22 Kasım 2024 Cuma

Kırk satır mı, kırk katır mı?

Döviz kurunun art arda sıçrayışları, tekelci patronlardan birçoğunun itirazları ve emekçilerin "geçinemiyoruz" çığlıkları arasında, faşist şef yeni bir iktisadi-mali paket açtı. Paketin içinden, sermayeye yeni vergi indirimleri ve ucuz kredi dilimleri, ihracatçı patronlara kur farkını telafi ödemeleri, lira cinsi mevduat sahiplerine döviz kurundaki artışa endeksli kazanç güvenceleri ve ekstra kamu borçlanma senetleri çıktı. Tabii bir de, serbest piyasa kurallarından asla taviz verilmeyeceği yeminleri.

Hesapta, döviz kurundaki seri şoklar bu paket sayesinde kontrol altına alınacak. Bahsi geçen bütün ödemelerse hazineden yapılacak. Daha anlaşılır şekilde söylersek, faşist saray devletinin bütçesi bir kez daha patronların ayaklarının altına serilecek. Dolardaki yükselişin zenginin kasasından eksiltmemesi için devletin mali imkanları patronlar sınıfına daha hızlı akıtılacak. Bu arada, paket uyarınca patronlar sınıfına yapılacak ödemeler için enflasyon pahasına bol miktarda para basılacak. Kapitalist devletin aslolarak emekçilerden topladığı vergilerden meydana gelen bütçesinin tamamen sermayedarların hizmetinde olduğunun taptaze bir kanıtı daha! Enflasyonun hayat pahalılığı olarak esasen emekçileri vurduğunun apaçık bir kanıtı daha! Devlet bütçesi de, enflasyon da emekçilerden sermayedarlara kaynak aktarmanın birer mekanizması işte.

Peki, faiz yüzde 14'te tutulurken ama dolar yüzde 44 artmışken, bankada lira cinsi parası olanlara aradaki yüzde 30'luk fark ödendiğinde, bu işlemin adının faiz olmaması neyi değiştirecek? Mevduat faizlerini gerçekte dolarize etmek ve yükseltmek değil mi bu? Ne oldu da faşist şef Erdoğan faizi düşürme politikası dahilinde böyle örtük bir geri adım attı?

Merkez Bankası'nın finans piyasasına dolar pompalamasından beklenen sonucun alınamaması, dolara hücumun ve döviz kurundaki tempolu yükselişin devam etmesi, İstanbul borsasında işlemler askıya alınmasına rağmen dramatik düşüşlerin engellenememesi, emperyalist mali sermaye kuruluşlarınca rapor üstüne rapor yayınlanması, tekelci patronların itirazlarının çoğalması, hasılı gitgide yayılıp derinleşen finansal çalkantı, faşist şefi vites küçültmeye mecbur bıraktı.

Tabii ki, bu vites küçültücü iktisadi-mali pakette işçilerin ve ezilenlerin yeri yok.

Mesela, lira cinsi mevduat getirisinin döviz kuru artışına bağlanması kararına bakalım. Bundan öncelikli çıkar sağlayanlar yüz milyonlarca liralık devasa mevduatların sahipleri, yani zenginler olmayacak mı? Üstelik bu işlem devletin bütçesinden patronun banka hesabına doğrudan bağlanan bir servet aktarım kanalı işlevi görmeyecek mi? Tam da böyle olacak, zaten sarayın salonlarında tastamam bilinçli ve iradi olarak belirlenmiş hedef bu.

Bir de, bankalardaki kabarık hesapları resmen dolara endeksleyen faşist şefin, bundan sadece birkaç gün önce, dolarla ölçülmesine aşağılık bir demagojiyle karşı çıktığı son asgari ücret zammına bakalım. 2021 yılının başında 384 dolara eşit olan asgari ücret, sarayın koca bir yalanla "rekor artış" dediği zammın hemen ardından, yılın sonunda 271 dolara denk geliyor. Faşist saray iktidarı, dört kişilik aile için yoksulluk sınırının 11 bin lirayı bulduğu ve enflasyon oranının yüzde 60'ı geçtiği şartlarda, 4 bin 250 lirayla sefalet ücretinden başka bir şey olmayan asgari ücreti aslında 113 dolar azaltmış oluyor. Ücret tutarındaki rakamı yükselten ama gerçek alım gücünü düşüren bir ucuz işgücü cehennemi girdabı işte.

Aynı gün içinde, MÜSİAD sarayın faiz indirimine odaklı iktisadi-mali politikasına tam destek açıklarken, TÜSİAD kurda istikrar için bu politikadan açıkça vazgeçme çağrısı yapıyor. Faşist şef Erdoğan, "Eyy TÜSİAD ve yavruları, sizin cinsinizi de cibilliyetinizi de gayet iyi biliyorum" diye karşılık veriyor. Başta CHP olmak üzere burjuva muhalefet bloku ise büyük bir iştahla, TÜSİAD'çı sermayedarların siyasi sözcülüğüne soyunmuş durumda.

Faşist politik İslamcı saray iktidarı, Türk burjuvazisinin faşist şefi Erdoğan'ı dolaysızca arkalayan, çoğunlukla iç piyasada faaliyet sürdüren ve dolardan ziyade lirayla borçlanan, finansal gücü daha sınırlı olan ve batmamak için ucuz kredi musluğunun açık tutulmasına ihtiyaç duyan bölümünün acil çıkarlarına öncelik veriyor. Faizi düşürmekteki ısrarın nedeni bu. Türk burjuvazisinin dünya tekelleriyle daha kapsamlı işbirliği içinde olan, daha fazla finansal gücü bulunan, yüksek faiz oranlarına bağlı spekülatif sermaye hareketlerinden büyük kârlar elde eden ve daha ziyade dolarla borçlanan TÜSİAD'çı bölümünün somut çıkarları ise düşük faiz ve yüksek kur politikasıyla örtüşmüyor.

Burjuvazinin kendi arasındaki bir çıkar çelişkisi, burjuva devletin mali imkanlarının dağıtımında burjuvazinin hangi bölümüne öncelik verileceği anlaşmazlığı bu. Başka bir şey değil! Dolayısıyla, faşist şefin açıkladığı iktisadi-mali pakette olmadığı gibi, TÜSİAD'a referansla CHP'nin savunduğu iktisadi-mali politikada da işçilerin ve ezilenlerin yeri yok.

İşçiyi sefalete mahkum eden asgari ücret zammı konusunda Kılıçdaroğlu'nun lafı ağzında geveleyişini aklımıza getirelim. Burjuva düzen solu CHP, asgari ücrette artış oranı belirlenirken, işgücünün daha da ucuzlamasını dileyen tekelci Türk burjuvazisinin çıkarına aykırı herhangi bir söz söylemekten bilhassa kaçınıyor. CHP'nin öne sürdüğü iktisadi-mali politika alternatifi, tıpkı enflasyon gibi yüksek faizin de yaşamak için kredi kartı borcunu katlamaktan başka çaresi kalmayan emekçiyi vuracak oluşunu, gerçekte yüzde 20'lere demir atmış olan ve işçi ücretlerini de alabildiğine baskılayan yığınsal işsizlik olgusunu veya en dayanılmaz biçimlerde sömürülen mülteci milyonların yakarışını görmezden geliyor. Çare diye IMF'yle halk düşmanı bir anlaşma yapmayı, enflasyonu düşürmek adına iç tüketimi kısma hedefli kemer sıkma programı uygulamayı savunan bir CHP var karşımızda.

Sarayın düşük faiz odaklı politikasını her şeyden önce serbest piyasa kurallarına uymamakla eleştirmesi, CHP'nin iktisadi-mali politika alternatifi ile işçilerin ve ezilenlerin insanca ve onurlu bir yaşam arzusu arasındaki tezatlığı yeterince ortaya koyuyor. Zira "serbest piyasa kuralları" denen neoliberal iktisadi-mali normların işçi sınıfının çalışma ve yaşam koşullarındaki karşılığının düşük ücret, güvencesizlik, sendikasızlaştırma, taşeronlaştırma, işsizleşme, parasız eğitim ve parasız sağlık haklarından yoksunlaşma olduğu işçiler tarafından şimdiye değin fazlasıyla deneyimlenmiş durumda.

Daha pratik örnekler mi? Öyleyse, tırmanan pahalılığa karşı emekçilerin sokağa dökülmeye başlayan tepkileri üzerine, CHP yönetiminin derhal böylesi sokak eylemlerinin önünü almayı kararlaştırmış olmasına bakalım. CHP idaresindeki Bakırköy Belediyesi'nin toplu iş sözleşmesinde işçilerin grevle yanıtladıkları sıfır zam dayatmasına bakalım.

Demek ki, faiz-döviz-enflasyon sarmalında faşist şeflik rejimi ile burjuva muhalefet bloku arasındaki atışmanın işçiler ve ezilenler için kırk satır mı kırk katır mı ikileminden başka bir niteliği yok. Burjuva düzen partisi CHP ve burjuva muhalefet bloku Millet İttifakı, insanca ve onurlu bir yaşam talep eden, bunun için faşist şeflik rejiminden kurtulmak isteyen emekçilerin desteğini arkalamak amacıyla çığırtkanlık yaparken, aslında, kırk satırın karşısına kırk katır alternatifini koyuyor. Hem de, faşist şef Erdoğan'dan yaka silkmiş emekçiye, yegane kurtuluş yolu diye nafile bir erken seçim tiyatrosunu işaret edip duruyor.

Emekçiler içinse bıçak kemikte! Faşist saray iktidarına karşı emekçi tepkisi günden güne büyümekte! Asgari ücretin erimesini önleme mücadelelerini, emekli maaşlarını ve memur maaşlarını yükseltme mücadelelerini, metal sektörü başta olmak üzere toplu iş sözleşmesi mücadelelerini, işsizlik ödeneğini artırma ve herkese insanca yaşamaya yetecek temel gelir bağlanmasını sağlama mücadelelerini tasavvur edelim. Hanelerin elektrik, su, gaz, telefon ve internet faturalarına eklenen tüm vergilerin kaldırılması, emekçilerin fatura borçlarının iptali, temel ihtiyaç maddelerine yapılan bütün zamların iptal edilmesi, konut kiralarının gemlenmesi, yoksullara kira desteğinin verilmesi, esnafın ve çiftçinin vergi ve kredi borçlarının silinmesi, işten çıkarmaların yasaklanması, eğitimin, sağlığın, ulaşımın ve temel kamu hizmetlerinin parasız olması mücadelelerini ele alalım. Bugün bütün bu mevcut ve muhtemel mücadeleler, on yıllardır olmadıkları kadar dolaysız bir politik karakter taşır durumdalar. Güncel politik nesnellik, hepsini faşist şeflik rejiminin yıkılması amacına bağlıyor. "Tek yol devrim" şiarı yegane gerçek ve güncel alternatif olarak boy veriyor.

Emekçinin insanca ve onurlu bir yaşam düşü, ne bir erken seçimle ne de güçlendirilmiş parlamenter sistemle, ancak ve yalnızca faşist şeflik rejimine son verecek bir devrimle gerçek kılınabilir. Faşist şeflik rejimine son verecek bir devrim mücadelesiyse, işçiler ve ezilenler nezdinde ancak CHP'nin kırk katır programının halk düşmanı gerçek yüzünün açığa vurulmasıyla ve ancak CHP'nin erken seçim yolunun faşist şef Erdoğan'ı saraydaki tahtından düşürmekte çaresizliğe yazgılı oluşunun bilince çıkarılmasıyla başarıya ulaşabilir.

Devrimci stratejinin burjuva reformizmini ve liberalizmini siyaseten yalıtmak dediği görevdir bu. İşçilerin ve ezilenlerin faşist şeflik rejimine karşı büyüyen tepkisinin CHP damgalı uzlaşmacılığın siyasi hegemonyası altında kötürümleşmesine izin vermeyen bir devrimci siyasi hegemonya mücadelesi demektir.

Faşist şeflik rejimine karşı tutarlı bir antifaşist mücadele anlayışı, saray iktidarına tepki biriktiren emekçiye, CHP'nin arkasından gitmekle ne saray iktidarına son vermenin ne de insanca ve onurlu bir yaşama erişmenin mümkün olacağını göstermekle yükümlüdür.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 24 Aralık tarihli 42. sayı başyazısı.