24 Kasım 2024 Pazar

HDP Milletvekili Koç: Ev hapsi kararlarını kabul etmemek demokratik bir haktır

Evleri hapishanelere çevirme, sokağa terk etmeyenlerin sokaklardan çekilmesini amaçlayan elektronik kelepçe uygulamasına ilişkin röportajımıza HDP Milletvekili Avukat Abdullah Koç ile devam ediyoruz. Konutu terk etmeme kararının muhaliflere yönelik düpedüz bir hapis cezası gibi uygulandığına dikkat çeken Koç, "İnsanların sokağa çıkmasından iktidar çekiniyor ve korkuyor. Bu nedenle kişileri eve hapsediyor. Siyahilere yapılan bir yerlere hapsetme, bileklerine prangalar takma meselesi maalesef çağımızda Türkiye'de uygulanır hale geldi" dedi.

Yasada geçtiği biçimiyle konutu terk etmeme ama gerçek anlamda ev hapsi kararları son dönemlerde özellikle sokağı terk etmeyenlere yönelik genelleşen bir yaptırım halini aldı.

Kimi zaman bizim zihnimizde de tutuklamadan daha iyidir diye algıladığımız, aslında evlerin hapishanelere çevrildiği bir uygulamadan bahsediyoruz. Boğaziçi direnişine katılanlar, Birleşik Mücadele Güçleri'nin deklarasyonunu açıklamak için Kadıköy'de yapılan eyleme katılanlar yani yasadaki biçimiyle tutuklama gerekçesi yapılamayacak 2911 Sayılı Gösteri ve Yürüyüş Kanunu'na muhalefetten çok sayıda kişi hakkında ev hapsi kararı verildi.

Sadece bu değil tabii ki bu ülkede devrimci, muhalif siyasette ısrar eden herkes adli kontrol ve ev hapsi kararları ile denetim altına alınmaya çalışılıyor.

Bu kararların amacı açık, sokağa çıkanların, yoksulluğa, kadın katliamlarına, LGBTİ+'lara yönelik nefret söylemleri, saldırı ve katliamlara, işçi ve emekçilerin haklarının gasp edilmesine, kısacası artan faşist saldırılara yönelik itirazı engellemek, itiraz edip sokağa çıkanların ayağını sokaktan kesmek.

Fakat 3 kadın devrimci, "Kadınlar eve sığmaz" diyerek ev hapsi kararını tanımadıklarını açıklayarak 8 Mart günü sokağa çıktı. Bu eylem 12 Mart günü SGDF'li Recep Acar tarafından devam ettirildi. Önümüzdeki günlerde bu tarz eylemlerin sürmesi ihtimal dahilinde.

Biz de baro başkanları, insan hakları savunucuları ve hukukçu milletvekilleriyle ev hapsi kararını konuştuk. İHD Eş Genel Başkanı Eren Keskin ve İstanbul Barosu Başkanı Mehmet Durakoğlu'nun ardından Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ağrı Milletvekili Av. Abdullah Koç ile elektronik kelepçe uygulamasını ve ev hapsini konuştuk.

Bu uygulamanın bir hapis biçimi olduğuna dikkat çeken Koç, HDP olarak ev hapsi kararları ve diğer adli kontrol yöntemlerine karşı mücadeleyi sürdüreceklerini söyledi. Koç, dün de bu konuyu bir soru önergesi ile Meclis gündemine taşıdı.

Elektronik kelepçe uygulaması, ilk ne zaman ve hangi amaçla uygulamaya konuldu?
Aslında bu yasal düzenleme Türkiye'deki hukuk sisteminde yeni değil. 2013 yılında bir yasa değişikliği ile Türk hukuk sistemine giren bir anlayış. Daha önce uygulanan bir sistem değildi. Konutu terk etmemek üzerine uygulanan bir kontrol sistemi. Fakat bu son dönemlerde, özellikle siyasi anlamda muhalif olan, ses çıkaran, toplumsal anlamda itirazı olan kişi veya grupların üzerinde özgürlüklerini kısıtlayabilecek nitelikte bir uygulama ile karşı karşıyayız. DEP Milletvekili Mahmut Alınak üzerinde yapılan bir uygulamaydı. Kamuoyu bu haberle daha çok bilgi sahibi oldu diyebiliriz.

Son dönemde 2911 sayılı yasaya muhalefetten dolayı ev hapsi uygulaması başladı. Boğaziçi direnişine katılan ve Birleşik Mücadele Güçleri'nin eyleminde gözaltına alınanlara uygulandı ev hapsi kararlı. Bir süredir ev hapsi kararı vererek başka bir biçimde tutuklama kararıyla karşı karşıyayız. Ev hapsi cezasına yönelimin nedenleri nedir? Bir süre önce de Erdoğan 'insan hakları eylem paketini' açıkladı.
Anayasanın 19. Maddesi çok net bir şey söylüyor; kişi hürriyeti ve güvenliği ilkesi nettir buna karşı kimse karşı koyamaz. Anayasa Mahkemesi'nin de bu yönde kararları var. Bütün bunlara rağmen son derece sınır tanımayan, insan haklarına aykırı olacak şekilde, kişi hürriyeti ve güvenliğini tehlikeye sokacak şekilde birtakım uygulamalarla karşı karşıyayız.

Rektörün atanması ile ilgili olaya öğrenciler, öğretim görevlileri itiraz ediyor. Çünkü demokratik değil, demokratik olmadığı için de 2911 sayılı yasa çerçevesinde hiçbir izne gerek kalmadan her türlü gösteri ve yürüyüş hakkını kullanıyor bu insanlar. Fakat insanların sokağa çıkmasından iktidar çekiniyor ve korkuyor. Bu nedenle kişileri eve hapsediyor. Siyahilere yapılan bir yerlere hapsetme, bileklerine prangalar takma meselesi maalesef çağımızda Türkiye'de uygulanır hale geldi.

Muhaliflere yönelik uygulanan ev hapsi, bir adli kontrol mü? Bir tutuklama yöntemi mi?
Aslında bu bir tutuklama yöntemi, adli kontrol adı altında kişinin hürriyetini kısıtlayan bir mesele, hukuktaki tanımı budur. Maddi hukuk açısından baktığınız zaman düpedüz bir hapis cezası. Toplantı gösteri yürüyüş hakkını kullanmak dünyanın hiçbir yerinde suç değil. Dolayısıyla kişileri mevcut olan mücadelesinden uzak tutmak için ev hapsi kararları veriliyor. Beraat edecek kişiyi alıyorsunuz aylarca bir eve hapis ediyorsunuz ayağına pranga takıyorsunuz. Bu başlı başına bir cezalandırmadır, başlı başına hürriyeti kısıtlamalıdır. Bu kabul edilebilecek bir durumda değil. Ben bir hukukçu olarak şunu görüyorum cezalandırıyorsunuz ama hiçbir karşılığı yok. Yarın öbür gün ceza aldığınızda da cezanızdan da düşülmüyor. Onun için bunun derhal kaldırılması veya buna ilişkin yeni bir kanuni düzenleme yapılması gerekiyor. Nitekim son günlerde Anayasa Mahkemesi'nde bu konuda hak ihlallerine dair kararlar da çıkmaya başladı.

Özellikle 2016 OHAL sürecinden bu yana hayatımıza giren adli kontrol uygulaması var. Neredeyse adliyeye yolu düşen herkes hakkında adli kontrol kararı veriliyor. Ev hapsi ya da adli kontrol sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Adli kontrol sistemi Türkiye'yi adeta bir açık cezaevi konumuna getirmiş durumda. Milyonlarca insan böyle bir şey ile karşı karşıya. İstatistiklere göre herhangi bir şekilde yolu adliyeye düşen herhangi bir şekilde basın açıklaması, siyasal çalışma, demokratik hakkı kullanmaya ilişkin bir kişinin yapmış olduğu eylemden dolayı maalesef takibata ve soruşturmaya maruz kalıyor. Soruşturmaya maruz kalan insanların yüzde 80'i, 90'ı bu adli kontrol mekanizması ile karşı karşıya kalıyor. Ya haftalık imza zorunluluğu getiriliyor, ya yurt dışına çıkma yasağı getiriliyor, ya konutu terk etmeme yasağı getiriliyor. Yani envaiçeşit kararlarla devlet benim gözüm senin üzerinde demeye çalışıyor. Ne yaparsan yap günlük gelip bana görünmek durumundasın diyor, mantık bu. Türkiye'nin belirlemiş olduğu siyasi sınırın tamamı bir açık cezaevine dönüştürülmüş durumda. Bu adli kontrol mekanizması yargısız infazdan başka bir anlam ifade etmiyor. Bu gerçek anlamda bir hak ihlalidir, kişi hürriyetini ihlal eden bir meseledir ve bu uygulama ciddi bir şekilde mağduriyete neden olmaktadır. Belli bir tarihten sonra beraat ediyor birçok kişi. Anayasa Mahkemesi'nden dönmese de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden geri dönüyor.

8 Mart günü 3 kadın devrimci, 'ev hapsine kendi irademizle son veriyoruz', diyerek evden çıktılar ve ayaklarındaki elektronik kelepçeleri çıkarttılar. Bu ev hapsine karşı geliştirilen ilk eylem oldu. 12 Mart günü de bir SGDF'li genç, aynı eylemi gerçekleştirdi. Devam etmesi de muhtemel. Bu eylemin yaygınlaşması, AKP faşizmine karşı mücadelede nasıl bir saflaşma yaratır?
Ev hapsi kararları her ne kadar hakim kararıyla da olsa gerçek anlamda hukuk dışı ve Anayasaya aykırı olduğunu, temel ceza yasalarına da aykırı olduğunu belirtmek isterim.

Dolayısıyla bunu kabul etmeme, kelepçeye karşı durma ve buna karşı ses çıkarmak son derece demokratik bir taleptir ve demokratik bir davranış şeklidir.

Ben biraz da olayım başka bir yönünü paylaşmak istiyorum. Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, "Elektronik kelepçe artık Türkiye'de üretilecek" diyor, bununla övünüyor. Bu pranga meselesinin bir de kar boyutu var. Binlerce, milyonlarca insanın bu kelepçe ile karşı karşıya kalmasından kaynaklı birileri üretimini yapacak, kar edecek. Ve insanlık tarihinde getirmiş oldukları bir iyilik, yenilikmiş gibi çevresindeki ülkelere de bunu ihraç edecekler. Bunun PR çalışmasını da yapıyorlar. Türk malı elektronik kelepçelerden bahsediyorlar. Birkaç tane yandaş şirketin zenginleşmesi, insanların hak ve hürriyetleri üzerinden para kazanması söz konusu olacak. Burada da bir rant söz konusu. Dolayısıyla buna karşı da durmak lazım.

Siz HDP olarak bu konuda ne tür girişimlerde bulunacaksınız?
Halkların Demokratik Partisi olarak özellikle adli kontrol tedbirlerini, toplumun bu şekilde kriminalize edilmesini kabul etmiyoruz. Gerek Meclis kürsüsünde, gerekse sahada biz bunların karşısında yer alıyoruz. Buna karşı mücadele ediyoruz, halkımızla bunu paylaşıyoruz. Öte taraftan ben ve diğer hukukçu arkadaşlarımız Meclise vermiş olduğumuz kanun teklifleri, soru önergeleriyle, Meclisteki konuşmalarımızda bunun değiştirilmesi gerektiğini, özellikle bu adli kontrol ve elektronik kelepçe takılmasının insan hakları ihlali anlamına geldiğini ve insanların hürriyetini kısıtlamaya yönelik bir uygulama olduğunu, toplumsal muhalefeti, demokrasiyi yok ettiğini söyleyerek şiddetle karşı çıkıyoruz. Buna karşı her alanda mücadele ediyoruz ve etmeye de devam edeceğiz.

Türkiye'de sonuç almadığımız taktirde bunu uluslararası hukukta, uluslararası mahkemelerin önüne taşıyoruz ve taşımaya da devam edeceğiz.