Kayan: Kanal İstanbul Marmara'dan Karadeniz'e binlerce yıllık dengeyi yok edecek
Kanal İstanbul Projesi'nden tüm itirazlara ve bilimsel verilere rağmen vazgeçmeyen iktidar, projenin yakın zamanda başlayacağını ve çok kısa sürede tamamlanacağını duyurdu. ÇMO İstanbul Şube Başkanı Kayan, sorularımıza verdiği yanıtlarda projenin ekolojik yaşamı, canlı hayatını yok edecek etkisini bir kez daha gözler önüne serdi.
İktidarın rant ve sermaye odaklı politikaları sürüyor. İstanbul'un yok olması anlamına gelen ancak yıkıcı etkisi daha da büyük olan AKP'li Cumhubaşkanı Erdoğan'ın "çılgın projesi" Kanal İstanbul Projesi'nden tüm itirazlara rağmen vazgeçilmiyor.
Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, Kanal İstanbul Projesi'nin imar planlarının tamamlandığını belirterek projenin çok yakın bir zamanda başlayacağını ve kısa bir sürede tamamlanacağını duyurdu. İktidar bir kez daha halktan, sağlıktan ve doğadan yana değil sermayeden yana olduğunu gösterdi.
Başta İstanbullular olmak üzere Türkiye'nin karşı çıktığı projeye ilişkin uzmanlar ve bilim insanları sayısız açıklama yaptı. ETHA'nın sorularını yanıtlayan TMMOB Çevre Mühendisleri Odası (ÇMO) İstanbul Şube Başkanı Meryem Kayan da Karadeniz'in komşu ülkelerini de etkileyecek projesinin yıkıcı etkilerinin altını çizdi.
Kanal İstanbul Projesi, sadece İstanbul'u etkilemeyecek. Çevresel etkilerini ve yaşatacağı yıkımları değerlendirir misiniz?
Kanal İstanbul, Marmara Denizi ve Karadeniz'i birbirine bağlayan bir su yolu projesi olduğundan elbette Marmara, Karadeniz, boğazlar akımı ve ekolojisi üzerinde etkisi olacaktır. Buradaki tuzluluk etkisini Cumhurbaşkanı Erdoğan: "Kanal İstanbul'a bileşik kaplar usulüyle bakın. Tuzlu su, az tuzlu su... Bunlar bir araya geldiğinde ne olur? Ortalaması ortaya çıkar. Buradan bakarsanız ortalamasını yakalarsınız" şeklinde ifade etmişti. Bu ifadelerden de anlaşılacağı üzere konunun mühendislik analizleriyle değerlendirilmesine ihtiyaç vardır.
'MARMARA DENİZİ'NİN EKOLOJİK YAŞAMI YOK OLACAK'
Karadeniz, Marmara Denizi ve İstanbul Boğazı kendine özgü hidrodinamik sistemlerini oluşturmuş olup, bu dinamiklere dayalı olarak da kendi deniz ekosistemlerini oluşturmuşlardır. Özellikle '60lı yıllardan itibaren Marmara Denizi'nde atık sular kirletici baskı oluşturmuş ve 1965 yılında 50 metre derinlikteki oksijen seviyesi 4,98 mg/lt iken; 2010 yılında bu rakam 1,44 mg/lt'ye gerilemiştir. Kanal İstanbul projesi ise oluşan bu hidrodinamik dengeyi bozacaktır. Marmara Denizi'nden Karadeniz yıllık 29 km³ su akımının artışı Marmara Denizi'nde tuzluluğun artmasına sebep olacak, bu durum Marmara Denizi'ni zamanla Akdeniz özellikleri taşıyan bir deniz haline dönüştürecek, dolayısıyla Marmara Denizi'nin bilinen ekolojik yaşamı yok olacaktır.
'KARADENİZ VE KOMŞU ÜLKELERİ DE ETKİLEYECEK'
Tuna Nehri ile Karadeniz'e taşınan kirlilik yükü, Kanal İstanbul ile beraber Marmara Denizi'ne iletilecek, yıllarca atık su yükü baskısıyla ekolojik dengesi etkilenen Marmara Denizi tamamen kirlenecektir. Kanal İstanbul yalnızca İstanbul'u değil, aslında sadece su üzerinden okunduğunda bile tüm Marmara ve Karadeniz'i etkiyecektir. Marmara Denizi'ne komşu olan iller ve Karadeniz'e komşu ülkeler baz alındığında ise sorunun yalnızca İstanbul'u değil milyonlarca kişiyi etkilediği de açığa çıkmaktadır.
Arazi satış konusu da yakın zamanda gündeme düştü. Ekonomi ve ekoloji arasında kalan rant politikalarına ilişkin neler söyleyebilirsiniz?
Projenin başından beri bir Boğaz'a alternatif yaratma projesi değil, rezerv alanları yapılaşmaya açma ve emlak rantı projesi olduğunu söylüyorduk. Zira, 3. köprü ve Kuzey Marmara Otoyolu, 3. Havalimanı ve Kanal İstanbul projelerini birbirinden ayırmamamızın nedeni de; bu 3 mega projenin İstanbul'un son kalan yeşil alanlarını yapılaşmaya açma (böylece yandaş müteahhitlere rant geliri elde etme) projelerinden başka hiçbir amaç taşımaması.
'REZERV ALANLARINI YAPILAŞMAYA AÇMA VE EMLAK RANTI PROJESİ'
Bölgedeki emlak değişimlerine bakıldığında; henüz projenin açıklanmadığı 2006-2010 yılları arasında 1,5-8 tl/m² olduğu ancak 2 ila 27 kat arasında değişen oranlarda artış sağlandığı görülmüştür. Arnavutköy Sazlıbosna mevkindeki arsa fiyatlarında yüzde 2.670, Arnavutköy Bolluca mevkinde yüzde 450 ve Arnavutköy Tayakadın mevkinde yüzde 800'e varan artışlar yaşanmıştır. İstanbul'un kuzeyini rant alanı hale getirmeye kararlı politikalardan bahsederken, yine bu 3 projenin de beraber planlandığını görmek mümkün. 1993-2003 yılları arasında toplamda 16 adet nazım imar ve uygulama imar planı yapılmışken, 2004-2013 yılları arasında toplam 34 adet plan tamamlanmıştır. Zaten dönemin Emlak Konut GYO Genel Müdürü, şimdinin de Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum yaptığı açıklamalarda, projelerin neye hizmet ettiğiyle ilgili açık ifadeler kullanmıştır: "Mega projelerin ağırlıklı olarak hayata geçirildiği merkez bir dünya şehri olan İstanbul'dur", "Kanal İstanbul gibi mega projelerin etkileşim alanında bulunan gayrimenkullerde değer artışı yaşanması kaçınılmazdır" ve "Kanal İstanbul güzergahında 33 proje yer alırken yine bölge üzerinde çok önemli arsa portföyümüzle birlikte yatırımlarımıza devam edeceğiz" bunlardan bazılarıdır.
Çevre planları hızla değişiyor. ÇED raporlarında bu hız gözetiliyor mu? Eğer gözetilmiyorsa bu hukuksuzluğu değerlendirir misiniz?
Ülkemizde ÇED raporları, son yıllarda yalnızca bir formaliteden öteye gitmeyen bir konuma geldi. Ülke topraklarının maden firmalarına peşkeş çekilmesi ile beraber, neredeyse her gün onlarca ÇED raporu üretiliyor ve onaylanıyor. ÇED raporlarının özellikle son yıllarda kamuoyunca tartışıldığı projeler ise mega projeler oldu. Akkuyu Nükleer Santrali, 3. Havalimanı ve 3. köprü halkalarına da son olarak Kanal İstanbul ÇED raporu eklendi. ÇED raporlarına ödenen milyonlarca lira dışında ortaya çıkan ÇED raporlarının da çevresel etki değerlendirilmesinden olabildiğince uzak olması, bilimsel olarak değerlendirilmesi gereken raporların siyasi saiklere hizmet amacıyla hazırlanması çevresel katliamları da hızlandıran bir süreç oldu. Yalnızca ortaya çıkan raporların kalitesizliği değil, aynı zamanda ÇED Hazırlama Yönetmeliği'nde de yapılan değişiklikler, artık ÇED raporlarının yalnızca projeleri onaylanan kağıt parçalarına dönüştüğünü onaylar nitelikte.
'ÇEVRE DÜZENİ PLANLARI MEGA PROJELERİ HİZMET EDEN BİR YAPIYA BÜRÜNDÜ'
İstanbul'a ait 1/100.000lik son Çevre Düzeni Plan'ında henüz Kanal İstanbul ÇED raporunun revizyonu onaylanmadan plana işlenmesi, Yenişehir alanlarına gelmesi istenen nüfusun nitelikli olarak tanımlanması, aslında İstanbul'un kuzeyinin rant alanına çevrilmesi adına Çevre Düzeni Planları'nın mega projelere hizmet eden bir yapıya bürünmesine neden olmuştur.
Kanal İstanbul Projesi'nin uluslararası sular bakımından bölgesel önemi nedir?
Kanal İstanbul ve Montrö Sözleşmesi son dönemin önemli bir konu başlığı. Aslında proje ilk açıklandığında Montrö üzerine tartışmalar ve çalışmalar yapılmış, başka bir su yolu üzerinden gemilerin geçişinin hukuki olarak zorlanamayacağı ortaya konulmuştur. Bununla beraber Kanal İstanbul su yolundan Karadeniz'in de etkilenecek olması, Karadeniz'e komşu olan ülkeleri de yakından ilgilendiriyor.
'BÜKREŞ SÖZLEŞMESİ DE TEHLİKEYE GİRDİ'
1994 yılında yürürlüğe giren Bükreş Sözleşmesi'ne Bulgaristan, Gürcistan, Romanya, Rusya Ukrayna ve Türkiye taraftır. Bükreş Sözleşmesi'nin ana başlıklarından biri de "Karadeniz'de Biyolojik Çeşitliliğin ve Peyzajın Korunması Protokolü"dür. Karadeniz'deki kirlilik ve ekosistem bozulmasına dair bir sözleşme olan Bükreş Sözleşmesi, Kanal İstanbul ile beraber tehlikeye girmiştir. Çünkü bu bölgede açılacak bir su yolu, yalnızca İstanbul Boğazı'nı ve Marmara Denizi'ni değil, Karadeniz'i de etkilemektedir. Hidrodinamiği etkileyecek olan Kanal, Karadeniz'in de ekolojik sistemini bozacak ve binlerce yıldır kurulmuş olan dengeyi ortadan kaldıracaktır.