22 Kasım 2024 Cuma

John Bellamy Foster ile 'Yeşil Yeni Anlaşma' üzerine

Günümüzde daha önceki hiçbir neslin yüzleşmediği türden bir seçimle yüz yüzeyiz. Komünist Manifesto'da Karl Marx ve Friedrich Engels, "ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşu, ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmaları" gereğini yazdılar. Ama bugün, bu tehditkâr "birlikte mahvoluş" basitçe şu ya da bu toplum veya medeniyeti değil, bütün insanlığı ilgilendiriyor ve her şey aynı tas aynı hamam devam ederse neredeyse kesin olarak gezegensel çapta geri dönülemez, felaket bir değişimi temsil ediyor. Bu berbat koşullar altında, mümkün tek bir cevap var: uzun erimli bir ekolojik devrim.
Oregon Üniversitesi'nde sosyoloji profesörü olan John Bellamy Foster aynı zamanda sosyalist Monthly Review dergisinin de editörü. Foster, geniş bir şekilde, kapitalizm, marksizm ve ekolojik krizler üzerine yazdı. Bu röportajda Foster, "Yeşil Yeni Anlaşma'nın" neden ekolojik bir devrimin sadece başlangıç noktası olduğunu ve iklim kriziyle başa çıkmayı uman herhangi bir ekonomik-toplumsal sistemin neden kapitalizmi aşmak zorunda olduğunu tartışıyor. Okuyacağınız röportaj açıklık ve uzunluk açısından ufak bir düzenlemeden geçti.
 
Küreselleşmiş bir kapitalist ekonomide iklim kiriziyle savaşmanın mümkün olduğuna inanıyor musunuz? Yaygın liberal anlatıya göre temiz teknolojilerin hızlı yükselişine eşlik eden mali teşvikler ve ekonomik düzenlemeler bu soruna bir çare olabilir (bilimsel kanıtlar ve son BM raporu aksini iddia etse de). Temsilci Alexandria Ocasio-Cortez tarafından önerilen Yeşil Yeni Anlaşma ile ilgili görüşünüz nedir, ve hemen şimdi olan ile uzun erimli, sosyalist çözümler arasındaki karşılıklı etkileşim nedir?
 
Küreselleşmiş bir kapitalist ekonominin mantığına itaat ederken bütün bir gezegensel ekolojik acil durumun çok daha az bir kısmı olan iklim kriziyle etkili bir şekilde baş edemeyiz. Ama hali hazırda böyle bir ekonomide yaşıyoruz ve iklim değişimine karşılık vermek için çok kısa bir zamanımız var. Bu nedenle mesele toplumu acilen kapitalizmin yaptığının, yani kârı insanın ve doğanın önüne koymanın tersine insanı ve doğayı kârın önüne koymaya doğru yöneltmeyi seçme meselesi haline geliyor. İçinde yaşıyorken bile sistemin mantığına karşı yönde gitmek zorundayız. İlk kez William Morris tarafından ortaya konulan "sosyalizme doğru hareket" ile kastedilen de bu.
 
Kapitalizm sadece basit bir sistem değil, o bir toplumsal ilişkiler ve sosyo-metabolik süreçler sistemi, ve mevcut ekolojik aciliyetin üstesinden gelmemiz için bu ilişkilerin ve süreçlerin çoğunu içerden ve çok hızlı bir şekilde radikal olarak değiştirmek zorundayız. Uzun vadede, tabi ki, var olan kapitalist üretim ilişkilerini aşan bütün bir ekolojik ve toplumsal devrim yapmak zorundayız. Ancak şu an, bir acil durum içerisindeyiz, ve ilk öncelik fosil yakıtlardan kurtulmak, ki bu fosil sermayesi denilen şeyin yıkılmasını gerektirecektir. Amaç, yer sistemleri bilimcilerinin "Sera Dünya" dedikleri iklim değişimi felaketinin kalıcı ve geri döndürülemez olacağı, birkaç on yıl veya daha az bir süre içinde gerçekleşebilecek durumu önlemek.
 
Temsilci Ocasio-Cortez'in önerisi Yeşil Yeni Anlaşma'ya gelirsek, bu önerinin bazı yanlarından etkilendim. Kitlesel bir seferberlik çağrısı yapıyor ki bu gerçekten de gerekli. Aynı zamanda, modeli Yeni Anlaşma'dan sonra oluşturulmak üzere doğrudan finansman için bir kamu bankaları ağının kurulması gibi ve ABD'de bir zamanlar sahip olduğumuz zenginlere ve şirketlere uygulanan çok daha yüksek bir vergi dilimi sınırına geri dönüş yoluyla, yenilikçi finansman biçimlerini talep ediyor. Gelirler, güneş ve rüzgar enerjisine büyük bir geçişi finanse etmek için kullanılabilir. Cortez, bunu geniş bir dizi toplumsal meseleyle de bağlıyor.
 
Ancak verili sistemde yasal düzenlemeler yapılmış olsa bile geniş bir toplumsal tabana dayanan ekolojik bir devrim karakterini almadığı sürece bunların hiçbiri aslında işe yaramayacaktır. Bu nedenle, radikal bir Yeşil Yeni Anlaşma, en iyi ihtimalle, nüfusun kendisinin seferberliğini de içeren daha geniş bir eko-devrimci değişimin sadece başlangıç noktasıdır. Ekolojik bir devrimin fitilini ateşlemezse etkisi bir hiç olacaktır.
 
Mali teşvik ve düzenlemelerin rolüyle ilgili sorunuza dair ise, bunların hiçbiri bir strateji olarak işe yaramaz. Boşa kürek çekmek olacaktır sadece. Trilyonlarca dolarlık fosil yakıt varlıkları ve bu sistem içinde verili çıkarları varken enerji şirketlerine ne tür bir mali teşvik verilebilir ki? Exxon-Mobil, bunun insanlığın ölüm fermanı olacağının tamamen farkında olarak, yerin altında gömülü olan sahip oldukları tüm fosil yakıt varlıkları çıkaracaklarını ve yakacaklarını açıkladı, çünkü bunların sahibi onlar ve çünkü bunlardan kâr edebilirler. Basit teşviklerin bunu değiştirmesinin imkânı yok. Şu ana kadar fosil yakıt arama sübvansiyonları dâhi kaldırılmadı.
 
Yasal düzenlemeler de mevcut sistemde işe yaramayacaktır, çünkü şirketler her daim bu düzenleme süreçlerini de kontrolleri altında tutarlar. Mevcut politika-ekonomi-enerji dizilimini değiştirmek üretim araçlarının sahipliğinin değişimini gerektirecektir, ki bu konu özelinde bu fosil yaktılardır. Bu sadece sahipliğin transferi anlamına değil, fosil yakıtların yerde gömülü halde kalmasını gerektireceği anlamına geleceğinden üstüne, küresel çapta trilyonlarca dolarlık mali varlığın yok edilmesi de demek olacaktır.
 
Kapitalist ekonomi ve liberalizm yandaşları tarafından sunulan diğer bir argüman da küresel rekâbetin, iklim sorunlarını çözecek böyle bir teknolojik yeniliği, onu takip edecek bir maliyet düşüşüyle nihayetinde meydana getireceği şeklinde (ki diğer gezegenleri kolonileştirmek gibi absürtlükleri de içeriyor bu). Bu tür bir akıl yürütmenin herhangi bir kıymeti olduğunu düşünüyor musunuz?
 
Hiçbir kıymeti olmadığını düşünüyorum. Teknolojik yenilikler gerekli olmasına rağmen, iklim sorununa tek başına teknolojik hiçbir çözüm yok. Mutlak dekarbonizasyon üzerine konuşacak çok fazla şey var, sanki sadece basit bir teknik problemmiş ve önceden olduğu gibi kapitalist ekonomik sistemin genişlemesine devam ederken tümüyle dekarbonizasyon mümkünmüş gibi. Sadece verimlilikte sağlanacak yenilikler yine bunu gerçekleştirmeyecektir. Maliyet azaltımları da da öyle. 2050'ye kadar net karbon salınımında küresel ölçekte sıfıra inmek zorundayız, insanlar ve gezegenden önce kâr mantığının peşinden gitmeye kendimizi adamaya devam ettiğimiz sürece buraya ulaşmak imkansız.
 
Mühendislik açısından yüzlerce yıldır verimliliğimizi sürekli bir biçimde arttırıyoruz, bu sırada gezegen üzerindeki antropojenik etkimiz de genişlemeye devam ediyor. Bunun altında yatan gerçek "Jevons paradoksu" diye bilinen paradokstur. Ekonomist William Stanley Jevons'un 19. yüzyılda belirttiği üzere kömürü öncesinden daha verimli bir şekilde yakan daha üstün bir buhar motoru her geliştirildiğinde sonuç toplamda daha fazla kömürün yakılması oldu. Bu, kapitalizmin korumaya değil, birikim ve ekonomik büyümeye endeksli bir sistem olmasından ileri gelir. Tüm verimlilik kazanımları genişleme için kullanılır, enerji ve doğal kaynaklardan elde edilen toplam çıktının azaltılması için değil.
 
Dünya'nın ısınma probleminden yarım yüzyıldır haberdârız ve bu sorun hızla daha kötüye gitmesine rağmen sistem harekete geçmekte başarısız oldu. Ekonomik büyüme ve karbon salınımını ayrıştıran mutlak dekarbonizasyon hiç olmadı. Karbon bütçesini önümüzdeki on, yirmi yıl içinde aşmanın önüne geçmek için her yıl küresel ölçekte karbon salınımlarını yüzde 3 azaltmamız gerekirken 2018'de küresel karbon salınımı yüzde 2,7 oranında, aşağı yukarı ekonomik büyümeyle orantılı bir artışla ABD'de ise yüzde 3,4 arttı. Tek kelimeyle, şu an durum berbat. Fosil yakıtları yakmaya devam ederken bu sorunları çözebilecek maliyet anlamında olanaklı veya çizim tahtamızda kullanıma hazır olan hiçbir teknoloji yok.
 
Teknolojinin, enerji kullanımımızı ve toplumsal düzenimizi kökten bir şekilde değiştirmeksizin, artan oranda birikime devam etmemize olanak sunacağı kanısı hem ekonominin hem de fiziğin gerçeklerine ters düşüyor. Bu çağa damgasını vuran krizden tek çıkış yolumuz, fosil yakıtları toprağın altında tutmak anlamına gelecek şekilde karbon salınımını acilen azaltmaktır. Bu, fosil sermayesiyle doğrudan bir yüzleşmeyi gerektiriyor. Başka yol yok.
 
Elbette, güneş ve rüzgar teknolojisine çok büyük çapta geçmemiz gerekiyor. Ama bu kendi başına yeterli olmayacaktır. Ürettiğimizi, tükettiğimizi ve yarattığımız atık miktarını değiştirmek zorundayız. Toplumumuzdaki eşitsizlikten doğan devasa atık miktarında kesintiye gidebilecek olmamız elimizdeki en önemli koz. Ancak bu toplum olarak yaptığımız seçimlerle alakalı, iktidar ilişkileri ve toplumsal ilişkilerle alakalı. Mevcut toplumumuzda hiçbir şey makro düzeyde verimli ya da sürdürülebilir değil. Eğer böyle bir seçim yaparsak bunu değiştirebiliriz, ama özel kâr mantığını takip ederek değil.
 
Size göre, sosyalist bir çevre politikasının gerekleri nedir, temel dayanakları nelerdir? Temiz enerjileri nasıl içerir bu politika? Sermaye açgözlülüğünün ve kapitalist üretim tarzının ortadan kaldırılmasının iklim krizini çözeceği o kadar aşikâr mı?
 
Kapitalizmin toplumun üzerine yerleştirdiği zincirlerden kurtulabilirsek öncelikle, ki bu uzun bir ekolojik devrimi ve sürdürülebilir sosyalist bir toplumun oluşturulmasını gerektirecektir, sorunu halledebilme olanağımız var. Ama tabi ki bunun bir garantisi yok. Oluşturduğumuz toplumsal yapıların, kurumların ve aracı öznelerin türleriyle ilgilidir. Yine de, sürdürülebilir sosyalist bir toplumun sunabileceği şey üretim anlamında tamamen farklı bir parametre setidir: nasıl ürettiğimizi ve ne ürettiğimizi yönetmek.
 
Nüfusun temel ihtiyaçlarını karşılamayı, atıkları azaltmayı, teknolojiyi değişim değeri yerine kullanım değeri etrafında örgütlemeyi vurgulayabilir. Çok farklı türde teknolojik seçimler yapılabilir. Bunun işlemesi için demokratik planlama gerekecektir; planlamanın yerel, bölgesel ve ulusal, hatta küresel düzeylerde olması gerekir. Tüm bunlar zaman alacak olsa da sermaye mantığı dışında hareket etmeye başladığımız an her tür yeni olanak, çevreyi koruma ve ihtiyaçları karşılamaya bağlı olarak karşımıza çıkacaktır.
 
Ancak şu an üretimimiz her şeyden çok sermaye birikimine adanmış durumda, ve tüm süreçte, iklimi mahvediyor. Rasyonel bir yolla bir toplumu örgütleyebilmemiz gerekiyor. Hali hazırda, bunu yapmamızı önleyen toplumsal ve sınıfsal engeller mevcut. Herkes oturuyor ve çoktan her yerde görülmeye başlayan, neredeyse herkesin çaresiz hissettiği aşırı hava olaylarında kendini gösteren iklimin mahvoluş sürecini izliyor. Neden insanlar bu kadar çaresiz hissediyorlar? Çünkü bütün kararlar kâra göre alınıyor ve hepimiz sisteme hapsolmuş hissediyoruz, günlük eylemlerimizde onun mantığını yeniden üretiyoruz, hatta ona karşı olurken bile.
 
Çok basit bir şekilde sermaye birikiminin kral olduğu kapitalist bir sistemde yaşadığımız gerçeğinden dolayı şu an alınan kararların hiçbiri sürdürülebilir insan gelişimi ilkeleri temelinde belirlenmiyor. Yine de, doğa kanunlarına uymamız gerekirken toplumsal kanunların belirli tarihsel sistemlerin ürünü olduğunu ve artık toplumsal ihtiyaçlarımıza denk düşmediğinde ona uymayabileceğimizi hatırlamak zorundayız. Kapitalizm tarafından yapay olarak dayatılan toplumsal kanunların çoğuna karşı itaatsizlik şu an ihtiyacımız olan şeydir.
 
Sayısız dezavantajı arasında, kapitalizmin bir avantajı üretimin verimliliğini maksimize etmesinde. Buna rağmen bu verimliliğe daima doğal kaynaklar pahasına ulaşılıyor ve bu çevresel bozulmaya yol açıyor. Endüstriyel ve tarımsal üretimde verimliliğin maksimize edilmesi ile iklim kriziyle savaşmak arasında bir değiş-tokuş dengesi olduğuna inanıyor musunuz?
 
Yani, öncelikle, kapitalizmin (neredeyse üretilen her metaya içkin satış çabasıyla gelen atığı göz ardı edersek) mikro verimlilikte görece iyi olmasına rağmen makro verimliliği maksimize ettiğine inamıyorum. Bu da demektir ki verimliliği nasıl tanımladığınıza bağlı her şey. Kapitalizmin o çok övülen verimliliği güncel ideolojide abartılmış durumda. Kapitalizm verimliliği temel olarak kârlılık anlamında tanımlıyor. Kârı yaratmak için toplumsal ve çevresel maliyetleri dışsallaştırırken girdi ve çıktıları görece verimli bir şekilde birleştirmede, emek maliyetini düşük tutmada iyi bir iş çıkarmıştı. Ama toplamda, makro düzeyde (ve hatta, örneğin bir tüp diş macununun maliyetinin açık ara en büyük kısmı onun pazarlanmasından kaynaklanmasındaki gibi, gerçekçi olmak gerekirse mikro düzeyde de) oldukça verimsiz, müsrif ve yıkıcı bir sistemdir.
 
Tüm bir iklimi ve onunla birlikte tüm insan uygarlığını yok etme sürecinin içindeyken böyle bir sisteme nasıl verimli diyebiliriz? Tarıma bakarsanız, emek ücretlerini azaltarak ve fiyat zamlarını en üst düzeye çıkararak tekelci kâr üretmede en verimli yol olmasına rağmen tüm bilimsel veriler gıda üretmede endüstriyel tarımın oldukça verimsiz olduğunu söylüyor. Aksine, halk için ve toprak kullanımı açısından gıda üretmenin en verimli yolu, şu an sahip olduğumuz sisteme tamamen ters olan küçük çiftlik tarımıdır. Permakültür ve bioçeşitliliğe önem veren daha gelişmiş, küçük çiftlik tarımı da aynı zamanda karbon deposu sağlama anlamında daha üstündür. Yoğunlaşmış kapitalizmin zıttı olan böyle bir tarım daha emek yoğundur ama diğer tüm anlamlarda daha verimlidir.
 
Bizimkisi tam da tekelci kapitalizmin yapısı üzerine kurulmuş atık temelli bir ekonomidir. Biz, ABD'de plastik pipetler gibi ürünler üretmede (ya da dışardan tedarik etmede) o kadar "verimliyiz" ki çok ucuz olan bu pipetleri içeceklerimizde birkaç dakikalığına kullanıp sonra çöpe atıyoruz (ki burada çözünmüyor ve okyanusa karışıyorlar ve sonunda da balıklar tarafından sinidiriliyorlar), ki attıktan hemen sonra yine birkaç dakikalığına kullanılıp atılacak yenileri üretilmek zorunda. ABD'de günde yüz milyonlarca plastik pipet tüketiyoruz biz.
 
Yine ABD'de pazarlamaya (hedef belirleme, motivasyon araştırması, ürün yönetimi, reklam, satış promosyonu, doğrudan pazarlama) yılda yüz milyarlarca dolar harcıyoruz. Bu pazarlama maliyetinin çoğu bir ürün maliyet kalemi olarak kabul edilir, ancak aslında şeyleri satmakla ilgilidir: insanların ihtiyacı olmayan hatta istemedikleri şeyleri satın almasını sağlamakla. Yani, tüm bunlar göz önüne alınırsa kapitalist sistem hiç de verimli değildir. İnanılmaz derecede savurgandır, korkunç bir yoksulluğun eşlik ettiği tarihteki açık ara en müsrif sistemdir. Hava ve su artarak kirletilirken ve böylece kârı artırmak için insanlar şişelenmiş su almak zorunda bırakılırken hiç de verimli değildir.
 
Ne ürettiğimiz ve bu sistemde insanların ihtiyaçlarına nasıl hizmet ettiği konusunda çok açık olmamız gerekir. Şu an, dünya nüfusunun yüzde 10'u yetersiz beslenmeden kaynaklı acı çekmekte. Onların gıda edinmesini sağlayacak yollar bulmak zorundayız; bugün ABD'de yarım milyon insan, ...her gece evsiz, bu insanlara kalacak bir ev sağlamanın yollarını bulmalıyız, vb. İhtiyaç kriterine dayanan gerçekten verimli bir toplum insanlara gıda, barınak, sağlık bakımı, eğitim, anlamlı bir iş ve insanların çaresizce ihtiyaç duyduğu ama çoğunun sahip olmadığı diğer bütün şeyleri sağlayacaktır.
 
Mâkul bir öneri geliştirirken, yaşamın tüm alanlarını öneride bütünleştirmek önemli. Bu yüzden, kaynaklara ve doğrudan demokrasiye verilecek ağırlığın paylaşımındaki, daha spesifik olarak, merkezi planlama ve yerel karar verme arasındaki paylaşımdaki karşılıklı etki sürecine dönmek istiyorum. Tüm insanların ihtiyaçlarını ve mevcut kaynakları miktarlandırmada merkezi planlama ile yerel, demokratik karar alma arasında bir çelişki var mı? Eğer varsa, bu ikisi arasındaki dengeyi nasıl bulacağız?
 
Nihai bir çelişki olduğunu düşünmüyorum. Ekosistemden iklime, yerel ekonomilerden küresel ekonomiye uzanan yüzleştiğimiz gezegensel sorunlar türünden sorunların üstesinden gelmek için bir tür merkezi planlamaya ihtiyacımız var. Ama bu yerel, bölgesel planlama ve demokratik kontrol sistemleriyle bütünlüklü olmak zorunda. Bu tüm kararların tepede alındğı bir emir komuta ekonomisi anlamına gelmez.
 
John Kenneth Galbraith'in söyleyegeldiği gibi, şirketler kendi planlama sistemi biçimlerini kurdular. Ama onların planlaması, kurumsallaşmış açgözlülük ve dev tekelci firmalar arasındaki rekâbet sistemi içinde yapılır ve kamuoyunun manipülasyonuna dayanır. Bunların hiçbirinin demokrasiyle ilgisi yoktur ve liberal-demokratik devletten geriye kalan az şeyden ne varsa onun altını oymaktadır.
 
Gerçek, ABD'de oldukça merkezi özel kurumlarımızın olduğu ve bir bütün olarak kapitalizmin büyük oranda sistemi yönettiği ve buna uygun olarak halkı dışarda bıraktığı şeklindedir. Politika teorisyeni Sheldon Wolin bunu "ters yüz edilmiş totaliterlik" diye adlandırırdı. Bugün ise, gözetleyici kapitalizm sistemidir. Burada, şirketler ve milyarderler sınıfı başlıca karar alıcılardır, öncelikle kendi çıkarları ile hissedar ve devleti yönetenlerin çıkarları için çalışırlar. Bu nedenle, bize rasyonel seçenekler ve ekoloji gibi alanlarda geleceğe dair karar almada gerçek katılımcı demokratik planlamayı kurmak gereklidir.
 
Günümüzde daha önceki hiçbir neslin yüzleşmediği türden bir seçimle yüz yüzeyiz. Komünist Manifesto'da Karl Marx ve Friedrich Engels, "ya toplumun tümüyle devrimci bir yeniden kuruluşu, ya da çatışan sınıfların birlikte mahvolmaları" gereğini yazdılar. Ama bugün, bu tehditkâr "birlikte mahvoluş" basitçe şu ya da bu toplum veya medeniyeti değil, bütün insanlığı ilgilendiriyor ve her şey aynı tas aynı hamam devam ederse neredeyse kesin olarak gezegensel çapta geri dönülemez, felaket bir değişimi temsil ediyor. Bu berbat koşullar altında, mümkün tek bir cevap var: uzun erimli bir ekolojik devrim.
 
Röportaj: Vaios Triantafyllou, Truthout, 9 Şubat 2019