Hamzaoğlu: İktidar salgın yönetimiyle taammüden ölümümüze sebep oldu
Türkiye'de ve dünyada Covid-19 salgını yönetiminin sınıfsal niteliğine dikkat çeken Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu, iktidarın işçilerin, yoksulların taammüden ölümüne sebebiyet verdiğine dikkat çekti. Hamzaoğlu, aşıda patent diye de adlandırılan özel mülkiyetinin kaldırılarak toplumsal mülkiyete dönüştürülmesi gerektiğine işaret etti, "Aşıda özel mülkiyet bir insanlık suçudur" dedi.
Kapitalist sistemin Covid-19 salgını yönetimi, işçi ve emekçileri öldürmeye devam ediyor. Halk sağlığından uzak, sermayenin karına odaklanan, 'çarklar dönsün' diyerek işçi ve emekçileri çalışmaya zorlayanlar, yaşanan ölümlerin de sorumlusu.
Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ile halk sağlığı, iktidarın koronavirüs salgınını yönetim biçimi, alınması gereken önlemler ve bunların neden alınmadığı, salgının sınıfsal niteliği ve patent diye adlandırılan aşının ve ilaçların özel mülkiyetinin kaldırılmasını konuştuk.
Devletlerin koronavirüs salgını yönetiminin sınıfsal niteliğine dikkat çeken Hamzaoğlu, Covid-19'un "Türkiye ve dünya genelinde sınıfsal bir karakter göstermeye, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, ötekilerin, ezilenlerin hastalığı olmaya başladı"ğını söyledi.
İşçilerin fabrikalar, madenler ve toplu taşıma araçlarında kalabalık şekilde bulunmaya zorlandığını belirten Hamzaoğlu, "Bunun yapılmaması iktidarın bizleri taammüden hastalandırması, taammüden bizlerin ölümüne sebebiyet vermesi anlamına geliyor. Hepimiz engellenebilir bir etken nedeniyle hastalanma ve ölme riskine açığız" diye konuştu.
Sorularımızı yanıtlayan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Hamzaoğlu, aşıda özel mülkiyetin kaldırılarak toplumsal mülkiyete dönüştürülmesi gerektiğine dikkat çekti, "Aşıda özel mülkiyet bir insanlık suçudur" tanımlamasında bulundu.
Öncelikle halk sağlığı kavramıyla başlamak istiyorum. Nedir halk sağlığı?
İnsanın içinde yaşadığı çevresi ile ki bunu doğa ve toplum olarak yani sosyal, kültürel ve fizik çevre diye söyleyelim, bütünüyle birlikte sağlıklı olma durumudur halk sağlığı. Sağlık hizmetlerinin varlığı, hekimler, hastaneler, ilaçlar, aşılar insanların sağlıklı olması için yetmez. Sağlıklı bir insan, sağlıklı bir toplum için yaşamın öznesinin insan olduğu bir toplumsal yaşantı ve onunla beraber de tükenmemiş bir doğa gerekiyor. Böyle bir alan bütünlüğü esasında insanın, daha anne karnındayken yani rahimdeyken nasıl beslendiği ile ilgili olarak gelişiyor. Anne hangi koşullarda bebeğinin büyümesi için olanaklar sağlayabiliyor gibi pek çok başlığı söylemek mümkün. Bir insanın hayatını sağlıklı olarak geçirip geçirmeyeceği, sık olarak hastalanıp hastalanmayacağı, nasıl yaşadığından önce hangi sınıftan annenin karnında büyümeye başladığı, dünyanın hangi sınıfsal katmanına doğduğu, sonra da hayatını nasıl yaşadığıyla ilişkili. Sağlıklı olup olmama hali sınıfsal aidiyetle şekillenen bir sonuçtur.
Pandemi döneminde sadece Türkiye bakımından değil aslında dünyadaki pek çok ülkede de halk sağlığı önceliklendirilmedi. Ama biz Türkiye özgülünde tartışmak istersek Türkiye'de halk sağlığı bakımından iktidarın politikaları ne tür sorunlar ortaya çıkarttı?
Dünyada da Türkiye'de de salgın sürecinden önce özellikle 70'li yıllarda, kapitalizmin yapısal krizinden sonra neoliberal kapitalist politikaların hayata geçirilmesiyle birlikte yaşamın pek çok alanında yeni düzenlemeler gelişti. Sağlık sistemlerinde de düzenlemeler yapıldı. Sağlık hizmetlerine ulaşmayı bir hak olmaktan çıkartıp tüm dünya genelinde -Kuzey Kore, Küba ve Venezuela'da halkçı iktidarların olduğu dönemleri dışarıda tutabiliriz- insanların parası kadar sağlık hizmetlerine ulaşabilmesi uygulamasına geçildi. Kamunun sunmuş olduğu sağlık hizmetleri sınırlandırıldı ve her şey parayla satın alınır hale getirilirdi, özel sektörün önü açıldı. İnsanların evine gidip onların sağlık durumunu gören, izleyen, beslenmesinden, barınmasına kadar koruyucu sağlık hizmetlerini kişisel ve toplumsal ve çevresel özellikleri ile sunan bir perspektiften çıkartıldı.
Düşünebiliyor musunuz bir apartmanda salgın nedeniyle 5 tane Covid-19 hastası var, 5'inin de hekimi ayrı ayrı. Bu salgının ne büyüklüğünü öğrenebilirsiniz ne de onun yayılmasını önleyebilirsiniz. Türkiye'de de dünyada da salgınla mücadele hastanelerde sağlık hizmeti sunularak başladı. Birçok ülke önceki salgın dönemlerinden kazandıkları deneyimle de bunun yanlış olduğunu fark etti ve özellikle 1. basamak sağlık hizmeti dediğimiz insanların yaşadıkları, çalıştıkları yerlerde sağlık hizmetlerine ulaşabileceği, sağlık hizmeti sunumunun doğrudan doğruya insanlar talep etmeden onlara ulaşabileceği bir modelle salgınla mücadeleyi devam ettiriyor.
İKTİDAR VİRÜSÜN YAYILMASININ ÖNÜNÜ AÇTI
Peki bu yeterince yapılabildi mi? Yani hem koronavirüste hem de benzer salgın durumlarında ne yapılması, nasıl önlemler alınması gerekiyor?
Bu yapılamadı. Yapılamadığı için zaten dünyada Türkiye'de bu halde. Çin'de aralık ayının son günlerinde Dünya Sağlık Örgütü aracılığıyla salgın bilgisini dünya ile paylaştı. Yaklaşık 1 hafta sonra da bunun insanlarda hastalık yapan yeni bir virüs olduğunu tanımladı. Bundan 3 gün sonra da biz bu yeni virüsün genetik haritasını çıkardık diye dünyaya duyurdu. Peki bir salgının varlığı ve bulaşıcılığı saplanmışken ne yapılması gerekiyordu. Bu hastalık nerelerde görülüyorsa, hastalığın henüz başlangıç dönemlerinde 2020'nin Ocak-Şubat ayında oralardan gelişlerin durdurulması gerekiyordu. Ya da gelenlerin birkaç haftalık bir kuluçka süresinde karantinaya alınması gerekiyordu. Ama bunlar yapılmadı. İktidarın, Sağlık Bakanlığı'nın gözleri önünde virüsün yayılmasının önü açıldı.
Ne zaman ki hastalar hızlı bir şekilde ortaya çıktı ve sağlık sistemini durduracak şekilde acil servislere, hastanelere akın etmeye başladı, hastaneler dolup taştı, hastalananlar ölmeye başladı, işte o zaman panik ortamında ne yapabiliriz diye tartışılmaya başladı. Mart sonu itibariyle önlemler almaya başladılar. 2020 Nisan ayındaki o alevlenme döneminde geç kalınmış da olsa kısmen yapılması gerekenler yapılmaya başlandı. Ancak sistemin doğası, hem kapitalizmin hem de onun içindeki neoliberal politikaların doğası itibariyle, hızlı bir şekilde yine insan özne olma aşamasından düşürüldü, patronların karı, para yaşamın öznesi haline getirildi iktidar tarafından. 1 Haziran 2020 tarihiyle Cumhurbaşkanı açıklamasında, "Biz bu süreci patronların mağduriyetini gözardı edemeyecek şekilde düzenlemek zorundayız" diyerek aynen bunu ifade etmektedir.
COVİD-19 İŞÇİ VE EMEKÇİLERİN HASTALIĞI
İnsanlara 'maske takacaksınız', 'fizik mesafeyi koruyacaksınız', 'kapalı ortamlarda olmayın' dediler ama herkes fabrikalara gitti, fabrikalar salgından önceki haliyle çalışıyor. Fiziki mesafe dikkat edeceksiniz dediler ama dolmuşlar, otobüsler, servisler yani çalışmak zorunda olanın kullanmak zorunda oldukları ulaşım araçlarının hiçbirinde maalesef sürekli tedbir alınmadı. Böyle olunca da salgın Nisan 2020'den itibaren Türkiye ve dünya genelinde sınıfsal bir karakter göstermeye, işçilerin, emekçilerin, yoksulların, ötekilerin, ezilenlerin hastalığı olmaya başladı. Artık onlarda çok sık görünüyor ve onları öldürüyor. Çünkü diğerleri korunabiliyor.
Çok önemli bir noktaya salgının sınıfsal niteliğine dikkat çektiniz. Bu son kapanma diye tarif ettikleri 17 günlük sokağa çıkma yasaklarında da benzer bir tablo ile karşılaştık. İşçiler çalışmaya devam ediyor. Aslında yapılması gereken ne, kapitalizm koşullarında bu ne kadar mümkün?
Türkiye'de ve dünyada insanların hastalanmaması, ölmemesi konusunda adımlar atılacaksa öncelikle fabrikalarda, toplu ulaşım araçlarında kalabalık ortamların yaratılmamasına çaba gösterilirdi. Vardiyalarda çalışan sayısının yüzde 50 azaltılması, çalışma sürelerinin 8 saatten 6 saate düşürülmesi, uzun aralar verilmesi, çalışma ortamlarının temiz hava ile havalanmasının sağlanması, maskenin, suyun, dezenfektan ve antiseptiklerin parasız dağıtılması, herkesin bu olanaklara eşit olarak ulaşmalarının sağlanması gibi... Böyle olsaydı ne okulları kapatmak gerekirdi, ne sağlık çalışanları ölürdü.
İKTİDAR TAAMMÜDEN BİZLERİN ÖLÜMÜNE SEBEBİYET VERİYOR
Bu yapılmıyor. Bunun yapılmaması iktidarın bizleri taammüden hastalandırması, taammüden bizlerin ölümüne sebebiyet vermesi anlamına geliyor. Hepimiz engellenebilir bir etken nedeniyle hastalanma ve ölme riskine açığız.
Kapanma dediğimiz şey bir doğalgaz borusu düşününün patlamış ve alev almış. Üzerine çok büyük kapasiteli sular dökerseniz anlık bir şekilde o alevin küçüldüğünü görebilirsiniz. Yangının söndürülebilmesinin yolu vananın kapatılmasıdır. İşte kapanma sadece doğalgaz borusunun yangınına su dökmektir. Esas mesele bu hastalıkla ilgili olarak söylüyorum 10 hastadan sadece ikisi belirti veriyor sekizi belirti vermiyor. Her 10 kişiden 8 kişi bilmeden hastalığı bulaştırmaya devam ediyor. Bunu toplumsal olarak çok yaygın bir biçimde, hiçbir para ödenmeden, doğru tanı koyabilecek kitler kullanılarak test yapılması gerekiyor. Bugüne kadar bu Türkiye'de maalesef hayata geçirilemedi. Hasta ile yan yanaydım diyenlere bile günümüzde test yapılmıyor maalesef. İnsanlar hangi kitin kullanıldığı bilinmeyen özel hastanelere gitmek zorunda kalıyorlar.
Yaygın test ve hasta olanların ortaya çıkartılması ve onlar saptandığında kamusal koşullarda yatması, beslenmesi sağlanarak sağlıklı kişilerden ayrılması gerekiyor. Bu kişilere temas etmiş henüz hastalığı ortaya çıkmamış kişilerin karantinaya alınması gerekiyor yine kamusal koşullarda. Yetmez. Eş zamanlı olarak fabrikaların, madenlerin, ulaşım araçlarının, çalışma alanlarının tümünün etkenin bulaşma özelliğine göre yeniden düzenlenmesi gerekiyor. Bunun kamusal olarak takip edilmesi gerekiyor.
130 ÜLKE AŞIYA ULAŞAMADI
Ve ne şanslıyız ki çok kısa sürede aşısı üretildi. Acil kullanım koşuluyla kullanımda Kasım ayından beri. Ama bakın 6 Nisan 2021 tarihi itibariyle dünyada 130 ülke aşıya başlamamış durumda. Türkiye nasıl sağlandığı, ne şekilde sağlandığı, hangi programın yapıldığı belli olmayan bir aşı programı uyguluyor. Bizde de aşı yeterince yapılması gerekenleri önceleyerek bir program dahilinde hem tedarik etmek, hem uygulamak yönünde çok büyük eksikliklerimiz ve aksaklıklarımız var. Bütün bunlar hep beraber yapılması gerekiyor.
AŞIDA ÖZEL MÜLKİYET İNSANLIK SUÇUDUR
Burada patent meselesine girmek gerekiyor. Genel olarak ilaçta patent sorunu söz konusuyken özellikle bu tür salgın dönemlerinde üretilen ilaçlara dair patentin aşıya ulaşımda ciddi bir sorun yarattığı ortada. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
Eğer sizde katılırsanız ben patent tanımını kullanmak istemiyorum. Çünkü Dünya Ticaret Örgütü'nün de çok büyük oyunlarıyla patentin dışında başka yükümlülükleri de var. Bilinen bir ilacın ya da aşının onu ürettiğini söyleyen, fikri mülkiyet hakkı ile ilgili olarak da kendi mülkü olarak ilan eden şirketin kullanım hakkının devredilmesi meselelerinde bir sürü formalite var. O bakımdan biz bildiğimizden şaşmayalım. Gelin buna mülkiyet diyelim. Aşının özel mülkiyeti ortadan kaldırılmalı, doğrudan doğruya toplumsal mülkiyete sahip olması gerekir. Peki neden?
PATENTİN KALDIRILMASI YETMEZ AŞI TOPLUMSAL MÜLKİYETE DÖNÜŞTÜRÜLMELİ
Dünya Sağlık Örgütü'nün 2021 7 Mayıs günü bildirimine göre bugün itibariyle dünyada 280 aşı çalışması var. Bunlardan 97 tanesi insan deneyi aşamasına gelmiş durumda, 13 tanesi acil kullanım izni ile insanlara uygulanıyor. 280 yerde çalışan ekipler var ve bunlar maalesef Küba dışında birer şirket adına çalışıyorlar. Yani tarihsel olarak insanlığın yüzyıllardır aşı ve virüsler konusunda biriktirdikleri bilgiler kullanılarak, bu şirketlere milyarlarca dolar toplumsal kaynaklar aktarılarak çalışmalar yürütülüyor. Ama ürün çıktığı andan itibaren onlar satmaya başlıyorlar. Şimdi düşünün bu hastalık dünyayı kasıp kavuruyor, hayatlar felç oldu, insanlar ölmeye devam ediyor ve bunu engelleyecek aşılar var, ama insanların büyük bir çoğunluğu bu aşıya ulaşamıyor. Bu akıl dışı. Bu insana karşıt bir durum. Kabul edilemez. Aşıda özel mülkiyet bir insanlık suçudur. Bunun da çözümü toplumsal mülkiyettir. Aşının patentinin kaldırılıp bir başka şirket tarafından üretilmesi insan hedefli üretimini sağlamaz. Yine kar için üretilecektir. Onun için toplumsal mülkiyeti talep etmemiz gerekiyor. Yani üretimde kamusal olmak durumundadır. Ülkelerin üretim kapasiteleri kamusal olarak bu işe entegre edilmelidir. Ve en kısa zamanda dünyada bütün insanların aşılanması sağlanmalıdır.
Neden bunun önemi var. Etken değişiklik gösteriyor dedik. Ne kadar çok kişi hastalanırsa bu virüsün değişiklik gösterme riski fazla. Böylece bugün etkilendiği aşıdan, etkilenmeyecek biçimleri de bu virüsün çıkabilir ortaya. Bu şirketler bile aşıyı yapıp stokladıklarında hiçbir işlevi olmayabilir. İnsanların yeni baştan aşılanması gerekebilir bu yeni varyantlar üzerinden. İşte yeni varyantlar daha fazla ortaya çıkmadan da herkesin bir an önce aşılanması gerekiyor. Bunun için de aşının özel mülkiyetten çıkartılıp toplumsal mülkiyete devredilmesi, devralınması gerekiyor.
Hangi aşı olursa olsun aşı olmaktan imtina etmeyelim. Ve aşıyı da maskeyi de iktidarın parasız olarak hepimize sağlaması gerçeğini bilince çıkartalım ve bunu bir toplumsal talebe dönüştürelim.