25 Kasım 2024 Pazartesi

Genel grev genel direniş zamanı

Burjuvazi ve onun devleti kendisini korumak için krizde asgari ücreti düşük, halkı aç ve işsiz tutmak mecburiyetindedir. Ancak biz burjuvaziye mecbur değiliz! Ekonominin düzelmesi için bizim ucuz, işsiz ve güvencesiz olmamız gerekiyorsa, o ekonominin de, o ekonomiyi koruyan devletin de, o devleti dokunulmaz kılan polisin ve askerin de yerin dibine batmasında hiçbir sakınca yoktur. Bugün genel grev-genel direniş ilan etme zamanıdır. Sendikalar genel grev ilan ederek her işyerinde süresiz genel grev kararı almalı, emekçi sol güçler her havzada, mahallede komiteler oluşturup direnişe geçmelidir.

2020 için asgari ücret asgari geçim indirimi dahil net 2 bin 324 TL olarak ilan edildi. Yani 2019'da resmi gıda enflasyonunun bile yüzde 21, elektrik ve doğalgaza gelen zamların yüzde 32 olduğu bu kriz koşullarında devletin işçi sınıfına reva gördüğü zam oranı sadece yüzde 15'te kaldı.

Faşist diktatörün o alışıldık hamlesiyle bu rakamı birazcık arttırıp bir lütufmuş gibi gösterme ihtimali olsa da, 4 kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının yaklaşık 7 bin TL olduğu yerde 3 bin 500 TL'nin altında kalacak her rakam yoksulluktan ve çaresizlikten kendini asan, zehirleyen işçi ve emekçilere bir hakaret olacaktır.

Faşizmin insanca yaşamaya yetecek bir asgari ücret verebilmesinin imkanı zaten yoktu. Yarın da olmayacak. Çünkü patronlar sendikası olan TİSK'in de dile getirdiği gibi, yüksek (siz onu “insanî” diye okuyun) bir asgari ücret diğer yerli ve yabancı yatırımların diğer ülkelere kaptırılmasına yol açacak, böylece işçi ve emekçiler hepten aç ve işsiz kalacaklardır.

Bu, gerçekten de böyledir. Zira asgari ücret Türkiye kapitalizmi için kilit ücrettir. İşçi ve emekçilerin yaklaşık yarısı asgari ücret ve altında ücret almakta, kalanların ücreti de bu tutarın hemen üstünde birikmektedir. Dolayısıyla asgari ücret nasıl hareket ederse, tüm ücretler ona yapışık bir şekilde hareket eder. Bu sebeple emperyalist üretim işbölümündeki rolü uluslararası tekellerin ucuz işgücüne sahip montaj üslerinden biri olmak olan, iç pazar odağı ve hakimiyeti 40 sene önce yitmiş olan Türkiye kapitalizmi için asgari ücretteki artışın enflasyon oranının altında artması bu kriz koşullarında adeta farzdır. Aksi halde sadece yabancı yatırımcı fabrikasını buraya taşımaktan vazgeçmez, yerli sermaye bile tası tarağı toplayıp fabrikaları Mısır'a, Bulgaristan'a, Brezilya'ya vb. taşır. Bu, sermayenin içinde bulunduğumuz emperyalist küreselleşme evresindeki temel hareket tarzıdır. Çünkü kapılar meta ve sermaye dolaşımı için artık ardına kadar açıktır.

Kısacası burjuvazi ve onun devleti kendisini korumak için krizde asgari ücreti düşük, halkı aç ve işsiz tutmak mecburiyetindedir. Ancak biz burjuvaziye mecbur değiliz! Ekonominin düzelmesi için bizim ucuz, işsiz ve güvencesiz olmamız gerekiyorsa, o ekonominin de, o ekonomiyi koruyan devletin de, o devleti dokunulmaz kılan polisin ve askerin de yerin dibine batmasında hiçbir sakınca yoktur. 

Bu batışı hızlandırmak; yoksulluğun ve işsizliğin dayanılmaz acısına son vermek; çaresizlikten kendini ateşe veren, asan, zehirleyen işçi ve emekçilerin canına rahmet olmak ve hepsinden önemlisi haysiyetimizi geri kazanmak için bugün genel grev-genel direniş ilan etme zamanıdır. Sendikalar genel grev ilan ederek her işyerinde süresiz genel grev kararı almalı, emekçi sol güçler her havzada, mahallede komiteler oluşturup direnişe geçmelidir. 

Türkiye'de güncel olan devrim demokratik devrim olduğundan, genel grev-genel direniş sadece insanca yaşamaya yetecek ekonomik önlemleri değil, bunu garantiye alacak ve sosyalizm kavgasını büyütmenin koşulları olan siyasal hedefleri de içermelidir. Bu hedefler de tüm halkın sınırsız söz, eylem, basın, örgütlenme ve toplantı özgürlüklerine kavuşması, halkın doğrudan devlet yönetimine katılması ve ulusların kendi kaderini tayin hakkı yani toplamda kısaca “politik özgürlük” olmalıdır Aksi halde eylemi ne kadar radikal gözükürse gözüksün, sorunun kökeni olan burjuva-faşizmi hedefine koymadığından düzenin siyasi boyutuna dokunmayacak, kendini sadece bir “talep” ile sınırlandırmış olacaktır.

Genel grev-genel direniş hedefi her şeyden önce zamansal olarak yerinde olacaktır. Toplumda bir avuç asalağın spor araba ve yatlarda yaşadığı, kendine 5 maaş birden bağladığı, kamu kaynaklarını birbirlerine peşkeş çektiği, özel uçakla Ankara'ya Bitlis'ten büryan kebabı getirttiği ama buna karşılık milyonların sefaletten kırıldığı; işsizliğin Cumhuriyet tarihi rekorlarını alt-üst ettiği ve çaresizlik intiharlarının başladığı bugünlerde toplumun en geniş kesimini doğrudan etkileyen temel konulardan biri olan asgari ücretteki bu rezillik toplumsal öfkeyi akmak istediği siyasi mücadele kabına yönlendirme şansı sağlayabilir, böylece halihazırda yürüyen özgürlük mücadeleleri ile bu şekilde kitlesel bir bütünleşme gerçekleşebilir.

İkincisi, bu hedef bugüne kadar mücadeleyi seçimler dışında somut bir zemine, araca ve hedefe oturtma konusunda yaşadığımız sıkıntılara da bir çözüm olabilecektir. Zira genel grev de, genel direniş de içerik ve biçim açısından alabildiğine somut hedeflerdir: kitlelere yapacakları bir iş, toplanacakları bir adres sunar.

Üçüncüsü, böyle bir hedef burjuva muhalefetin soğurabilme ve yedekleyebilme ihtimali en az olan hedeflerden biri olacaktır, çünkü sınıfsal temsiliyeti gereği asla ve asla böyle bir talebi arkalayabilme ihtimali yoktur. Yapacağı, en fazla karşı-propaganda olabilir ki, bu da burjuva muhalefetten beklenti içinde olanları susturmak ve rejimin solunu yalıtmak için bizlere büyük bir fırsat sunar.

Dördüncüsü, böyle bir iradi karar, dünyadaki grev ve halk isyanı dalgalarının yarattığı moral ve cesaret duygusunun beden bulmasına yol açar, proletarya enternasyonalizmine bir zincir daha eklememizi sağlar. Sömürünün tek tek ülkeler içinde değil, yukarıda anlattığımız şekilde küresel ölçekte gerçekleştiği emperyalist küreselleşme evresinde, böyle bir adım bizi kurtuluşumuza daha da yaklaştırır. 

Genel grev-genel direniş denince akla ilk gelen sendika üye sayılarının yetersizliğinin, işçi sınıfının örgütsüzlüğünün böyle bir hedefi gerçekleştirmeye yetmeyeceğidir. Bunda elbette bir gerçeklik payı vardır. Ancak ondan çok daha gerçek olan şey şudur: sendikalar bu zulme doğrudan ya da dolaylı olarak sessiz kalıp, rıza gösterdikçe o çok dert edilen üye sayıları artmayacak, daha da azalacaktır.

Kaldı ki, halihazırda sendikal örgütlülükteki dünyasal düşüşün nesnel nedeni üretim süreçlerinin dünyasallaşması, işyeri ölçeğinin küçülmesi, emeğin statü olarak elli parçaya bölünmesi ve kronik kitlesel işsizlik ise, öznel nedeni de sendikaların buna karşı savaşmayı değil, mevcut üye sayılarını korumaya ve bu doğrultuda sınıf işbirlikçiliğine saplanmış olmalarıdır. Madem kapitalizm kendi büyürken işçiye de ucundan damlattığı ve sendikaları bunun paylaşımında muhatap almak zorunda kaldığı o sınırlı “altın çağını” 40 yıl öncede bırakıp vahşi köklerine geri dönmüştür, madem sosyal barışı satın alma rezervlerini tüketmiştir, o halde sendikaların bahsedilegelen krizi de esas olarak aynı “altın çağın” üye sayısı artışına ve TİS kazanımlarına dayalı strateji ile değil, işçi hareketinin köklerine dönülerek, yani fiili meşru mücadele ile, kavga ile aşılacaktır. Diğer bir deyişle, eskiden farklı olarak reformist sendikacılığın gidecek bir yeri kalmamıştır, kendini devrime ve sosyalizme bağlamak zorundadır. Bu, “azla yetinme”, “mâkul olma” meselesi değil, var olup olmama meselesidir artık.

Şüphesiz ki süresiz bir genel grev-genel direniş eylemi çok iyi hazırlanılması gereken ve somut maddi kaynaklara ihtiyaç duyulan bir eylemdir. Öncelikle nasıl koordine edilecektir, somut hedefleri ne olacaktır? Dahası, yüz binlerce ve belki de milyonlarca işçinin ücret almadan girişeceği böyle bir eylemin altından sendikaların kalkabilmesi mümkün müdür?

Bunlar elbette ciddi sorulardır ve tam bir fizibilite yapabilmek bu yazının amacını aşar. Ancak “olmazlardan” bakmaya alışmışsak, öncelikle şunu düşünmemiz gerekir: Bugüne kadar en büyük “olmazımız” kitlelerin öfkesini doğru anda, birleşik bir düzen dışı kanala aktarabilme ihtimalimizdi. Toplumsal gerilimin birikmişliği karşısında işçi sınıfına yönelik böyle bir ortaklaştırıcı saldırının bir çok şeyi mümkün kıldığı bu anda sendika bütçelerinin ve koordinasyon sorunlarının görece ikincil kalacağını kabul etmemiz gerekir. Kaldı ki Gezi'de kimse direniş alanlarının sosyal idamesini önceden planlanmamış, kitleler (ve hatta öncüler) bir çok şeyi “iş üstünde” öğrenmişti.

Özetle, yarın İstanbul'un bir Paris, bir Şili, bir Irak olmaması için hiçbir sebep yok. Sendikal ve siyasi öncülerin doğru ve kararlı bir hamlesi gergin oku yayından tam hedefine doğru fırlatabilir ve bizi her geçen gün daha yoksul ve çaresiz bırakan bu düzenin kalbine ilk ölümcül vuruşu gerçekleştirebilir. Bunun için gereken şey herhangi bir şeyin olgunlaşmasını beklemek değil, dalında çürümeye yüz tutan meyveyi koparıp alacak iradeyi göstermektir.