Haberin var mı?
19 Aralık katliamının yıl dönümünün yaklaştığı, Aysel Tuğluk'un hafızasını kaybetmeye başladığının duyurulduğu, hapishanelerde pandemi ile tecrit politikalarının arttığı bugünlerde Garibe'nin ölümü yeniden hapishanelerle kurduğumuz yüzeysel, biçimsel ilişkiyi sorgulattı. Garibe Gezer cinayeti, bir kez daha hapishanelerde yaşanan zulme karşı duyarsızlığımızı ve politik tutsaklara ilgisizliğimizi gün yüzüne çıkardı.
Garibe Gezer'in Kandıra 1 Nolu F Tipi Hapishanesi'ndeki beklenmedik ölümü suratımızda patladı. Garibe, Kandıra Hapishanesi'nde yaşadığı insanlık onuruna aykırı uygulamaları, taciz, tecavüz ve tecrit işkencelerini anlatmaya, kamuoyuna duyurmaya çalıştı. Bu çığlığı duyduk, duruma lanet okuduk. Ama durumunun değişmesi için onu sahiplendiğimizi gösteren hiçbir refleksimiz olmadı. Gazetelere yansıyan, sosyal medyaya düşen bir haber olarak okuduk. Tweet attık. Ve görevimizi yaptığımızı düşünerek vicdanımızı rahatlattık.
Hapishanelerde katledilen, tahliye edilmediği için hastalıktan ölen tutsakların yaşam öyküleriyle dolu yüreğimiz, beynimiz. Yaşam hikayesini öğreniyoruz Garibe'nin ölümüyle. Bir abisinin Kobanê serhildanında katledildiğini, bir abisinin katledilen abisini sormak için karakola gittiğinde ateş açıldığı için felç olduğunu, ailenin neredeyse tüm üyelerine dava açıldığını…
Garibe'nin ölümüyle yüzleşmek, bu ülkenin insanları olarak "insanlık sınavımız"dır. Hayattayken yaşadığı tüm zulümlerin, işkencelerin aynısı ölü bedenine de yapıldı. İşte tüm bunlar faşist rejimin, "En iyi Kürt ölü Kürt'tür" sözlerinin pratiğe dökülmüş hali, Kürt ulusuna yönelik inkarcı-katliamcı politikasının fotoğrafıdır. Hapishanelerden ölüm, infaz yakma, hücre cezası, hak gaspları haberleri gelmeye devam edecek. Çok üzüleceğiz, öfkeleneceğiz. Hayatın koşturmasına kapılıp unutacağız. Bazıları ise "Cezaevinde beslenen bir terörist öldü" diyerek, ırkçı-faşist zihniyetini sergilemeye devam edecek. İnsanlık sınavından geçtiğimiz bugünlerde bu sınavın bütünlemesi yok. Telafisi de yok.
19 Aralık katliamının yıl dönümünün yaklaştığı, Aysel Tuğluk'un hafızasını kaybetmeye başladığının duyurulduğu, hapishanelerde pandemi ile tecrit politikalarının arttığı bugünlerde Garibe'nin ölümü yeniden hapishanelerle kurduğumuz yüzeysel, biçimsel ilişkiyi sorgulattı. Garibe Gezer cinayeti, bir kez daha hapishanelerde yaşanan zulme karşı duyarsızlığımızı ve politik tutsaklara ilgisizliğimizi gün yüzüne çıkardı.
Hapishanede belki birilerinin hasta olduğu için ölebileceğini, birilerinin ailesinden uzak yerlere sürgüne gönderildiğini, birilerinin bekleme duygusunun içinde -avukat, görüş, tahliye, mektup- debelendiğini, ağırlaştırılmış müebbet cezası alan birinin sadece bir saat havalandırma hakkı olduğunu hep hatırlayalım. Hapishanelere ziyarete gitmenin, avukatların, insan hakları mücadelesi yürüten kurumların sahiplenmesinin, mektup yazmanın, bir selam göndermenin önemini hatırlayalım.
Hapishanedeki bir tutsağın dışarıyla bağlantısı yoksa umutsuzluğa kapılması mümkün. Bir insanın dışarı çıkma umudunun yok olması son nokta. Zulmün en büyüğü, en katmerlisi. Dünyayla bütün iletişimini koparmak, en ufak bir umut kırıntısına yer vermemek… Birini yapyalnız bir ıssız çöl ortasında, dipsiz kuyuda kaldığını düşündürmek… Kış ortasında kar etrafı sardığında, limansız olduğunu, etrafının sarıldığını hissetmek... Hiçbir zaman baharın gelmeyeceği duygusuna kapılmak… Umutlarınla cezalandırılmak… Yaşama şansın olan her şeyden uzak olduğunu düşünmeni sağlayarak soluksuz bırakmak… Sevdiklerini bir daha göremeyeceğini, sesini duyamayacağını düşünmek… Sadece gardiyanları görmek, demir kapının belli saatlerde açılma-kapama sesini duymak… Hücre cezası bitene kadar mektup almanın, vermenin, telefon etmenin, görüşe çıkmanın, televizyon ve radyo bulundurmanın yasak olduğunu bilmek… Hapishanelerde uygulanan tecrit politikası insanları kendi umutlarıyla asma ve kendi umutlarıyla tüketme politikasıdır.
Bundan dolayı sessizliğin içindeki sesi bulmaya, yüreğinin çengeline yıldızları takacak anları yakalamaya, ayın, yıldızların, güneşin en parlak olduğu anları hissetmeye, düşlerin sonsuzluğuna koşmaya, yalnız olmadığını yanında olunduğunu düşünmeye, dipsiz bir kuyuda değil de gökyüzüne merdivenler dayadığın anları hayal etmeye çalışır. Yolda yürürken, yemek yerken, bir dost sohbetinde, gökyüzüne bakarken hatırlayalım tutsakları. Bazen gökyüzünün maviliğine bakmalarını, renkli kuyruklu uçurtma uçurmalarını, uçan bir kuşa el sallamalarını sağlayalım. Ezilen halkların yanlarında olduğunu gösterelim. Unutulmadıklarını, sevdikleri olarak onların yanlarında, omuzbaşlarında olduğumuzu hissettirelim. Bir süre sonra sadece hapishanelerdekilerin birbiriyle mektuplaştığını, dayanışma örgütlediğini unutmayalım.
Tutsak ailelerini ziyaret etmenin, aramanın, onların görüşe gitmesini sağlayacak dayanışmanın örgütlenmesinin ne kadar önemli olduğunu bir kere daha kendimize ve çevremize hatırlatalım. Görüş günlerini bir devrimci eylem gibi düşünüp, görüşe gitmeyi örgütleyelim. Uzun yıllardır görüşüne gidilmeyen tutsakların listesini çıkaralım.
Artık hapishanelerde Aysel Tuğluk hastalanmadan, Garibe Gezer ölmeden sahip çıkalım. Seslerini ya yakınlarıyla, ya tutsaklara sahip çıkan platformlarla duyuruyorlar. Eğer bir tutsak siyasette biraz tanınmış değilse veya sesini dışarıya taşıyacak bir yakını yoksa sesini duyurması neredeyse imkansız gibi.
Unutmayalım hapishanelerde voltaların, yemek masalarının, görüş ve telefon sonrası tüm sohbetlerin konusu dışarıdaki sevdikleri, yoldaşları ve mücadeleleridir. Hapishanelerin 'kimsesizler mezarlığı' olmadığını hatırlayalım, hatırlatalım. Tanısak da tanımasak da yılın belli günlerinde kısacık da olsa mektup, kart, selam, küçük bir hediye gönderelim. Kapılarını çalalım. Karanlıkları aydınlığa çevirelim. Güneş, ay, yıldız, mavi, yeşil olalım hapishanedekilere.
Unutmayalım, on binlerce tutsak hiçbir somut delile dayandırılmadan, uydurulmuş ifadelerle yargılanıp ceza alıyor. Faşist rejimin polisi, jandarması, yargısı, hapishaneleri, Adli Tıp Kurumu oldukça ve bu rejim yıkılmadığı sürece bizler dışarıdakiler olarak daha çok tutsağın cenazesini alırız. Bu faşist iktidar ne Garibe'nin ne Aysel Tuğluk'un sorumluluğunu alacak. Bu iktidarın en vahşi yüzünü hapishanedeki tutsaklar yaşadı, biz tutsakların talepleri için mücadele etmediğimiz sürece yaşamaya da devam edecek.
Gün gelecek o demir kapılar açılacak. Ve toplumsal mücadelede bize yol gösterenler, direnenler, umudunu büyütenler, uzun yıllar hapiste kalmasına rağmen yüreği genç kalanlar insanlığa ve vicdanımıza selam söyleyecekler. O zaman bizde bir selam söyleyelim onlara. Bizde beton duvarlar, demir kapılar ardında yalnız olmadıklarını yeni yıla girerken mektup, kart yazarak, küçük bir hediye göndererek gösterelim. Faşist rejime, tutsakları hapishanelerde yalnız bırakmayacağımızı, unutmayacağımızı gösterelim.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 17 Aralık tarihli 41. sayı Özgür Kadın köşesi.