Kadınların tarihinden : Ekmek ve Güller grevi
Kadınlar, grev sırasında iktidarın baskılarının yanı sıra sınıf kardeşlerinin de engelleri ile karşılaştı. Kadınların örgütlenmesinde önemli rol oynayan kadın eylemci Elizabeth Gurley Flynn, bu engelleri şöyle anlatıyordu: "Toplantılara giden ve grev yerinde yürüyüşler düzenleyen kadınlara karşı hatırı sayılır bir erkek muhalefeti vardı. Biz bu eğilimlere karşı azimle savaşmaya koyulduk. Kadınlar grev gözcüsü olmak istiyorlardı. Biliyorduk ki onları grev faaliyetinden yalıtık bir şekilde evde tek başına bırakmak, grevi tehlikeye sokardı."
Evet, ekmek için savaşıyoruz ama güller için de!
Yürürken biz, yürürken, güzel günler getirirken...
Kadının kıyamı insanın kıyamıdır,
Artık kan ter içinde çalışmak da aylaklık da yok,
Birinin refahı için onunun didinmesi yok,
Paylaşılacak hayatın nimetleri; Ekmek ve güller! Ekmek ve güller!
"Ekmek istiyoruz, gül de!"
Bu slogan ilk kez 1908’de New York’ta 128 kadın işçinin katledildiği büyük yangının ardından yürüyüşe geçen 15 bin kadın işçi tarafından yükseltilmişti. Bu olaydan üç yıl sonra James Oppenheim, “Ekmek ve Güller” şiirini kaleme aldı. Bu şiir ve ardından bestelenen şarkı, 1912 yılında ABD’nin Massachusetts eyaletinde Lawrence teksil fabrikasındaki grevde kadın işçilerin bayrağı haline geldi ve bu grev de tarihe "Ekmek ve Güller Grevi” olarak geçti.
Kadın işçiler için “ekmek” insani ücreti, "güller" ise insani bir hayatı simgeliyordu. Çünkü, işçiler, kapitalizmin tüm sermaye birikimini vahşi bir sömürü üzerinden yaptığı günlerde, tam anlamıyla cehennemi yaşıyorlardı. Patronların sahip olduğu binalarda, tek göz bir odayı birkaç aile paylaşıyor, çocuklar da dahil olmak üzere tüm aile fertleri çalışıyordu. Buna rağmen, aldıkları ücret o kadar azdı ki, çocukların yarısı açlık nedeniyle 5 yaşına gelmeden ölüyordu. Her 100 işçiden 36’sı da, 25 yaşına varmadan yaşamını yitiyordu.
Kadın ve çocukların haftalık çalışma süresini 54 saatin altına indiren yasal düzenleme 1912 yılının 1 Ocak günü yürürlüğe girdi. Ancak patronlar bu yasayı uygulamak istemiyorlardı. Tüm işçiler için haftalık çalışma süresini 56’dan 54 saate indirdiler ancak aynı oranda ücretleri de azaltmayı unutmadılar. Bunun üzerine, Massachusetts’deki 10 bin dokuma işçisi 12 Ocak’ta greve çıktı. İşçilerin büyük çoğunluğu göçmen kadınlar ve 14 yaşından büyük çocuklardı. Grev, 25 ulustan kadını bir araya getirmeyi başarmıştı.
Grevci işçilerin talepleri şöyleydi :
-Haftada 54 saatlik çalışma süresi
-Yüzde 15’lik ücret artışı
-Prim sisteminin lağvedilmesi
-Makinelerin hızının arttırılmasına son verilmesi
-Fazla mesailerde normal çalışma ücretinin iki katı ücret ödenmesi
-Göçmen işçilere yönelik ayrımcılığa son verilmesi
-Grevcilere karşı ayrımcılık yapılmaması.
29 Ocak’ta kadınlar kent merkezine yürüdü. Aynı günün akşamı polis grev hattına saldırarak, İtalyan kadın işçi Anna LoPizzo’yu öldürdü. Bu cinayetten sonra kentte sıkıyönetim ilan edilerek, tüm gösteriler, yürüyüşler yasaklandı. Ancak grevcile geri adım atmadı.
Kadınlar, grev sırasında iktidarın baskılarının yanı sıra sınıf kardeşlerinin de engelleri ile karşılaştı. Kadınların örgütlenmesinde önemli rol oynayan kadın eylemci Elizabeth Gurley Flynn, bu engelleri şöyle anlatıyordu: "Toplantılara giden ve grev yerinde yürüyüşler düzenleyen kadınlara karşı hatırı sayılır bir erkek muhalefeti vardı. Biz bu eğilimlere karşı azimle savaşmaya koyulduk. Kadınlar grev gözcüsü olmak istiyorlardı. Biliyorduk ki onları grev faaliyetinden yalıtık bir şekilde evde tek başına bırakmak, grevi tehlikeye sokardı."
Ancak kadınlar bu engellerin de üstesinden geldi. Grevde merkezi rol oynadılar, dayanışma ağının örgütlenmesinde önemli görevler üstlendiler. Grev etrafındaki dayanışma, Elizabeth ve kadın grevcilerin çalışması ile çok geniş bir alana yayıldı.
Grevci işçilerin çocukları, grev süresince bakımsız kalmamaları için trenlerle, kafileler halinde ülkenin çeşitli şehirlerindeki sosyalistlerin yanlarına gönderildi. Ancak üçüncü çocuk kafilesinin gönderilmesi sırasında polis, tren istasyonunu ablukaya aldı. Ardından çocuk ve kadınları, askeri kamyonlara zorla bindirdi. Bu sırada polisin dövdüğü hamile bir kadın bebeğini düşürdü. Bu saldırının ardından grev ile dayanışma eylemleri her yere yayıldı.
Sonunda kentin en büyük patronu işçilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı. 10 bini aşkın işçi, kent merkezine yürüyerek zaferini kutladı.