19 Eylül 2024 Perşembe

Gazeteci Halit Ermiş: Sandık darbesini halklar boşa çıkartabilir

Tükriye'de OHAL koşullarında gerçekleşen seçimlerede demokratik iradeninde ortaya çıktığını söyleyemeyiz. Bir yerde silah zoruyla insanlar bir partiye oy kullanmaya zorlanıyorsa orada demokrasi yoktur irade yoktur. Orada seçimlerin insanların istedikleri gibi sandıkta iradelerini yansıtma durumu yoktur. Bir yerde sankdıkların yerleri çok keyfi bir şekilde değiştirliyorsa orada demokratik bir iradeden bahsedemeyiz.
Türkiye ve Kuzey Kürdistan'ın yanı sıra Rojava ve Kuzey Suriye'yi katliamlar ve işgal saldırılarına maruz bırakarak iktidarını sürdüren AKP Hükümeti, 24 Haziran'da faşist MHP'yi de yanına alarak baskın seçim gerçekleştirdi.
 
24 Haziran baskın seçimlerinden sonra Türkiye ve bölgedeki olası gelişmeleri şekillenecek yeni dönem politikasını Yeni Özgür Poltitka Gazetesi yazarı ve deneyimli gazeteci Halit Ermiş'le konuştuk.
 
"Cumhur ittifakı" dışında herkes sandık güvenliği vurgusu ile seçmenlerine sandıkları koruma çağrısı yaptı. Ancak iktidar yine de oyları çaldı. Sandıkları korumanın güvencesi nedir?
 
Sorun sadece HDP'nin tedbir alması değildir. Devleti ele geçiren AKP'nin çok ciddi anlamda bir organizasyonu var devletin bütün imkanlarını kullanarak her türlü haksızlığı kendine meşru görerek seçimlere ipotek koyma durumu var. Aslında seçimler bir formaliteden ibaret kalıyor Türkiye de. Bu sadece Türkiye ile de ilgili durum değil aslında. Giderek dünyada yapılan birçok yerdeki seçimler hilelerle, yolsuzluklarla gündeme geliyor. Dikkat ettiyseniz seçim sonuçları açıklanmadan resmi olarak Erdoğan kendi zaferini ilan etti.
 
Yapılan seçimler sadece bu yapılan hileyi meşrulaştırmanın bir aracı haline getirildi. Liberal demokraside seçimler yoluyla aslında kendi iktidarlarını kendi egemenliklerini toplumun üzerindeki hakimiyetlerini baskıyla şiddetle her türlü yasa dışı uygulamalarla meşru bir kılıfa sokuyorlar. Türkiye'de tamamen gerçekleşen de budur. Kaldı ki OHAL koşullarında seçimlere girildi, seçim kararı oldukça tartışmalı bir şey. Toplumda hiç kimse AKP hükümetine ses çıkartamazken demokratik bir seçim beklemek mümkün değildir. Dolaysıyla seçimlerde mükerrer oyların kullanılması, kullanılan oyların yakılması, çöplüklerden çıkması artık gelenek haline de gelmiş. Olağanüstü koşullarda da zaten bu durum hiç de şaşırtıcı değildir.
 
BASKI ALTINDA GERÇEKLEŞEN SEÇİMLERİN HİÇBİR MEŞRULUĞU YOKTUR
 
Gerçekleştirilen seçimlerde halkın iradesinin sandığa yansıdığını ve halkın demokratik, özgür bir şekilde sandığa gidip oyunu kullandığını söylemek mümkünmüdür?
 
12 Eylül koşullarında nasıl demokratik bir seçimden söz edilemiyecekse bugün Türkiye'de OHAL koşullarında gerçekleşen seçimlerede demokratik iradeninde ortaya çıktığını söyleyemeyiz. Bir yerde silah zoruyla insanlar bir partiye oy kullanmaya zorlanıyorsa orada demokrasi yoktur irade yoktur. Orada seçimlerin insanların istedikleri gibi sandıkta iradelerini yansıtma durumu yoktur. Bir yerde sankdıkların yerleri çok keyfi bir şekilde değiştirliyorsa orada demokratik bir iradeden bahsedemeyiz. Türkiye'de gerçekleştirilen 24 Haziran seçimlerinin hiçbir meşruyeti yoktur.
 
HDP bütün engellemelere rağmen TBMM'ye vekil göndermeyi başardı. Özellikle halkların iradesinin temsil edilmesi noktasında ciddi bir oy aldı. Nitekim Meclis'te 3. büyük partinin eşbaşkanı Pervin Buldan, İçişleri Bakanı Soylu tarafından tehdit edildiğini açıkladı. Bunu nasıl değerlendirmek gerekir?
 
Propaganda sürecinde Erdoğan'ın ortaya çıkan bazı görüntüleri oldu. Bu görüntülerde, HDP'nin kesinlikle parlementoya girmesinin engellenmesi gerektiğini açık bir şekilde toplantılarında vurguladı. Erdoğan HDP'yi 'terörist' bir parti olarak nitelendirdi ve 'teröristler bu dönemde parlementoda olmayacak' şeklinde açıklamlarda bulundu ve hedef gösterdi. Seçimler öncesi HDP'ye yönelik gerçekleştirilen AKP polisinin operasyonları ile partinin bütün öncü güçleri tutuklanarak hapishanelere konuldu. HDP'li olmak artık Türkiye'de çok zor bir durumdur. Artık AKP tehditlerini bir üst aşamaya taşıdı Pervin Buldan'ın açıklaması bunu net birşekilde ortaya koyuyor.
 
SÜLEYMAN SOYLU TÜRKİYE'NİN GELDİĞİ NOKTAYI GÖSTERİYOR
 
Bir ülkede yasaları uygulamakla hükümlü olan toplumun bütün kesimlerine karşı sorumluluğu olan ve görevlerini yerine getirmesi gereken kişi, bütün yasaları çiğneyerek bir partinin eşbaşkanını tehdit edebiliyor. Süleyman Soylu'nun gerçekleştiridiği tehdit yasalar bakımından suçtur. Bu tehdit karşısında yargıçların görevlerini yerine getirmesi ve soruşturma başlatarak görevinden el çektirmeleri gerekirdi. Bu tehdit açıklaması Türkiye bakımından korkunç bir durumdur. Milyonlarca kişnin oyunu almış, demokrasi zemininde siyaset yürüten ve meclisin 3. büyük partisi bu tarz bir tehdite maruz kalabiliyorsa bence bu Türkiye'nin geldiği noktayı gösteriyor.
 
Bütün bu anti demokratik koşullara rağmen HDP'nin milyonlarca kişinin oyunu alarak barajı aşması tarihi bir zaferdir. Bu seçimlerde aslında HDP ile devlet yarışmıştır. Seçimlerden önce Tansu Çiller gibi derin devleti temsil eden bu kişi Erdoğan'ın yanında hareket ediyor, mitingte görüntü veriyor. Bu bir mesajdır, bunun perde arkasında derin devlet ve Erdoğan'ın sıkı ilişkileri vardır. MHP'nin Erdoğan ile kader birlikteliğine gitmesi çok sıradan bir itifak olarak değerlendirmemek gerekir. Erdoğan ile Bahçeli'nin veya AKP ile MHP'nin bir araya gelmesi herhangi bir siyasi partiler arası ittifak değildir. Bu itifaka karşı Türkiye'deki demokratik güçlerin tercihlerini HDP'den yana kullanmaları ve elde ettikleri sonuç oldukça önemlidir.
 
24 Haziran'da Türkiye ve Kuzey Kürdistan'da gerçekleştirilen seçimlerin Kuzey Suriye devrimine etkileri nasıl olacak?
 
Erdoğan seçimde iktidarı ele geçirmesi, benim kanaatimle uluslararası güçlerden onların desteğinden ayrı bir durum değildir. Ortadoğu dediğimizde insanların kafasında sadece harita şekillenebilir ama harita ile birlikte burada sistem kendi içerisinde yeni bir dizayna gidiyor. Dolayısıyla kendi önlerinde engel gördüklerini bir şekilde saf dışı bırakmak gibi bir yaklaşım siyaseti izleniyor. Kiminle itifak yapacaklarını, bölgenin dinamiklerinden kimi katabileceklerini, bunun için kimleri daha iyi kullanabilirler, uluslararası güçler buna oldukça dikkat ediyor. Kimi hangi güce karşı nasıl kullanacaklarının hesabını oldukça iyi yapıyorlar.
 
Erdoğan iç ve dış siyaseti tamamıyla anti Kürtlük üzerinden kurduğu için uluslararası güçler bu durumu bizden daha iyi biliyorlar. Erdoğan, mutlak anlamda Kürtlerin özgür demokratik iradesini tasfiye edebilmek için her türlü tavizi vermeye hazır. Erdoğan şimdiye kadar bunu yaptı. Öyle bir görüntü veriyor ki, sanki bütün uluslararası güçlere rağmen Efrin'e bir saldırı gerçekleştirebildi. Bir algı yaratma operasyonuydu. Kesinlikle öyle bir durum yok. Eğer uluslararası güçler bunun itifakını sağlamamış olsaydı, Erdoğan'ın Ortadoğu'da böyle hareket yapması mümkün değildi.
 
KUZEY SURİYE'DEKİ KAZANIMLARI TASFİYE ETME YOLUNU İZLEYECEKLER
 
Şimdi yeni dönemde Kürt özgürlük hareketini tasfiye edebilmek için 4 Haziran'da ABD'de gerçekleştirilen Pompeo ve Mevlüt Çavuşoğlu görüşmesinde neler konuşuldu, Ne tür kararlar alındı, ne tür tavizler verildi, ABD ne tür vaatlerde bulundu? Yine daha öncesinde Erdoğan'ın gerçekleştiridiği İngiltere'de Teresa May ile yapılan görüşmede neler konuşuldu? Teresa May durup dururken neden "Kürt terörizmi"nden söz etti. Bunlar oldukça önemlidir ve yeni dönemde Türk devletinin Ortadoğu ve Kürt siyasetinin birer işaretleridir. Erdoğan mutlak anlamda Rojava ve Kuzey Suriye'nin elde ettiği kazanımları tasfiye etmek için uluslararası güçleri arkasına almaya çalışacaktır. Sadece Rojava'da değil bölgedeki bütün Kürt kazanımlarını Kürt hareketlerini tasfiye edebilmek adına her türlü anlaşmayı yapabilecek ve taviz verecektir. Küresel güçler bütünüyle arkasında dururlar mı durmazlar mı? Önümüzdeki süreçte göreceğiz. Çünkü sonuçta bütün bu anlaşmalar yada bütün itifaklar özellikle kaos ortamında değişkendir. Bunlar karşısında verilecek mücadele bir çok şeyi değiştirebilir. Örneğin, dün Astana üçlüsü vardı, bugün artık Astana üçlüsünden söz edilemez. Yada böyle bir üçlününün gelecekte birlikte hareket edebilmesinden söz edilemez. Çünkü bölgede durumlar değişti. Şimdi okların hepsi İran'a döndü. Türkiye küresel güçlere rağmen İran'ın yanında yer alabilecek mi? Rusya aynı şekilde İran ile itifakını, Türkiye ile itifakını eskisi gibi sürdürebilecek mi? Yada Türkiye, Rusya ile itifakını aynı şekilde eskisi gibi sürdürebilecek mi? Türkiye, Rusya ile itifakını aynı şekilde sürdürürürse diğer baskın güçler, NATO ne diyecek? Bütün bunlar hesaba katılarak Erdoğan'ın yeni dönemdeki Kürt siyaseti şekillenecektir.
 
Erdoğan, Kürtlerin bütün kazanımlarını tasfiye etmeye çalışacaktır. Bunu mutlak anlamda nihayete erdirmeye çalışacaktır.
 
AKP- MHP İTİFAKI YENİ KATLİAMLARIN İŞARETİDİR
 
Bahçeli ile Erdoğan'ın itifak yapması sıradan bir durum değildir. Şimdi bu güçler bu anlamda Kürt özgürlük mücadelesini tasfiye etmek üzere bir araya geldi. Yarın veya sonraki günler Ergenekon davasından tutuklanmış ve ceza verilmiş bir sürü kişi cezaevlerinden çıkarılabilir. Bunların hepsinin perde arkasında bir anlaşma vardır. Yeni bir iç saldırı dalgası ortaya çıkarabilirler. Buna karşı Kürtler daha etkili bir mücadele geliştrireceklerdir. Çok zor ve çok yönlü bir süreçtir. Buna karşı da herkesin bence rehavete kapılmadan yaşamın gelişimi doğrultusunu ön görmesi ve buna göre tedbir alması en doğru seçenektir.