İnşaat Mühendisleri Odası: Alınmayan tedbirler, yeni bir felaketin habercisidir
Büyük Marmara depreminin 25. yıldönümüne ilişkin açıklama yapan İnşaat Mühendisleri Odası, 25 yıldır alınmayan tedbirlerin acı sonuçlarının 6 Şubat depremlerinde yaşandığını vurgulayarak, önlem almak için kaybedecek tek bir gün bile olmadığına dikkat çekti.
Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) İnşaat Mühendisleri Odası, 17 Ağustos depreminin 25. yıldönümü nedeniyle Karaköy'de bulunan İstanbul şube binasında basın toplantısı düzenledi.
Basın açıklamasını okuyan İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Sinem Kolgu, ülke tarihinin en büyük afetlerinden biri olan Marmara depreminin üzerinden çeyrek asır geçtiğine işaret etti. Gölcük merkezli 7.4 büyüklüğündeki depremin tüm ülkeyi derinden etkilediğini, can ve mal kayıplarının yanı sıra ekonomik ve siyasal sonuçlarının da ağır olduğunu vurgulayan Kolgu, depremin ardından depremlere hazırlık için kalıcı çözümler üretilmesi gerektiğine ilişkin kalıcı bir konsensus oluştuğunu söyledi.
'TEDBİRSİZLİĞİN EN ACI SONUCU 6 ŞUBAT'TA GÖRÜLDÜ'
Depreme yönelik yapılan bilimsel-teknik çalışmaların, hazırlanan raporların ise tozlu raflarda unutulmaya terk edildiğini dile getiren Kolgu, şöyle devam etti: "Büyük Marmara Depreminin 25. yılında her yıl olduğu gibi bir kez daha uyarmaya devam ediyoruz. Peki bizler, 17 Ağustos 1999'dan bu yana yapılması gerekenleri defalarca seslendirirken, yetkili makamlarda bulunanlar, yerel ve merkezi yöneticiler ne yaptı? Bu sorunun cevabını görmek için bu 25 yılda yaşanan diğer depremlerin yıkıcı sonuçlarına bakmak yeterli olacaktır. 1 Mayıs 2003 Bingöl Depremi, 23 Ekim-9 Kasım 2011 Van Depremleri, 24 Ocak 2020 Elazığ Sivrice Depremi, 30 Ekim 2020 İzmir Depreminde binlerce kişi hayatını kaybetti, binlerce yapı yerle bir olurken kentlerin altyapıları çöktü, haftalar, hatta aylarca deprem bölgelerinde yaşam normale dönemedi."
Her 17 Ağustos'ta depreme hazırlık konusundaki uyarılar vurgulansa da alınmayan önlemler sonucu can ve mal kayıplarının yaşanmaya devam ettiğini söyleyen Kolgu, "Orta ölçekli sayılabilecek depremlerde bile can kayıplarının ve bina hasarlarının bu kadar büyük olması adeta 6 Şubat Depremleri öncesi bir uyarı niteliği taşımıştır. Ancak ne yazık ki bu uyarıların da dikkate alınmaması, afet yönetiminin siyasi şova dönüştürülmesi, deprem gerçeği bahane edilerek kentsel dönüşüm uygulamalarının kentlerin değerli arsalarında rantsal dönüşüme alet edilmesinin en acı sonucu 6 Şubat 2023 depremlerinde görülmüştür" dedi.
'6-7 MİLYON CİVARINDA RİSKLİ YAPI VAR'
Ülkede yapı stokunun sayısı, bunların ne kadar riskli olduğunun bilinmediğine işaret eden Kolgu, 2021 Meclis raporuna göre Türkiye'de 10 milyon civarında olan yapı stokunun 6-7 milyon civarının riskli olduğunu söyledi. Son 11 yılda sadece 238 bin civarında riskli yapının yenilenmesinin sağlandığını belirten Kolgu, "İstanbul ili geneli için de benzer belirsizlik söz konusudur. İstanbul'da 6 milyon civarında konutun yaklaşık 600 binin çok riskli olduğu ifade edilmektedir. Bakanlığın açıklamalarına göre 2012 yılından bu yana İstanbul'da yaklaşık 800 bin bağımsız bölümün dönüşümü tamamlanmıştır. İstanbul'da acil dönüşmesi gereken 600 bin bağımsız bölüm başta olmak üzere toplamda 1,5 milyon konutun 5 yıl içerisinde dönüştürüleceği Bakanlığın açıklamalarında vadedilmektedir. 12 yılda 800 bin konut dönüştürülmüşken 5 yılda 1,5 milyon konutun nasıl dönüştürüleceği merak konusudur" dedi.
İktidarın yaptığı açıklamalarda ifade edilen sayısal verilerin halkı yanıltmaya dönük olduğunu söyleyen Kolgu, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 31 Mart 2023'te yaptığı açıklamada 319 bini 1 yıl içinde olmak üzere toplam 650 bin yeni konutun depremzedelere teslim edileceğini duyurmuştur. Oysa Temmuz 2024 itibariyle TOKİ'nin verilerine göre 11 ilde projesi yüzde 90'ın üzerinde tamamlanmış olan konut sayısı yalnızca 38.229'dur. Yani bir yılda tamamlanacağı iddia edilen 319 bin konutun ancak yüzde 12'si tamamlanma aşamasına gelmiştir" dedi.
'YAPI ÜRETİM SÜRECİ DÜZENLENMELİ'
Afetlerde oluşan yapı hasarlarının önemli bir kısmının yapı üretim sürecindeki hatalardan kaynaklandığını ifade eden Kolgu, "Halkın can ve mal güvenliğini yakından ilgilendiren yapı üretim sürecinin anahtar pozisyonunda olan şantiye şefinin, taşıdığı sorumluluk ve şantiye alanında yüklendiği görevin kapsamı dikkate alındığında şantiyeden hiç ayrılmaması gerekirken, mevzuatın izin verdiği haliyle 4 ayrı işin şantiye şefliğini yapma şansı yoktur. Üstelik ilgili mevzuata göre, yapım işinin tek ruhsata bağlı veya toplu yapı niteliğinde olması halinde yapı inşaat alanı sınırı uygulanmamaktadır. Bir deprem coğrafyası olan ülkemizde şantiye şefliği, 1500 m² üstü bütün işlerde tam zamanlı olarak yapılmalıdır" dedi.
'YAPI DENETİMİ SİSTEMİ DEĞİŞMELİ'
2001 yılında çıkarılan 4708 sayılı kanunla denetim hizmetinin ticarileştirildiğine işaret eden Kolgu, "Öyle ki 2019 yılına kadar müteahhitlerin kendi denetim şirketlerini belirlediği bir sistem yürürlükte olmuş ve 18 yıl boyunca müteahhitler kendi yaptıkları yapıların denetimini kendi seçtikleri ve ücretini ödedikleri denetçilerle yürütmüştür" dedi.
2019'da yapılan değişiklikle hangi yapıda hangi denetim kuruluşunun görev alacağının bakanlık tarafından belirlendiğine işaret eden Kolgu, "Bu değişiklikle, yapı denetim kuruluşunun müteahhit ile olan ilişkisinin kesilmesi doğrultusunda kısmen olumlu bir gelişme sağlamıştır. Ne var ki denetimin bağımsızlaştırılarak yapı kalitesinin artırılmasını amaçlayan düzenleme yeni sorunları da beraberinde getirmiştir. Özellikle bu düzenlemeden sonra şantiye sahalarında yapı denetimi görevini icra eden mühendislere yönelik şiddet olayları artmış, sözlü ve fiziki şiddet olayları tırmanışa geçmiştir. Meslektaşlarımızın görevlerini doğru ve sağlıklı bir şekilde yerine getirmesinin engellenmesi ve şantiyelerde şiddete uğramasına karşı önlem alınması gerekmektedir" dedi.
'KAYBEDECEK TEK GÜNÜMÜZ YOK'
Marmara depreminin üzerinden geçen 25 yılda alınmayan tedbirlerin bedelini 6 Şubat depremlerinde acı bir şekilde ödediklerini söyleyen Kolgu, "Aradan geçen bunca zamandan sonra 6 Şubat depremlerinin hemen ardından benzer konular tekrar tartışıldı, kentlerimizin afetlere karşı hazırlıksızlığı tüm çevrelerce açık bir şekilde görüldü. Toplumun beklenen afetlere karşı endişeleri, yerel ve merkezi yöneticilerden beklentileri özellikle son yerel seçimlerde açık bir şekilde görüldü. Siyasi partilerin yerel seçim sürecinde yürüttükleri kampanyalarda afetlere karşı hazırlık önemli bir yer tutarken, bugüne kadar alınmamış tedbirlerin 6 Şubat depremlerinde ortaya çıkardığı yıkım, seçim sonuçlarını etkileyen başlıca konulardan biri oldu. Ancak ne yazık ki bu son felaket de şimdiden gündemden çıkmış görünmektedir. Oysa önlem almak için kaybedilecek tek bir günümüz bile yoktur." dedi.