22 Kasım 2024 Cuma

İki katliam tek gerçek

Bir yandan yüksek emek sömürüsüne dayalı kapitalist düzenin, öte taraftan sömürgeci çıkarlara dayalı işgalci kirli savaşın sonuçları halklarımız tarafından en ağır şekilde yaşanıyor. Coğrafyalar ayrı olsa da acı, kan ve zulüm aynı kaynaktan fışkırıyor. Tam da ESP'nin gerilla katliamına yönelik yaptığı açıklamada belirttiği gibi; "Amasra'da madenciyi katleden de, Kürt'ü zehirleyen de aynı alçaktır."

Türkiye ve Kürdistan halkları Türk burjuvazisinin ve onun faşist şeflik rejimi biçimindeki siyasi iktidarının iki büyük katliamına tanık oldu bu hafta. Bartın'da 41 maden işçisi devlete ait maden ocağında yaşanan grizu patlamasında can verdi. Amasra katliamı, tepeden tırnağa her gözeneğinden kan ve pislik damlayan, varoluşu işçilerin yaşamına kastedecek denli azgın emek sömürüsüne bağlı sermaye düzeninin bu karakterinin gün yüzüne çıktığı son örnek oldu. Politik islamcı ajitasyonun kader safsatasının hükmü yok; 41 maden işçisi, bile isteye, taammüden ölüme sürüklendi. Yalnızca sermayenin daha fazla kar elde etmesi uğruna katledildi işçiler. Sermaye egemenliği sürdükçe son olmayacak olan bu katliam, Türk burjuvazisinin sömürücü tarihine yazıldı.

Diğer katliam haberi kan ve barut ortasındaki Kürdistan topraklarından geldi. Aylardır süren Zap-Avaşîn askeri işgal harekatında kullanılan kimyasal silahla 17 gerilla katledildi. Katliam, işgal harekatında kimyasal silahların kullanıldığına dair aylardır yapılan açıklama ve çağrıları duymayan, görmeyenler için HPG tarafından yayınlanan görüntülerle hiçbir şüpheye yer bırakmayacak kesinlikte kanıtlandı. Bu katliam, her türlü teknik ve sayısal üstünlüğe rağmen gerilla direnişini kıramayan işgalci Türk burjuva devletinin kanlı ve kirli sömürgeci savaş tarihine yazıldı.

Sömürgeci faşist Türk burjuva devletinin tarihi böylesi katliamlarla dolu. Yakın tarihimizde maden iş kolunda Soma ve Ermenek'teki maden ocaklarında yaşanan ve yüzlerce işçinin hayatını kaybetmesine neden olan kitlesel iş cinayetleri kadar neredeyse günlük can kayıplarının yaşandığı gemi, tersane, metal, inşaat, taşımacılık ve özellikle mobilizasyonun arttığı yaz aylarında tarım iş kolunda her gün işçiler yaşamını yitiriyor.

Öte yandan Kürdistan'da on yıllardır yürütülen kirli sömürgeci savaşta da yüzlerce kez kimyasal silah kullanıldı, gerillalar zehirli gazlarla katledildi. Bırakalım onlarca yılı, şu son 6 aylık işgal harekatında dahi 137 kez kimyasal silahla saldırı düzenlendiği, 44 gerillanın bu saldırılarda yaşamını yitirdiği HPG tarafından açıklandı.

Bir yandan yüksek emek sömürüsüne dayalı kapitalist düzenin, öte taraftan sömürgeci çıkarlara dayalı işgalci kirli savaşın sonuçları halklarımız tarafından en ağır şekilde yaşanıyor. Coğrafyalar ayrı olsa da acı, kan ve zulüm aynı kaynaktan fışkırıyor. Tam da Ezilenlerin Sosyalist Partisi'nin (ESP) gerilla katliamına yönelik yaptığı açıklamada belirttiği gibi; "Amasra'da madenciyi katleden de, Kürt'ü zehirleyen de aynı alçaktır."

Fakat bu yalın gerçek emekçi sol hareket tarafından aynı biçimde mi kavranıyor? Yaşanan her iki olaya aynı gözle bakıp aynı dili mi konuştu özgürlük, yeni yaşam, devrim ve sosyalizm iddialı güçler? Görünürde birbiriyle bağıntısı yokmuş gibi duran bu iki katliam ve emekçi sol hareketin yaklaşımı neye işaret ediyor?

Türk burjuvazisi emperyalizmin mali-ekonomik sömürgesidir ve tekellerin dünya üzerindeki emperyalist çıkarlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Esnek ve kuralsız çalışma, özelleştirme ve taşeronlaştırmada cisimleşen azgın neoliberal ekonomi politikaları yirmi yıllık AKP iktidarı eliyle en yoğun şekilde uygulanmış, 6 yıldır AKP-MHP ortaklığında hüküm süren faşist şeflik rejimi altında ise bu sömürü katmerli hale getirilmiştir. Faşist şeflik rejiminin varlığı burjuvazinin sömürüsünün güvencesidir. Dolayısıyla bu rejimin yıkılması her şeyden önce işçi sınıfının başat görevi haline gelmiştir.

Fakat Türk burjuvazisi aynı zamanda sömürgecidir. Kürdistan'ın sömürgeleştirilmesi, yer altı ve yer üstü zenginliklerinin askeri işgal yoluyla gasp edilmesi, ekonomik olduğu kadar burjuvaziye siyasal ve ideolojik bir temel de oluşturmuş, işçi sınıfı ırkçı şoven ideolojinin etkisi altına alınarak sınıf mücadelesi baskılanmış, Kürdistan'ın sömürge statüsü burjuva devletin bekası haline gelmiştir. Bu nedenle Kürdistan gerillasının ve devrimci müttefiklerinin fiziksel tasfiyesi faşist rejimin ve Türk burjuvazisinin birincil görevidir. Kürdistan'daki direnişin yenilgisi yalnızca Kürt halkının değil, tüm halkların ve onların öncü güçlerinin yenilgisi, bu ise kıyıcı, sömürücü düzenin sürgit devam etmesi demektir. Dolayısıyla Kürt halkının özgürlüğü, Türkiye işçi sınıfının yaşamsal bir görevi haline gelmiştir.

Amasra maden katliamı da Kürt gerillasının kimyasal silahla katli de tek bir gerçeği işaret ediyor: Sömürü ve zulüm düzeninin bitmesi için birleşik devrimin zorunluluğunu!

Ne yazık ki emekçi sol güçlerin -özellikle hareketin reformist bölüklerinin- bu gerçeğe uygun konumlandıklarını söylemek zor. Bu iki katliam karşısındaki tutum, emekçi sol hareketin biri Türkiye işçi sınıfına diğeri Kürdistan halkına dair olan iki yaklaşımını da orta yere serdi. Bu bir benlik bölünmesidir ve sömürgeci baskının, şovenizmin açık etkisi altındadır.

Amasra'da daha katliam duyulur duyulmaz harekete geçen, ortak kitle eylemlerine öncülük eden, yaptıkları açıklamalarla burjuvaziye ve onun hükümetine karşı en sert ajitasyonu yükseltenler, Kürdistan'daki gerilla katliamına ise sessiz kaldılar. Daha dün gerillanın Mersin'deki meşru devrimci eylemini her türlü şiddete karşı olmak adına "provokasyon", "terör eylemi" diyerek yüksek düzeyli kınama yarışına girenler sömürgeci devletin kimyasal gazlı katliamına en sıradan bir tepkiyi dahi vermekten imtina etti. Bu durum, başta EMEP, TKP ve TİP gibi emekçi sol hareketin reformist bölüklerinin yalnızca sosyal şovenizmin etkisi altında olduklarını değil, yanı sıra ne kadar derin bir oportünizme battıklarını da göstermesi açısından çarpıcıdır. Sosyal şovenizmin panzehiri enternasyonalizmdir ve komünistler her şart altında bu ilkeyi bir bayrak gibi dalgalandırmaya, bu anlayışlara karşı ideolojik, devrimci eleştirel tutum almaya devam edeceklerdir.

Fakat aynı ilkesel tutumun reformist solun içinde debelendiği oportünizm karşısında yeterli olmayacağı da açıktır. Oportünizme karşı mücadele eleştirel olduğu kadar eylemli olmayı da zorunlu kılar. Kürt halkının özgürlük mücadelesine dair ortaya konulacak tek ölçü devrimci eylemdir. Türkiye ve Kürdistan'ın birleşik mücadelesini program edinmiş devrimci sosyalistler ve sosyalist yurtseverler açısından bunun tek bir karşılığı vardır, o da hangi koşul içinde olunursa olunsun işgale ve katliamlara karşı harekete geçmektir. Emekçi semtlerde irili ufaklı eylemler, yürüyüşler, nicelik yoğunluğunun sağlandığı yazılı-görsel ajitasyon ve propaganda faaliyetleriyle Kürdistan'daki işgal ve savaş gerçeği halklarımıza anlatılmalı, kitleleri harekete geçmeye çağırmalı, sömürgeciliğin duvarında gedikler açılmalıdır. Tüm yetersizliklerine rağmen Amasra'daki işçi katliamına karşı nasıl bir öncü devrimci pratik örgütlendiyse Kürdistan'daki katliamlar da aynı meşru mücadele tarzının temel konusudur.

Birleşik devrimimizin batı ayağında yaşanan devrimci önderlik boşluğu her gün, her dakika yaşanan gelişmelerle kendisini gösteriyor. Bu boşluk ancak ideolojik temeli sağlam, militan siyasal ve örgütsel bir konumlanışla giderilebilir. Devrimci sosyalistlerin birkaç haftadan bu yana giderek yoğunlaştırdıkları örgütlenme kampanyası böyle bir stratejik akıl ve planla ele alındığı, günlük olarak yaşandığı durumda dahi gelişmeleri devrimin stratejik bir konusu olarak görüp siyasal ve örgütsel eyleme konu edindiğinde gerçek amacına ulaşacaktır.

Türkiye ve Kürdistan'da kitleler faşist şeflik rejimine karşı büyük bir öfke biriktirmiş durumda. Bu koşullar içinde kitle hareketine öncülük edebilecek, güncel gelişmelerle stratejik hedefleri birleştirmeyi başarabilen bir siyasal ve örgütsel hat ancak kitlelere önderlik etme yeteneğini kazanabilir. İşçi sınıfını ve ezilen halkları komünist öncünün saflarında örgütlenmeye çağırmak, dar bir örgütsel çalışma değil, düpedüz giderek şiddetlenen çelişkiler içinde öncüyü devrime hazırlama iddiasıdır.

Sözü ve eylemi tutarlı olanlar, dar grup çıkarları yerine hareketin genel çıkarlarını önde tutanlar ve bu uğurda bedel kapılarından geçmeyi sade bir görev olarak görenler ancak kitlelerin önderi haline gelebilir. Bunu başaracak stratejik akıl ve kuvvete sahibiz. Kapitalist sömürüye ve faşist şeflik rejimine karşı birleşik mücadeleyi örgütlemeyi başaracak ve yaşanan tüm katliamların hesabını soracağız.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 21 Ekim tarihli 85. sayı başyazısı.