24 Kasım 2024 Pazar

İbrahim Okçuoğlu yazdı | NATO yeni düşmanını tespit etti

NATO'nun 2030 konsepti güya bütün sorunlara cevap vermekteymiş. NATO'nun Rusya ve Çin'e karşı Almanya gibi "gönülsüz", Fransa gibi "beyin ölümünden" bahseden, Doğu Avrupa ülkeleri gibi özellikle Rusya'ya karşı kışkırtan, Türkiye gibi "rahat" durmayan üyeleri var. NATO Genel Sekreteri bu zirve ile yeni bir sayfa açıldığını ilan etti. Açılan yeni sayfanın NATO'nun önde gelen AB üyelerini yeniden canlandırıp canlandırmayacağını zaman gösterecektir.

14 Haziranda Brüksel'de gerçekleştirilen NATO Zirvesinde 2030 Stratejik Konsepti kabul edildi. 
Bu toplantının en önemli konusu, Warşova Paktı'nın dağılmasından bu yana varlığını sürdürebilmek için "baş" düşman arayan NATO'nun nihayet bu düşmanını bulmuş olmasıdır. NATO, Çin'i resmen ana rakip olarak açıkladı. Ve tabii "ana rakip" (yani baş düşman) bulunduktan ve açıklandıktan sonra yapılması gereken ilk iş de bu düşmana karşı mücadele edebilmek için bir taraftan safları sıklaştırırken, diğer taraftan da silahlanmaya hız vermekti. Her ikisi de karar altına alındı. Rusya'nın payına düşen de "sert mesajlar" almak oldu.

Çin'in "ana rakip" olarak tespit edilmesinde 30 NATO üyesi devlet sonunda anlaşabildi. Bu anlaşma kolay olmadığı gibi bazı ülkeler tarafından ABD kadar ciddiye alınacağı da soru götürür. Zirve öncesi ikna faaliyetleri ve Biden'ın "Amerika geri döndü" baskısı sonuç verdi ve başta Almanya olmak üzere Çin ile yoğun ticari ilişki içinde olan bazı ülkeler karara uydular. NATO kuruluş döneminde böyle bir zorlukla karşı karşıya kalmamıştı. Düşman komünizmdi ve bunun savunucusu da SSCB'ydi. Sonrasında SSCB revizyonistleşmiş, komünizmle bir ilişkisi kalmamış olsa da NATO, kapitalist dünyayı "komünist" dünyaya karşı koruyan çatı askeri ve aynı zamanda siyasi bir örgüttü ve bu örgütü de kapitalist dünyanın jandarması olan Amerikan emperyalizmi kendi çıkarlarına göre yönlendiriyordu. SSCB'nin ve Warşova Paktı'nın 1990-91'de dağılmasından sonra işlevsiz kalan NATO bugüne kadar siyasi zorlama ile varlığını sürdürebildi. Bugün siyasi zorlamanın ötesinde resmen yeni bir "ana rakip"e, baş düşmana sahip olmuştur. Şimdi önemli olan, Amerikan emperyalizminin, en güçlü hegemon güç olarak varlığını sürdürebilmesi için üye ülkelerin mücadele etmeleridir. Ancak, revizyonist blokun dağılması ve sermaye ve üretimin uluslararasılaşma süreci dünya çapında güçler dengesi değişimini de beraberinde getirmiştir: İki kutuplu ve tek kutuplu dünya geride kalmış, yerini çok rekabet merkezli bir dünya almıştır. Bu dünyada eskide olduğu gibi tek veya iki ülkeye karşı dünyanın geriye kalanını bir araya getirmenin o kadar kolay olmayacağını ABD de görmektedir.

Bu zirvede Çin'in "ana rakip" olarak tespit edilmesi tamamen Amerikan emperyalizminin bir marifetidir. Onun dünya jeopolitikası böyle bir tespiti gerekli kılmaktaydı. İkna ve baskı yöntemiyle ABD, NATO'yu yeniden canlandırmak ve gösterilen hedef doğrultusunda faaliyete geçmesini sağlamak için attığı adımların doruk noktası bu zirve olmuştur.

Bu zirvede Çin'in artan nüfuzundan, NATO olarak karşı konması gereken uluslararası politikalarından bahsedildi. Burada söz konusu olan, Çin'in ekonomik, siyasi, askeri olarak dünya çapında Amerikan emperyalizmine meydan okumasıdır. ABD'ye göre Çin'in bu yükselişi NATO tarafından durdurulmalıdır.

ABD haksız da değil! 11 sene önce, 2010'da NATO'nun geçerli stratejik konseptinde Çin'den söz bile edilmemişti. Ancak, geçen pazartesi günü Biden, NATO Genel Sekreteri Stoltenberg ile konuşmasından sonra saldırıya geçti: "Umduğumuz gibi hareket etmeyen Rusya ve Çin var". Yani NATO silahlanmak zorundadır.

NATO'nun 2030 konsepti güya bütün sorunlara cevap vermekteymiş. NATO'nun Rusya ve Çin'e karşı Almanya gibi "gönülsüz", Fransa gibi "beyin ölümünden" bahseden, Doğu Avrupa ülkeleri gibi özellikle Rusya'ya karşı kışkırtan, Türkiye gibi "rahat" durmayan üyeleri var.

Bu zirvede diktatör Erdoğan, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden bu yana "kanlı-bıçaklı" olan dostlarıyla yeniden buluştu; bu bir nevi vuslattı! Her bir ülkenin, hatta Yunanistan'ın da övgüleri karşısından kaç kez "eyvallah" demiştir, bilinmez. Ancak, bu övgüleri diktatör Erdoğan karşılıksız bırakmadı.

NATO Zirvesi bildirisinde şu ifadelere yer verildi:
-Türkiye için güvenlik tedbirlerine katkılarımızı artırdık. Bunun tam olarak uygulanmasına bağlılığımız sürmektedir.

-Suriye'deki Esad yönetimi, füzeleri kendi halkına karşı kullanıyor. Suriye'den Türkiye'yi vurabilecek veya tehdit edebilecek füze atışlarına karşı müteyakkız olmaya devam ediyoruz. Suriye'den balistik füze tehdidini izlemeye ve değerlendirmeye devam ediyoruz

-Suriye'de güvenlik ve istikrar, BM Güvenlik Konseyi'nin 2254 sayılı kararı uyarınca gerçek bir siyasi süreç olmadan sağlanamaz.

-Suriye genelinde bir ateşkes ile BM'nin Suriye halkına insani yardımlarının en az 12 ay boyunca yapılmasını sağlayacak yeniden yetkilendirme yapılması çağrısında bulunuyoruz.

-Müttefikimiz Türkiye'ye milyonlarca Suriyeliye ev sahipliği yaptığı için takdirlerimizi yineliyoruz.

-Tüm yönlerden her türlü tehdide karşı Avrupa-Atlantik bölgesinin kolektif savunması için organize edici çerçeve olarak NATO'yu güçlendireceğiz.

(Bu kadar Türkiye sevdasının ve "koruyuculuğu"nun ne anlama geldiğini Rojava ve Güney Kürdistan bağlamında yaşıyoruz: NATO zirvesinde ve Biden-Erdoğan görüşmesinde şüphesiz ki, İdlib ve Rojava Devrimi, Metîna ve Haftanîn'deki işgal ve savaş da görüşülmüştür. Bu kadar "korumacılık", Türkiye'nin, NATO'da jandarmalık rolüne karşılık AB ve ABD'den Rojava'daki durumunu güçlendirmek için istediği desteğin doğrudan bir yansımasıdır. Aynı şekilde Türkiye'nin Kandil'e yönelik KDP destekli işgal saldırısı ve savaşı da bir ABD projesidir. S-400 ve Rojava'da ABD-YPG ilişkileri de öngörülen komisyonda pazarlık konusudur. Varılacak sonuçlar, bu görüşme ve pazarlıklara bağlıdır. Yine aynı günlerde Kürtler arası savaşı engellemek için giden heyetlerin Almanya'da ve Hewler'de engellenmesi Türkiye "korumacılığı"yla bağlantılıdır. ABD, NATO ve bölgesel güçler, Kandil'de PKK'yi, Rojava'da devrimi tasfiye etmek istiyor).

Erdoğan da şöyle coştu:
"Sahadaki sorunların çözümünde inisiyatif alan, insani boyutu öne çıkaran, yapıcı ve aktif bir siyaset uyguluyoruz. Irak'tan Afganistan'a, Kafkaslar'dan Balkanlar'a, Karadeniz'den Akdeniz'e, Afrika'ya kadar istikrarın tesisine yönelik tüm girişimlere öncülük ediyor, katkı sağlıyoruz. Komşularımızla ilişkilerimizde uluslararası hukuka, adalet ve hakkaniyete, karşılıklı hak ve çıkarlara saygıyı gözetiyoruz. Komşumuz ve müttefikimiz Yunanistan'la aramızdaki diyalog kanallarının canlandırılmasının, ikili meselelerin çözümünün yanında bölgemizin istikrar ve refahına da hizmet ettiğine inanıyorum. Türkiye'nin sınırları NATO'nun sınırlarıdır."

Daha da ileri giden diktatör Erdoğan, Afganistan seferine çıkma önerisinde bulundu; Kabil havaalanını kontrol etme görevine hazır olduğunu açıkladı.

"Türkiye Kabil Havalimanı'nda kilit rol oynuyor ama henüz karar verilmedi" kararı alında zirvede. Ancak, mali, lojistik, siyasi destek verilmesi durumunda Türkiye bu görevi üstlenmeye pek hevesli olduğunu yineledi. Aslında bu ABD ile zirve öncesi konuşulmuş ve ABD tarafından memnuniyetle karşılanmış bir meseleydi.

Türkiye Afganistan'da bu görevi neden üstlenir sorusunun cevabı, sadece Amerikan çıkarlarını savunmak içindir fikrine sığdırılamayacak kadar derin ve kapsamlıdır. Sorunun iki ayağı vardır: Afganistan, Türkiye'yi Orta Asya Türk dünyasına güneyden yakınlaştıran bir coğrafyadır. İkincisi Afganistan-Kafkasya hattı birleştirildiğinde Rusya'yı güneyde çevreleyen bir hat olur. Bunda ABD'nin olduğu kadar Türkiye'nin de çıkarı vardır. Böylece Baltık ülkelerinden Romanya-Karadeniz-Kafkasya-Afganistan hattı birleşmiş olacaktır. Buna Rusya'nın da mutlaka bir cevabı olacaktır.

Sonuçta NATO'nun bu zirvesi Çin ve Rusya'ya karşı bir gövde gösterisidir ve şimdi, 2030 konseptiyle NATO, Amerikan emperyalizminin Çin ve Rusya'ya karşı dünya hegemonyasını gerçekleştirme jeopolitikasının güçlendirilmiş bir aracıdır.

NATO Genel Sekreteri bu zirve ile yeni bir sayfa açıldığını ilan etti. Açılan yeni sayfanın NATO'nun önde gelen AB üyelerini yeniden canlandırıp canlandırmayacağını zaman gösterecektir.

"İttifakımızda yeni bir sayfa açtık" diyen Stoltenberg, "Türkiye'ye takdirlerimizi yineliyoruz" diyen NATO'nun, 'müttefiklerden birine saldırının tüm müttefiklere yapılmış sayılacağını' öngören 5. maddeyi hatırlatarak, "Avrupa, Türkiye ve Kanada'yı savunmak kutsal sorumluluğumuz" diyen J. Biden'ın bu deyişlerinde ne kadar samimi olduklarından bağımsız olarak yeni konsepte Balkanlar-Karadeniz-Kafkasya-Ortadoğu-Doğu Akdeniz-Libya sahalarında NATO, Türkiye'siz hiçbir şey yapamayacağını bugüne kadar görmüş olması gerekir. Bunu Türk burjuvazisi de, diktatör Erdoğan da görmektedir. Bunu aynı zamanda Rusya ve Çin de görmektedir.