Komünist T-34 üyeleri yaşadıklarını aktardı
Deprem bölgesinde çalışmalara katılan, hukuksuzca gözaltına alınan ve sınır dışı edilen Yunanistan'daki komünist işçi örgütü T-34 üyeleri yaşadıklarını aktardı. Hükümetin insanları kurtarma derdinde olmadını, askerlerin çalışmaya katılmadığnı aktaran gönüllüler, hümanizm duygsuyla değil enternasyonal dayanışmayla deprem bölgesinde olduklarını söyledi.
6 Şubat'ta meydana gelen Maraş merkezli depremlerin ardından arama-kurtarma çalışmalarına katılan Yunanistan'da faaliyet yürüten T-34 üyeleri önce gözaltına alındı, ardından da sınır dışı edildiy vizelerine el kondu. Yunanistan'daki komünist işçi örgütü T-34 üyeleri Panagiotis Masouras, Michalis Panagiotopoulos ve Alexandros Bazoras Antakya'da maruz kaldıkarını anlattı. Terörle Mücadele polislerinin yasal belgelerine rağmen göçmenlerin tutulduğu bir gözaltı merkezine götürülerek sınır dışı edildiklerini kaydetti.
Gönüllüler Masouras, Panagiotopoulos ve Bazoras, 12 Şubat günü dayanışmak için Antakya'ya geldiklerini, iktidar yanlısı medya “Yunanlılar düşman” algısının yaratılmak istendiğine dikkat çekerek şöyle dedi: “Medya bize birçok kez Yunanlıların düşmanımız olduğunu söylüyor ve hükümet onların düşman olduğunu söylüyor. Ama burada hükümetin değil Yunan gönüllülerin bize yardım ettiğini görüyoruz” dedi
'HÜKÜMET İNSANLARI KURTARMAK İÇİN ÇALIŞMADI'
Documetnonews'e çok etkilendiklerini aktaran üç gönüllü hükümetin tüm yabancı kurtarma birimlerini geri çekmesinin anlaşılmaz olduğunu kaydetti, "Türkiye hükümetinin bu arama kurtarma ve enkaz kaldırma süreçlerini farklı kaygılarla yönetmeye çalıştığını düşünüyoruz. Yerle bir olmasına sebep olduğu şehirde son ana kadar herhangi bir arama kurtarma çalışması yürütmedi. Yakınlara gömecek birilerini bulması için cenazeleri ayırmak ve kaldırmak amacıyla enkazlara müdahale etmek yerine, insan cenazeleri de dahil olmak üzere her şeyi molozlarla birlikte kaldırıp götürme yöntemini tercih ettiler. İş makinalarının çapalarını gördük, molozları kazarken vücut parçalarını da yanlarında götürüyorlardı. Bir direk ya da kirişin yanı sıra bir bacak ya da bir kol da alıyorlardı" dedi.
Yalnızca cansız bedenleri enkazdan çıkardıklarını dile getirenYunan gönüllüer, "İnsanlar çalıştığımız yerde bekliyor ve bize talimatlar veriyordu. Enkazdaki yerleri gösterip 'işte bu benim kızım, işte bu benim oğlum' diyorlardı. İşte, bu kız kardeşimin kanepesi' diyorlardı" ifadelerini kullandı. Çalışırken ve kazarken bir noktada çapa bir moloz parçasını açtı ve oradan çok güçlü bir koku geldi.
'ASKERLER KURTARMA ÇALIŞMALARINA KATILMADI'
Askerlerin alanda olduklarını ancak kurtarma ve tahliye çalışmalarına yardım etmediklerinin altını çizen gönüllüler, şöyle aktardı: "Hiçbir şey sunmadılar. Devriye geziyor ve az sayıdaki kurtarma ekibinin çabalarını denetliyorlardı. Bir ceset bulduğunuzda, onu yakınlarına teslim etmeden önce ordunun gelip fotoğrafını çekmesi gerekiyordu. Biz çalışırken ordu her zaman tepemizdeydi ve bizi izliyordu. Hiçbir şey yapmıyorlardı. Yiyorlar, içiyorlar, devriye geziyorlardı. Geceleri silah sesleri duyardık ve sabahları etrafta dolaşırken mermi kovanları bulurduk."
'SÖZDE RASTGELE KONTROLLE DURDURULDUK'
Yunan gönüllüleri altı gün Antakya'da kaldıktan sonra 18 Şubat'ta terörle mücadele polisi tarafından gözaltına alındı. Yunan gönüllüler yaşadıklarını şöyle anlattı: "Altıncı gün, ilk günkü gibi enkazlarda çalışma yapmaya giderken, Türk terörle mücadele polisi tarafından sözde rastgele bir kontrolle durdurulduk. Ancak sonradan öğrendiğimize göre ekip İstanbul'dan özellikle bizim için gelmişti. Evraklarımızı, cep telefonlarımızı, kimlik kartlarımızı ve vizelerimizi aldılar. Hatta kontrol yapan ekipteki kişilerden biri o andan itibaren ortadan kayboldu. Bir süre sonra bunun bir operasyon olduğunu anladık. Altı araçla bizi aldılar ve konvoy halinde Antakya polis karakoluna götürdüler.”
'ÇEVİRMEN YOKTU'
Çağdaş Hukukçular Birliği başkanı ile yanlarında polis olmadan konuşmalarına izin verilmediğini ve kendileriyle birlikte gözaltına alınan Halk Cephesi üyesinin tercümanlık yaptığını kaydeden gönüllüler, "Bizden cep telefonlarımızı açmamızı ve tüm kişisel verilerimize erişim izni vermemizi istediler. Biz reddettik. Kısa bir süre sonra bizi Adana'ya, bir göçmen gözaltı merkezine götürmeye karar verdiler. Oraya vardığımızda gördüğümüz manzara beş altı metrelik duvarlar, dikenli teller, parmaklıklı pencereler, sıradan bir hapishaneydi. Kimseyle iletişim kuramıyorduk. Kimse İngilizce konuşmuyordu. Normal hapishane giriş kontrolüne, aramaya, zorbalığa ve Türkçe söylenen -muhtemelen en kötü- laflara maruz kaldık. Eşyalarımızı, paramızı aldılar ve ayakkabı bağcıklarımızı çıkarttırarak attıkları bir hücrede battaniye, çarşaf dağıtarak bize 'Burada kalacaksınız' dediler. Bir çevirmen istedik, bir avukatla, elçilikle, konsoloslukla iletişime geçmek istedik - hiçbir şey yok. İnsan kaçırma olayı gibiydi. Biz hem Yunan hem de komünisttik, böyle kötü etiketlerimiz vardı" dedi.
'TÜRK DEVLETİNİN YARDIMINIZA İHTİYACI YOK DEDİLER'
M. Panagiotopoulos, "O an bir hücrede yataklarımızı yapıyorduk ve kimsenin nerede olduğumuzu bilip bilmediğini bile bilmiyorduk" derken, diğer ikisi, üçünün birlikte kalmasının psikolojilerinde belirleyici bir rol oynadığını ekledi: "Yaptığımız enternasyonalist dayanışma bağlamında bilinçli bir siyasi tercihti. Çok sakindik. Kararlıydık. Türk devletinin komünistlere, farklı ve muhalif seslere nasıl davrandığına dair aklımızda bir resim vardı ama böyle bir şey hayal etmemiştik."
Gözaltında yanlarına gelen müdürün kendilerine Türk devletinin artık hizmetlerine ihtiyaç duymadığını ve ayrılmaları emrettiğini aktaran Bazoras, "Müdür bize, Türk devletinden hiçbir şey istemediğimizi, hiçbir şikayetimiz olmadığını, ayrılmak dışında genel olarak hiçbir şey talep etmediğimizi belirten bazı evraklara imzalamamız için baskı yaptı. Biz de imzalamayacağımızı ve şikayetçi olduğumuzu söyledik. Biz kurtarma ekibiyiz, gönüllüyüz ve cezaevindeyiz (gözaltı merkezi)” dedi. Gece geç saatte ancak ailelerine bilgi verebildiklerini sabah 05,00'te de çıkma talimatı verildiğini söyleyen gönüllüler, "Bize eşyalarımızı verdiler ama vizelerimizi yok ettiler. Var olmadıklarını söylediler. Müdürün ofisinde bir kağıt yığınının üzerinde bir tanesini gördük. Müdüre onu göstererek diğer ikisinin nerede olduğunu sordum. 'Onlar yok', diye cevap verdi. Büyük bir gürültüyle üçüncüsü de ortadan kayboldu” ifadelerini kullandı.
'VİZELERİMİZE EL KONDU'
Daha sonra askeri bir nakliye uçağına bindirilerek İstanbul'a götürüldüler ve uçuş boyunca sırt üstü yatarak sınır dışı edildiklerini, kelepçelenmek istendiklerini ancak reddettiklerin de ekleyen gönüllüler, "Havaalanına beş altı asker ve zaten orada olan iki amirle birlikte vardık. Amire sınır dışı belgelerinin nerede olduğunu sorduk. 'Ne belgesi? Kağıt falan yok' dedi. 'Yani varlar ama yoklar gibi mi?' diye sorduk. 'Evet, hiç olmamış gibi' diye cevap verdi. Bu ne küstahlık” diye tepki gösterdi.
'HÜMANİZMLE DEĞİL ENTERNASYONAL DAYANIŞMAYLA ORADAYDIK
Deprem bölgesine gittikleri için pişman olmadıklarını kaydeden gönüllüler şöyle devam etti: "Enternasyonalist sınıf dayanışması bağlamında oraya gitmeye ve Erdoğan'ın adi politikalarının sonuçlarını yaşayan Türk halkına ulaşmaya güçlü bir ihtiyaç hissettik, Oraya kısır bir hümanizm duygusuyla gitmedik, tamamen siyasi saiklerle hareket ettik. Türk halkına hangi noktadan ulaşacağımızı biliyorduk. Bizler gönüllüyüz, bizler komünistiz. Sınıfımızın nerede acı çektiğini ve sınıfımızın hangi sorunlarla karşı karşıya olduğunu biliyoruz."
SURİYE İÇİN ÇAĞRI
Son olarak, Suriye'ye bir doktor ya da insani yardım göndermeyen AB'nin ikiyüzlülüğüne dikkat çeken gönüllüler "Hakların Avrupası bir sahtekarlıktır. Bütün bir halkı yalnız bıraktılar" dedi.