22 Kasım 2024 Cuma

'Kimseye etmem şikayet'

Daha çok Müzeyyen Senar'ın kederli edasından aşına olduğumuz ve nedense pek çok Türk filminde meyhane sahnelerinin kederli atmosferlerinde kıvam artırıcı niyetiyle kullanılan nihavent şarkı, "Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime/ Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime" dizeleriyle açılır.

Şarkıyı yapan Kemani Sarkis Efendi'dir. "Sarkis" isminin de ele verdiği gibi geniş Anadolu topraklarında yaşayan Ermenilerimizdendir. Bilgilerimizi şöyle bir yoklayınca Türkiye tiyatrosu gibi Türkiye musikisinin ve sonra Türkiye sinemasının kurucu isimleri arasında bilhassa Ermenilerin bulunduğunu hatırlayıp bir kenara koyarak ilerleyebiliriz. Şarkısıyla içlendiğimiz, üzüldüğümüz, dertlendiğimiz Sarkis Efendi'nin bu şarkısıyla 1915'teki "Ermeni Tehciri"ni andığını öğrendiğimizdeyse kederimize utanç eklenir, hiç değilse eklemesi gerekir; şayet hâlâ bir parça kalp taşıyorsak.

Sarkis Efendi'nin şarkısında "Perde-i zulmet çekilmiş korkarım istikbalime" denildiğini de duyarız. Bu öyle bir karanlıktır ki tehcir üzerinden yüz yıldan uzun zaman geçmişken ölülerin kemikleri sızlatılır hâlâ. Devlet idaresinin bütün derdi yaşananların "soykırım" olmadığını kabul ettirmektir. Çok değil içten bir özür ve hakikati kabulle çabucak alınabilecek bir yol tarihsel bir inat ve politik saplantılara kurban edilir.

İttihatçılar bizzat kabul ediyor tehciri, size ne oluyor, demek var ama bunu demeyelim. Şunu hatırlatalım: Tehcirden birkaç ay önce, 1915 başında, İttihatçı şeflerin yazışmalarında buna dönük bütün hazırlıkların tamamlandığı belirtilir. "Göze aldık" denilir ve yüz binlerin ölümü öncesinde, "Allah affetsin" denilir. Talat'ın defterinde katledilenlerin ve aç biilaç ölenlerin sayısı sekiz yüz bin olarak geçer. Askeri kaynaklarda altı yüz bin. Bir buçuk milyon Ermeni'nin hayatını öyle veya böyle etkileyen, dahası çok büyük bir toplumsal travmaya yol açan Anadolu'daki Ermenilerimizin on yıllara yayılan acısının suskunlukla mühürlenmesine yol açan tehcirin toplumsal maliyeti tahmin edilenden çok fazladır.

6-7 Eylül 1955'te, benzer bir dehşetin Rumlarımıza yaşatıldığını, benzerine Maraş'ta Alevilerimizin maruz bırakıldığını ve elbette 1934'teki Yahudi nefretini de dahil etmek gereken bütün bu devlet operasyonlarının gözden kaçan "fayda"larından biri sermaye transplantasyonudur ve bu şu demektir: Yakın tarihin esaslı bütün iktidar operasyonlarına baktığımızda sermayenin bir kesiminden alınarak başka bir kesiminin üzerine geçirildiğini, düpedüz geçirildiğini görürüz.

Ermeni tehciriyle birlikte "milli burjuvazi" yaratma operasyonuna girişildi. Kimse unutulduğunu düşünmesin. Türkiye ve Kürdistan siyasal özgürlük mücadelesi sonuç verdikçe bütün bu "günahlar" açığa çıkarılacaktır. İstanbul'da birden bire zenginleşenler, Çukurova'da birdenbire ortaya çıkan varsıl "aileler" bunları o tehcirle borçludur.

Sadece bu mu, değil. Varlık Vergisi döneminde de bu amaçlandı ve mesela Celal Bayar bunu gayet açık ifade etmiştir. Tıpkı cumhuriyet dönemindeki asıl gayenin sermayenin "yerli ve milli" ellere teslim amacı gibi. Gerek faşizm öncesi burjuva dikta dönemi gerek faşizmli dönem gerekse şimdilerde fraksiyonerliğiyle temayüz eden yeni faşizm döneminde temel konularla benzer refleksler gösterildiğini, üstelik bu konularda sonraki iktidarların öncelikleri hiç de sıkıştırmadığı netlikle görülebilir.

Buna Kürdistan'da yaşayanları dahil ettiğimizde toplumsal zeminin karakterindeki tehlikelerle karşılaşırız. Bazı açılardan bir kolektif suç vardır ve bunun bir yanını faillik diğer yanı sessiz kalmak oluşturur. Bunlar açıkça konuşulmadıkça yarılma derinleşir. Rejim bazen yaşam tarzlarına bazen inançlara oynadığında sonuç alabiliyorsa sessizlik kapanıyla üstünü örtüyorsa çatlaklar sanılandan fazladır.

Hakikatle yüzleşmek her şey bir yana doğru düzgün kişisel bir hayat sürmek için de gerekli. Çarpıtma bu nedenle iktidarların asal karakterine dönüşmüştür. Söz gelimi, Ermeni tehciri tartışmalarında 1. Dünya Savaşındaki Ermeni Taburların, o zaman resmi adı Kürdistan olan topraklarda yapıp ettiği zulümlerdir. Kurnazlığın kötü biçimidir bu. Çünkü tehcir ile tartışılan bu değildir. Birkaç yıl sonra devrimle yıkılan Çarlık ordusunun o bölgedeki zulmü katmerlidir ve on binlerce Türk ve Kürt öldürülmüştür. Ancak bu başka bir meseledir ve asıl olarak 1916 yılına rastlar. Yerel direniş örgütleri Çarlık işgaline karşı örgütlenmişlerdir.

Tehcir, neredeyse tek bir silah patlatmayan, çoğu İttihatçılarla münasebeti de bulunan, Osmanlı'nın entelektüel hayatından ince işçilik gerektiren pek çok işinin organizasyonunda yer alan isimlerden başlamak üzere nereye nasıl tehcir edilecekleri önceden planlanan, taammüden girişilmiş bir devlet organizasyonudur.

Şimdi AKP bu kanlı tarihi, politik İslamcıların dünkü eleştirelliği dahi tümüyle reddederek "bizim tarihimiz" diye sahiplendiğinde, Trump ile pek yararsız ve sonuçsuz görüşmesinde Ermeni soykırımı tasarısını geri aldırdığında bunu alkışlayanlar Ergenekon tayfası oluyor.

Sadece bu konuda değil, diğer bütün alanlarda AKP'nin kendini kabul ettirme çabası işe yaramayacaktır. Asimilasyon çabasının işe yaramayacağını söylemiştik, sadece 29 Ekim değil, 10 Kasım da bunun anlamsız olduğunu açığa çıkaran pek çok örnekle dolu.

İktidarlar devrilip gidince aslında ne denli zayıf oldukları açığa çıkar. İnönü'den Ecevit'e, Özal'dan Demirel'e hemen her örnek bunu doğrular. Tehcir sahiplenince sonuç değişmeyecektir. AKP'nin taktiği AKP'ye karşı kullanılmış ve sonuç alınmış olur en fazlasından. Vaktiyle güçlenmek için hemen her kesimle iletişime geçen, destek talep eden ve bu amaçla mesafe kat eden AKP, şimdi, Ergenekonculara sarılmışken ve Ergenekoncular devlette kuvvetle yer ederken, bir sonraki adımda nelerle karşılaşacağını tahmin bile etmeden Kürdistan'dan Batı'daki devrimci demokratlara delicesine yükleniyor.

Sonuç vermeyecektir ama şu sıralar 23 Nisan çocukları kadar şen olan ve kanal kanal TV dolaştırılan Perinçek ile onun matruşkası halini almış olan gazetesinin yayın yönetmeni AKP'ye dua ederken, adliyede ve bürokraside ne denli güçlendiklerini göstermeye gayretiyle "hepsi benim arkadaşım, tanıyorum" sözlerine müracaat ediyorlar. Vakti gelince hepsinin son ölümcül darbeyi vurmadan evvel AKP'ye çok teşekkür edeceklerini kestirmek zor değil.

"Kimseye etmem şikayet" ile başlayan keder sürüyorsa, kan kuyusuna dönüşmüş topraklarımızı bir karnaval şenliğiyle yeniden inşa etmek ezilenlerin eşitlik hukukuna dayalı kardeşliğini ve yoldaşlığını sağlamak biz sosyalistlere düşüyor.