19 Eylül 2024 Perşembe

Hüseyin Yeter yazdı | Erdoğan'ın İsrail palavrası

Politik islamcı parti ve grupların Filistin davasına bağlılıkları da ABD emperyalizmine karşı duruşları da sahtedir. Tıpkı Müslüman Arap devletleri gibi tıpkı ihvan hareketi ve Müslüman Kardeşler gibi! AKP ve diğer dinci partilerin Filistin sevdası da ikiyüzlüdür. Filistin direnişinin gerçek dostları, Türkiye'de ve bölgede devrimci sol-sosyalist güçler, dünyada enternasyonal devrimciler ve dünyanın ezilen halklarıdır.

Faşist şef T. Erdoğan, Rize'de partisinin il toplantısında, yönetememe krizi ya da zorluğunun yansıması olarak İsrail'e karşı, yine "one munite" benzeri bir esme-gürleme havasına girdi. O, "Karabağ ve Libya'ya girdikleri gibi" İsrail'e karşı da bir savaşa gireceklerini, bunun için de "güçlü olmak" gerektiğini açıkladı. Daha önce de Yunanistan'a yönelik "Bir gece ansızın gelebiliriz" demişti. Faşist ortağı Bahçeli de buna sessiz kalmadı. Hemen el yükseltti ve "Askeri tüm hazırlıklar tahkim edilmeli" diyerek askeri taarruz talimatı verdi. Zaten daha önce, "Türk askeri Gazze'ye" açıklaması yapmıştı. Ne var ki, ne "komutan Bahçeli" ne de "başkomutan Erdoğan" 40 bin kişinin katledildiği Gazze'ye bir türlü gidemediler! Tabii ki, bu söylemin pratikte bugün de bir karşılığı yoktur. Nasıl ki, daha önce Şam'a üç günde giremedilerse, İsrail'e girmeleri de öyle kolay değil. Çünkü bunun en başta ekonomik, doplomatik ve siyasi güç zemini ve kapasitesi yoktur. Uluslararası emperyalist kurum ve kuruluşlardan yüksek faizli sermaye arayışı içindeki Türkiye'nin bu kudreti bulunmuyor. Bu söylemler, daha çok içe yönelik açıklamalardır.

Faşist şef T. Erdoğan, tepkiler üzerine İsrail ile ticarete "son verme"nin AKP'deki çözülmeyi ve YRP'ne oy kayışını durdurmaya yetmediğini ve yine iktisadi yıkımın geniş işçi ve emekçi kitlelerde büyük bir öfke ve tepki biriktirmeye devam ettiğini görüyor. Ve bugün yayılmacı ve işgalci politikalarını her zamanki gibi, "dik durma" ve "biz bu yola kefenimizle çıktık" söylemiyle birleştiriyor. Bütün Türkiye'yi İsrail'e karşı "milli duruşa" davet ediyor. Hangi "milli duruş" ise!

Tabii ki, İsrail'in Lübnan'a yönelik savaş hazırlıkları bölgesel bir savaşa evrilebilir. CIA ve MOSSAD'ın işbirliğiyle gerçekleşen son İsrail'in Beyrut saldırısı ve İran'da Hamas'ın siyasi lideri İsmail Haniye'nin katledilmesi bu olasılığı güçlendiriyor. Ortadoğu'da derinleşen bu çelişki, çatışma ve dalaşlar, emperyalist güçlerin bölgedeki hegemonya savaşı ve rekabetinin dışında ele alınamaz.

NATO üyesi Türkiye, böyle bir savaşa girecek ilk ülkelerden biridir. Hem NATO üyesi olması hem Başûr ve Rojava'ya yönelik işgal ve ilhak hamleleri, hem de içte Filistin davasındaki hassasiyet onu buna zorluyor. Ve zaten bu hazırlıkları yapıyor. Böyle bir durumda, NATO ve AB ülkeleriyle sürtünmesi kaçınılmaz olacaktır. Nitekim, İsrail Dışişleri Bakanı Katz, Erdoğan'ın sonunun Saddam gibi olacağını söyleyerek, "Biri ona Saddam'ın sonunu hatırlatsın" diyebildi. Türkiye'nin NATO'dan çıkarılması gerektiğine işaret etti.

İsrail'e efelenen T. Erdoğan, İsrail ile savaşa, "Eğer güçlü olursak" diye bir koşulu eklemeyi de unutmadı. Hem bu koşulla, u dönüşü yapmaya da alan bırakmış oldu!

Peki Türkiye, Karabağ ve Libya'ya nasıl girdi ve ne yaptı?

Türkiye, Rusya'nın onayı, İsrail'in siyasi ve askeri desteğiyle Karbağ'a SİHA'lar ve islamcı faşist çetelerle girdi. Azerbaycan ordusuyla birlikte Ermeni halkının katledilmesine ortak oldu. Aliyev yönetimi ile kirli ve gizli askeri, siyasi ve ekonomik anlaşmalar yaptı. Tabii ki, Azerbaycan Savunma Bakanlığı, Erdoğan'ın Karabağ'a girme açıklamasına hızla yanıt vererek onun gafını gizlemeye çalıştı: "Karabağ'da yabancı asker yoktu. Karabağ'da biz savaştık, Türk askeri yoktu" diyerek Türkiye ile ortak askeri tatbikat ve savaş işbirliğini reddetti.

Türkiye, Libya'ya ise NATO ve AB gücünün bir parçası olarak girdi. Rojava'dan eğittiği paralı faşist çeteler ve SİHA saldırılarıyla savaşa katıldı. Libya'daki "iç savaşta" taraf oldu. NATO güçlerinin istemleri ve BOP gereği olarak Kaddafi'nin katledilmesine ortak oldu.

Bu askeri ve siyasi işgal saldırılarına Başûr ve Rojava'yı da katmalıyız. Buralarda da yağma ve talan, Kürt soykırımı ve suikastları varlığını sürdürüyor.

Diyebiliriz ki, Türkiye askeri olarak gittiği her bölgede kan döktü, katliam yaptı. İşgal ettiği toprakları yağmaladı.

POLİTİK İSLAMCILARIN 'FİLİSTİN DAVASI' SAHTEDİR!
Faşist şef T. Erdoğan yönetimi, 7 ay boyunca binlerce Filistinlinin katledildiği İsrail soykırımına karşı ne yaptı? Hangi müdahalelerde bulundu?

Faşist şef T. Erdoğan, İsrail ile ticarete son verme, diplomatik ilişkileri kesme, büyükelçisini geri çağırma vb. yerine İsrail'e karşı sadece efelendi. İsrail'in Ekim 2023 tarihinde başlattığı işgal ve soykırım savaşı sürecinde bütün ticari ilişkilerini aylarca sürdürdü. Erdoğan ailesi ve yakınları bu ticari ilişkiler üzerinden büyük çıkarlar sağladı. Ancak gelişen tepkiler ve yerel seçim yenilgisi sonrasında bu ticari ilişkileri sınırlandırmak zorunda kaldı. Bugün hala Azerbaycan ya da Balkan ülkeleri üzerinden İsrail ile ticari ilişkilerini sürdürüyor.

Hala büyükelçisini geri çağırmış değil.

İncirlik ve Kürecik üslerini kapatmayı bile dile getirmedi.

Mavi Marmara gemisi ile ilgili önce "Pensilvanya'nın değil kendi hükümetinin izin verdiğini" söylemiş; ancak İsrail'in 11 kişiyi katletmesinden sonra "giderken bize mi sordular" diye açıklama yapmıştı. 20 milyon dolar tazminat karşılığında İsrail katliamını görmezden geldi. O gün, vatandaşları katledilen bir ülkenin hükümeti olarak "milli duruş" çağrısı yapmayan, İsrail'e girmeyi düşünmeyen Türkiye, bugün İsrail'e nasıl, hangi gerekçe ve hangi güçle girecek?

İsrail'i savaş suçları nedeniyle Uluslararası Adalet Divanına şikayet eden ülke Güney Afrika oldu. AKP-MHP faşist iktidarı sessizce sadece bunu izledi.

Çin, siyasi ve ideolojik duruşlarına bakmadan 14 Filistinli örgüt ve partiyi bir araya getirdi. Filistin'de ve bölgede İsrail işgaline karşı ortak direnme ve savaşma çağrısı yapmalarını sağladı.

T. Erdoğan ise Mahmud Abbas'ın TBMM'de konuşma yapma çağrısına yanıt vermediği için öfkelendi ve özür dilemesini istedi.

Türkiye'de siyasal islamcı güçler, tarihte ve günde "Filistin davası"nda sahte söylemler ve açıklamalar dışına çıkmadı.

Bu coğrafyada, tarihin her döneminde devrimci parti ve güçler, sadece söylemde değil gerçek ilişkiler üzerinden enternasyonalizm ilkesine bağlı olarak her zaman mazlum Filistin halkının yanında oldu, Filistin davası için kanlarını döktü. '71 devrimci önderlerden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının Filistin direnişine enternasyonal destekleri, 2 Haziran 1982 tarihinde İsrail'in Lübnan işgaline karşı PKK kadrolarının Filistin direnişi içinde yer almaları ve 11 savaşçılarını şehit vermeleri, enternasyonal dayanışma ve direnişin unutulmaz örnekleridir.

Filistin'de iki devrimci örgüt FHKC ve FDHC ile Türkiye devrimci hareketinin ilişkileri enternasyonal dayanışma ve destek üzerinden siyasi kampanya, ortak siyasi platformlar, dernekler, vakıflar vb. biçiminde devam ediyor.

Politik islamcı parti ve grupların Filistin davasına bağlılıkları da, ABD emperyalizmine karşı duruşları da sahtedir. Tıpkı Müslüman Arap devletleri gibi, tıpkı ihvan hareketi ve Müslüman Kardeşler gibi! AKP ve diğer dinci partilerin Filistin sevdası da ikiyüzlüdür.

Filistin direnişinin gerçek dostları, Türkiye'de ve bölgede devrimci sol-sosyalist güçler, dünyada enternasyonal devrimciler ve dünyanın ezilen halklarıdır.