kredi ve fonların geri çağrılmasını, özelleştirilen fabrikaların tekrar kamulaştırılmasını gerektirecektir.