22 Kasım 2024 Cuma

Kızgın demir yakmadan

31 Mart seçimlerinde bir kez daha gördüler ki, kaybediyorlar. Ya duruma teslim olacak ya da faşist saldırganlık hattından ilerleyerek devrimci demokratik cepheyi teslim almayı umut edecekler. Söylenebilecek olan iç savaş koşullarının olgunlaşma eğilimi içerisinde olmasıdır. Sürece yön verecek olan şey, saray rejiminin saldırıları kadar antifaşist direnişin çapı ve yaygınlığı olacaktır.
"İç savaş çıkarsa çıksın, ezer geçeriz." Faşist saray rejiminin şefi Erdoğan, yakın tarihteki bir konuşmasında rejimin yönelimini böyle dile getiriyordu. Bu, asla bir söz yığını ya da faşist şefin hasımlarına vermek istediği "gözdağı" olarak düşünülmemeli. Aksine saray rejiminin bütün hazırlığı halihazırda uygulamada olan faşist saldırganlık siyasetini derinleştirme ve karşı cepheyi ezmeye odaklıdır. Bu görüş açısıyla hareket eden saray rejimi, yasal mevzuatı da bu yönelime göre örgütlemiş bulunuyor. Ancak bu hazırlığın "yasallıkla" sınırlı olmadığı herkesçe malum. Siyasi operasyonlar, kitle katliamları ve silahlandırılmış paramilter kuvvetler, saray rejiminin hazırlıklarını tamamlayan diğer sacayaklarıdır.
 
EY KILIÇDAROĞLU, HİZAYA GEL!
 
Ankara’da gerçekleşen askeri cenaze töreni ve bu törende Kılıçdaroğlu’nu hedefleyen saldırının ardından "iç savaş" ve "provokasyon" tartışmaları hızlıca öne çıktı. Medyası ve kurmaylarıyla faşist ittifak cephesi, saldırının ardından ikili bir söylem geliştirmişe benziyor. Bir yandan sükunet daveti yaparken diğer taraftan da "teslim olun yoksa ezeceğiz" mesajını yineliyorlar. Saldırıya uğrayan burjuva muhalefetin "itidal" çağrılarıysa saray rejiminin kopardığı gürültüde kayboluyor.
 
Elbette  Kılıçdaroğlu, burjuva muhalefetin ve dahası devlet içindeki bir geleneğin temsilcisi olma hasebiyle sembolik bir isim. Ancak saldırının manası biraz daha derin. Çünkü faşist saray rejimi, Kılıçdaroğlu ve CHP’yi hizaya getirmek istese de asıl amaç devletin beka sorununa çözüm getirmek  ve beka sorunun müsebbibi devrimci-demokratik cepheyi tasfiye etmektir.
 
Bu amaç uğrunda kenetlenen faşist ittifak "gerçek düşmanıyla" uğraşırken burjuva muhalefetin oyunbozanlıklarıyla uğraşmak istemiyor. Kılıçdaroğlu'na yönelik saldırıdan bir kaç saat önce "İstanbul beka sorunudur" diyen Bahçeli, tam da buna işaret ediyordu. Yaşananlar tamamıyla faşist diktatörlüğün yapısal ve tarihi hareket biçimine özgüdür. Egemenler, devrimci demokratik cephe ile girdiği her mücadele döneminde sorunsuz bir cephe gerisi arzulamaktadır.
 
Hatırlayalım, '74-'80 devrimci yükseliş dönemi aynı zamanda yoğunlaşan sivil faşist saldırılar dönemidir. Gelişen ve kitleselleşen devrimci kitle hareketini durdurmak için faşist diktatörlük bu yöntemi kullanmıştır. Kontrgerilla denetimindeki namlular, devrimci demokratik kitlelere yönelik saldırganlığı azıya almadan evvel dönemin CHP Genel Başkanı Ecevit ve CHP mitinglerini hedeflemiştir. Burjuva muhalefet liderine dahası devlet içindeki bir kuvvete saldıracak denli kudretli olduğunu göstermek isteyen faşist diktatörlük ve kontrgerillası, bu yolla kitlelerde yılgınlık yaratmayı amaçlamıştır.
 
Ancak, Ecevit’e "kontgerilla yoktur" dedirtmeyi başaranlar aynı başarıyı devrimci kitle hareketi karşısında gösterememiş, halklar antifaşist direniş çizgisinde saflaşmıştır.
 
REJİM KRİZİ
 
Saray rejiminin halklarımıza yönelik iç savaş tehditleri yeni değil. Uzunca bir zamandır AKP kurmayları, havuz medyası ve bizzat Erdoğan  bu vurguyu yineliyor. O da tıpkı faşist diktatörlüğün tarihsel deneyimlerinde olduğu gibi, devrimci demokratik hareketi bu yolla yenebilmeyi amaçlıyor. Kuraldır, devrimci demokratik mücadele karşısında mevzi kaybeden ya da daha derinden varlık krizinin içerisine sürüklenen rejim, faşist saldırganlığa ve bu yolla da iç savaşı olgunlaştırmaya yönelir. 60’lı yıllardaki  gençlik mücadelesinin ve 70’li yılların kitle hareketinin bu yolla teslim alınmak istendiği hatırlansın.
 
Faşist saray rejiminin  takip edebileceği başkaca bir yol da gözükmüyor. 31 Mart seçimlerinde bir kez daha gördüler ki, kaybediyorlar. Ya duruma teslim olacak ya da faşist saldırganlık hattından ilerleyerek devrimci demokratik cepheyi teslim almayı umut edecekler. Söylenebilecek olan iç savaş koşullarının olgunlaşma eğilimi içerisinde olmasıdır. Sürece yön verecek olan şey, saray rejiminin saldırıları kadar antifaşist direnişin çapı ve yaygınlığı olacaktır.
 
MHP’NİN ROLÜ
 
Saray rejiminin doğrudan kendisine bağladığı -faşist-politik İslamcı- paramiliter kuvvetlerin varlığı biliniyor. Bu kuvvetler çoktan gerekli eğitimleri almış ve silahlandırılmış durumda. Ancak bu durum faşist rejimin nazarında MHP’yi değersizleştirmiyor. Aksine faşist partinin varlığı rejim için daha tayin edici bir nitelik arz etmekte. Bu, biri güncel diğeri tarihsel iki sebepten ötürü böyledir.
 
Tarihsel olarak MHP’nin varlık hakkı "devletin bekasını" korumak ve buna uygun konumlanmaktır. Aksi her politik yönelim, onun için misyon kaybı anlamına gelir. Devrimci demokratik mücadeleyi sokakta teslim almak ve Türkiye halklarını milliyetçi bir çizgide ve tabi ki devlet cephesinde saflaştırmak amacıyla kurulan MHP, devletin dönemsel ihtiyaçlarına göre şekil almayı bilmiştir.
 
İkinci ve güncel olarak söylenmesi gereken ise faşist saray rejiminin MHP  ile ittifaka mecbur olmasıdır. Kendi siyasi varlığıyla güç kaybetmekte olan AKP, faşist rejimi sürdürülebilir kılmak amacıyla bu ittifak zeminine daha güçlü bağlanacak. 31 Mart vesilesiyle bir kez daha görüldü ki MHP, bu ittifakın karlı tarafındadır. İnisiyatifini güçlendirmek ve sarayı kendisine mahkum etmek için sokakta da etkin bir karşı devrimci kuvvet olacağından kimsenin şüphesi olmasın.
 
Kılıçdaroğlu’na saldıranların bozkurt işareti yapması tesadüf olmadığı gibi, Bahçeli’nin antikomünist söylemlerle bezenmiş konuşmasında "kendine yumruk attıracak kadar ne yaptın" demesi de boşuna değildir.
 
'İTFAİYECİLİK DEĞİL, ATEŞ TAŞIYICILIĞI’
 
Faşist diktatörlük eliyle örgütlenen saldırıların CHP’ye sabitlenmeyeceği faşist saldırganlığın devrimci-demokratik cepheye yöneleceği bilinmelidir. Egemen sınıflarca demagojik ve korkulası bir kavrama dönüştürülen "iç savaş" olgusu, Türkiye-Kürdistan birleşik devriminin gelişim çizgisidir. Devrimci demokratik cephe "toplumsal gerginliği" azaltmaya ya da "demiri soğutmaya" değil antifaşist direnişe yoğunlaşmak zorundadır. Baran Serhat’ın deyimiyle günün görevi "itfaiyecilik değil, ateş taşıyıcılığıdır." Gerici bir iç savaş yoluyla halklarımızın özgür ve birleşik geleceğini boğmak isteyenlere yanıt vermenin yolu, bu girişimi devrim için savaşa dönüştürmektir. Aksi her hareket tarzı ezilenlerde hayal kırıklığı ve egemenlerin korku stratejisinin gelişip serpilmesinden başka sonuç vermeyecektir. Korkunun itidalle değil cesaretle yenilebileceği unutulmamalıdır.