23 Kasım 2024 Cumartesi

Gazeteci Cudi: DAİŞ'lilerin ülkelerinde yargılanmalarının yolu açılsın

Gazeteci Sinan Cudi DAİŞ çete üyelerinin yargılanması için Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimin çağrısıyla yapılacak olan uluslararası mahkemeleri değerlendirdi.

Gazeteci Sinan Cudi Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetiminin çağrısıyla DAİŞ çete üyelerinin yargılanacağı uluslararası mahkemeler gündemini Özgür Rojava Programında değerlendirdi. Sinan Cudi, gerçekleşecek mahkemelere ilişkin değişik ülkelerden avukatların ve siyasi kurum temsilcilerinin de katılma taleplerinin olduğu bilgisini verdi. Cudi, "Mahkemelerde DAİŞ'i oluşturan sistemin payının da ortaya konması gerekiyor" dedi.

Sinan Cudi'nin Özgür Tv'nin sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

DAİŞ çetesinin insanlığa karşı işlediği suçlar söz konusu olduğunda geçen süreci değerlendirebilir misiniz?
3 Ağustosun yıldönümündeyiz. Bu vesileyle Şengal direnişinde yaşamını yitiren devrimciler, savaşçılar şahsında tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyorum. DAİŞ'in ismi yaptığı suçlardan önce netleştirilmesi gereken bir husus. DAİŞ'in ne olduğuna ilişkin görüşler belki de bize onun işlediği suçların niteliğini de daha net gösterebilir. Bu anlamıyla DAİŞ gerçekten iddia ettiği gibi islami değerlere dayalı gerçek müslümanların cihad fikriyle bezeli bir devrimsel hareket olarak adlandırdığı gibi miydi? Ya da DAİŞ bir tepki olarak mı ortaya çıktı? El Kaide'nin devamı olarak özellikle emperyalist yayılmacılığa karşı Ortadoğu'nun sesi miydi? Yoksa gerçekten uluslararası güçler tarafından koşulları oluşturulup, tüm yönetici kadroların özenle geçmesi gereken süreçlere tabi tutularak yetiştirildikleri ve Ortadoğu'ya müdahale amaçlarını güçlendirecek Ortadoğu ve dünya sistemini kendi çıkarları çerçevesinde oluşturabilecekleri bir zemini hazırlamanın aracı olarak mı kullandılar? Böyle bir örgüt müydü? Bu konuda aslında biraz DAİŞ'lilerin işledikleri suçları, insanlığa karşı işlenen suçları sadece DAİŞ şahsında mı değerlendirmeliyiz, adlandırmalı mıyız? Yoksa acaba DAİŞ'i oluşturan ve ortaya çıkaran sistemin içerisinde mi aramamız gerekiyor? Bu noktalar biraz daha geniş kapsamlı tartışmaları da gerektiriyor.

DAİŞ'İ OLUŞTURAN SİSTEMİN PAYININ DA ORTAYA KONMASI GEREKİYOR
Sonuç itibariyle biliyoruz ki DAİŞ'in oluştuğu zemin biraz da emperyalist güçlerin Amerika öncülüğünde ikinci emperyalist paylaşım savaşı sonrası "Komünist Yayılmacılık" diye adlandırdıkları Rusya'nın güneye akışının önünü almak için Pakistan, Afganistan hattında yine Türkiye, İran hattında oluşturdukları bir kuşaktı. Bunu zaten jeostratejik kuşaklar içerisinde değerlendirmek mümkün. Aslında buna karşılık geliyor. Bu çerçevede değerlendirdiğimizde DAİŞ'i esasında toplumsal ve sosyalist bir yaşamın önünde durabilmek için geliştirdikleri din eksenli siyasetin bir sonucu olarak okumak gerekiyor. O yüzden o çerçeveden yaklaştığımızda aslında DAİŞ'in bugüne kadar işlediği tüm suçları kapitalist modernitenin, ulus devlet sisteminin, bunları güvence altına alan uluslararası hukuk denilen tiyatronun sonucu olduğunu görmek gerekiyor. DAİŞ yargılanıyorsa ya da DAİŞ'in suçları masaya yatırılıyorsa bunu oluşturan sistemin suçlardaki payının da mutlaka görülüp ortaya konması gerekiyor. Yoksa tek başına işte 100-200-500 savaşçı gelmiş silah almış eline gitmiş suç işlemiş değil. Yani buna terörist dersin, buna yabancı savaşçı dersin, yabancı terörist savaşçı dersin ismini de söylersin, terörist dersin fark etmez. Sonuç itibariyle hiçbir olgu sadece oluştuğu ya da eyleme geçtiği anla sınırlı tutulamaz. Bu anlamıyla bence DAİŞ'in işlediği suçların kategorileştirilmesini de bu sistemsel gerçeklikten bağımsız ele almamalıyız.

NASIL OLDU DA 6 AY İÇİNDE DAİŞ DÜNYANIN DÖRT TARAFINDAN RADİKAL BİR UNSUR OLDU
2001'de işte İslami kuşak, yeşil kuşak dendi. Ardı sıra onun üzerinden yetişen bir Taliban gerçeği bunun içerisinden ya da yanından gelişen bir El Kaide gerçeği var. Radikalleşen kolların, Ortadoğu coğrafyasına yerleştirmesi özellikle 2003 Irak işgali sonrasında radikalleşme, örgütlenme çabaları sonucunda oluştu. Evet ama bunu görmeden, gerçek müsebbibleri değerlendirmeden DAİŞ'in işlediği suçları kategorize etmeye geçmemeliyiz. Bunu yaptığımızda net olarak şunu görebiliyoruz ki aslında DAİŞ önü açılmış, oluşturulmuş, örgütlendirilmiş bir suç örgütüdür. Kim tarafından? Kesinlikle emperyalist yayılmacılığı gerçekleştiren güçler tarafından. Öncüleri kimlerdir bunun? Mesela 2003 süreçlerindeki cezaevi fotoğraflarını hatırlıyoruz değil mi? Irak Ebu Gureyb cezaevinde Amerikalı bir kadın askerin üst üste yığılmış çıplak erkeklere köpekle saldırdığı fotoğraflar ya da işkence edilen fotoğraflar. Yine Guantanamo dediğimiz hukuksuz, belki de o yargılama süreci… Kimdi, onlar, ne kadar yargılandılar? Yine Amerika'nın ya da NATO'nun gizli örgütü Gladio'nun dünyanın değişik bölgelerinde oluşturduğu hapishanelerdeki pratikleri de ortadadır. Bunu bir meşruiyet oluşturma anlamında söylemiyorum. Tabii ki kesinlikle böyle değil. Net olan bir şey bunu biliyoruz. Görmek açısından geçtiğimiz sene mesela DAİŞ'in yüze yakın komutan ve yöneticilerinin ismi yayınlandı. Neredeyse hepsi aynı zamanda Guantanmo'da tutuklu bulunan kişilerdi. Yani burada nasıl bir ilişki vardı? Yine Ebu Gureyb'ten çıkanlar, yine Suriye zindanlarından çıkanlar. Avrupa'nın değişik ülkelerinden güçlendirme amaçlı tüm radikal cihadist düşünce sahibi kişilerin önlerinin açılması, sevk edilmesi, teşvik edilmesi… Ortadoğu'ya gelip DAİŞ'e katılması, savaş yürütmesi. Bunların hepsi teker teker incelenmesi gereken olgulardır. Bunlar nasıl bu kadar rahat toparlandı? Nasıl oldu da altı ay içerisinde dünyanın dört bir tarafından binlerce savaşçı ya da işte radikal unsur geldi, DAİŞ'e katıldı ve DAİŞ bu kadar muazzam bir güce kavuştu.

21. YÜZYIL BAŞINDA ÖZGÜRLÜK MÜCADELESİNDE MUAZZAM BİR ÇIKIŞ YAKALANMIŞTI
Bunun zemini oluşturuldu. Bilinçli olarak neye karşı oluşturulduğu sorusu bunun karşısına çıkıyor. DAİŞ gibi bir örgüt ne için yaratıldı? İşte o anlamıyla diyorum yani. Hani mesela ‘91 körfez savaşı, 2003 Irak işgaline sebep veren El Kaide'nin Amerika ikiz kule saldırıları, Pentagon saldırıları. Şimdi bunların hepsini bir süreç olarak görmek ve aslında NATO'nun Batı dünyasının jeostratejik hedefleri doğrultusunda oluşturulmuş, yeşil kuşak oluşturmaya çalıştıkları ılımlı İslam ki buna siyasi İslam deniyor. Bunları görmeden ben, biz bunu tam değerlendiremeyiz. Oluşum orada başladı. Bu bir hedeftir ve bunun oluşması için her türlü zemin bilinçli bir şekilde planlandı. Kime karşı Ortadoğu'nun devrimcilerine, demokratlarına, özgürlük arayışçılarına, bundan güç alan dünyanın dört bir tarafındaki sol sosyalist, demokrat devrimcilerine yönelik bir müdahaleydi aslında. 21. yüzyılın başlangıcında özgürlük mücadelesi, devrimcilik, solculuk kapitalist sistem ve ulus devlet sistemine karşı muazzam bir çıkış yakalanmıştı. Bunun sonlandırılmasına yönelik bunun önüne geçilmesi ve gerçekten kapitalist sistemi sürdüren ulus devlet endüstriyalizmi ve kapitalist sistemi engelleyebilecek, onların Ortadoğu gibi yıllardır nüfuz etmeye çalıştıkları bir coğrafyaya nüfuz etmelerini, bir karşıtlığın oluşmasını engellemek için oluşturuldu.

DAİŞ NATO VE ULUS DEVLETLERİNİN ORTAKLAŞTIĞI BİR SUÇ ÖRGÜTÜ
Eğer spesifik bir cevap verecek olursak, Kürdistan özgürlük hareketinin paradigma değişimi, demokratik konfederal çözüm arayışı, demokratik ulus sistemini demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigma çerçevesinde Ortadoğu merkezli geliştirme çabasına yönelik bir müdahaleydi. DAİŞ, inançla bezeli, toplumun geleneklerine, binlerce yıllık yaşam kültürüne dayalı yeni bir alternatif sistemin kendileri açısından nelere yol açabileceğini öngörerek bunun karşısında oluşturdukları bir güçtü. DAİŞ yapıldı. DAİŞ NATO'nun dünyadaki bütün ulus devletlerin ortaklaştığı arkasında durduğu bir suç örgütüdür. Bunu böyle değerlendirmek gerekiyor. O yüzden aslında insanlığa karşı işlenen suç tanımını, kendi kanunlarına ve uluslararası hukuka yerleştirilmiş. Bu ülkelerin hepsi de aslında tam da bu insanlığa karşı işlenen suçların ortasında yer alıyorlar. Birinci derecede sorumlulardır diye düşünüyorum.

BU YARGILAMANIN BİR ŞEKİLDE KENDİLERİNE ULAŞACAĞI, DEĞECEĞİ BİLİNİYORDU

Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi DAİŞ'in devrim topraklarında kurulacak mahkemelerde yargılanacağını açıkladı. Bu kararından önce tutuklu olan DAİŞ'lilerin vatandaşı olduğu ülkelerce alınması ve yargılanması çağrısını yaptı. Bu çağrıya yanıt verilmedi. Bugün kimi çevrelerce özerk yönetimin yargılamasına itiraz edenler de var. Bunu nasıl değerlendirmek gerekiyor?
DAİŞ'in uluslararası bir suç örgütü olması gerçekliği Suriye toprakları dışından gelen DAİŞ'lilerin yargılanmasında uluslararası bir iradenin ortaya çıkması gerekliliğini bize gösterdi. Sonuç itibariyle dünyanın dört bir tarafından gelen insanlar bir suç örgütü etrafında konumlanıyor ve Suriye topraklarında, Suriye devleti resmiyeti açısından diyorum, Rojava topraklarına saldırıyorlar. Bu anlamda suçun işlendiği mekan burası, suça karşı direniş burada gerçekleşti.

BÜTÜN ÜLKELERİN İÇİNDE PAY SAHİBİ OLDUĞU BİR SÜREÇ OLMALIYDI
Ama sonuç itibariyle bütün bu ülkelerin içinde pay sahibi olduğu bir süreç olmalıydı. O yüzden özerk yönetim ısrarla bu konuda uluslararası bir mahkemenin oluşturulması gerektiğini talep etti. Israrla, defaatle belirtti. Fakat işte tam da bu nedenden dolayı bu güçler bunu istemedi. Sonuçta bu yargılamanın bir şekilde kendilerine ulaşacağı, değeceği biliniyordu. Bunun bir örneğini aslında 2003 Irak işgali sonrası yargılamalarda da gördük. Mesela Saddam Hüseyin ve Ali Kimyevi Halepçe'de yapılan katliamın davası görülürken, olaylar geldi bu kimyasallar nereden temin edildi sorusuna. Dava bunu açmak zorundaydı. Tam bu sürece gelmişken başka bir davadan mahkum edilip hemen idam edildiler. Önceki ve sonraki araştırmalar çok net bir şekilde gösteriyordu ki, Amerika'da içinde olmak üzere Irak'ın kimyasal silah geliştirme potansiyeline İran'la savaş gerekçe gösterilerek bilinçli olarak müdahale edilmedi. Bir dönem bu onlar açısından silah olarak kullanıldı. İşlerine gelmediğinde, onların suçlarını ayyuka çıkarabilecek bir gerçeklik ortaya çıktığı zaman yok etme yoluna gittiler.

YARATACAK SİYASİ KRİZLERİ DE GÖZETİYORLAR
Aslında DAİŞ yargılamalarında da böyle bir strateji izlediler hala da izliyorlar bence. Niçin uluslararası bir mahkeme kurulmasın? İşte Suriye buna üye değil, hukuki olarak engel var diyorlar. Hukuki olarak uluslararası DAİŞ karşıtı koalisyonun, Suriye'de bulunma gerekçeleri nedir diye sormak gerekiyor o zaman. Bunun için alınan karar nereden alındı? Bu yargılamayı yapacak kişiler ya da kurumlar da aynı şekilde karar verebilir. Kaldı ki Birleşmiş Milletler nezdinde dünyanın birçok bölgesine müdahalelerin olduğunu da biliyoruz. Yine Uluslararası Adalet Divanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Uluslararası Ceza Mahkemesi, yani Roma statüsü başta olmak üzere tüm uluslararası hukuk metinlerinin kendilerine verdiği yetkiye dayanarak bu gibi süreçleri vaktinde yürüttüler. Burada demek ki sorun hukuki bir mesele değil, tümüyle siyasetle bağlantılı bir şey. Israrla bu yargılamaların olmamasını istediler ve bunda da halen ısrar ediyorlar. Bunun yaratacağı siyasi krizleri de aslında gözetiyorlar. Onlar açısından gerekçeler şudur: Bir biz bu uluslararası ceza mahkemesini ortaya koyarsak, yargılamalar aleni açık bir şekilde yapılacak. Bir şekilde ucu bize dokunacak, bizim siyasetimiz mahkum olacak. Bizim Ortadoğu'ya, ileriye yönelik hedeflerimizi bir şekilde sekteye uğrayacak. Bu yaklaşımlar var buna karşı bunu engelleyecek bir yaklaşım gerekiyordu.

DAİŞ'LİLERİN ÜLKELERİNDE YARGILANMALARININ YOLU AÇILSIN
Ne çıkardık? Tamam belki Uluslararası Ceza Mahkemesi kuramayız. Ama şunu yapabiliriz, DAİŞ'liler hangi ülkedenseler orada yargılanmalarının yolu açılsın. Bunu da Avrupa ülkeleri baştabazı ülkeler kabul etmiyor. Farklı gerekçeleri var. Bunlardan biri kendilerini çok "demokratik ve hukuki saydıkları için" -tırnak içerisinde belirtiyorum bunu-. Buraya gelecek DAİŞ'lilerin kısa bir dönem ve az ceza alarak ileride çıkıp toplum içerisinde kendilerine risk oluşturabileceğini düşündüler. Bir gerekçeleri bu. Zaten bunun örneklerini DAİŞ'le ilişkisi netleşmiş kişilerin vatandaşlıktan çıkarılması siyasetiyle de gördük. Bazı ülkeler buna başvurdu. Ön açtılar, ilişkilerin yaratılmasına izin verdiler bunlar da geldi DAİŞ'e katıldı. Bu tespit edildikten sonra çifte vatandaşları vatandaşlıktan çıkardılar. Avrupa'da şöyle bir izlenim de var. Avrupa ülkelerinde, batı ülkelerinde diyeyim, DAİŞ aslında Ortadoğu, Asya, Afrika kökenlidir. İçlerinde yabancılar yoktur. Gelenler de bize gelmiş biz de demokratik ilkelerimiz doğrultusunda vakti zamanında vatandaşlık vermişiz. Biz de o yüzden çıkardık, bizimle ilişkileri yok. Ama yabancı DAİŞ'lilerin yargılanması eğer gündeme gelirse görülecektir ki aralarında birçok İngiliz, Alman var. Diğer ülkelere ait insanlar var. Bunları nasıl açıklayacaklarını da bilemiyorlar. O yüzden ısrarla bunu da kendilerinden ötelediler. Bir de kendilerinin hukuk sisteminde "bizim hukuki dayanaklarımız, ispatlarımız net olmalı" diyor. Biz görmedik, sorgulamamışız, nasıl yakalandı da bilmiyoruz diyecekler. İnkar edecekler, mecburen bu çerçevede bırakmak zorunda kalacağım diyorlar. Yani aslında Ortadoğu'yu karıştırmak için salıverdikleri bu DAİŞ'liler onların ülkelerine dönüp tam da korktukları şeyi yapabilecek ve daha güçlü yapabilecek potansiyele kavuşmuşlardı. O yüzden de bu davaların, yargılamaların önü alındı. Halen de bu konuda net bir tutum yok. Yani ne evet diyebiliyorlar ne hayır diyebiliyorlar. Ne yargılansın diyebiliyorlar, ne yargılanmasın diyebiliyorlar. Bu yüzden sürüncemede bırakabilmek için özellikle çaba sarf ediyorlar. Özerk yönetimin bu kararı almasının nedeni aslında biraz da bu sürüncemede bırakma haline müdahaledir. Şu kaygı hep var, burada yapılan yargılamaların hepsi açısından da böyledir. Burada adil, temel insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü gözeten ama toplumsal değerleri de gözeten bir yargılama sürecinin olduğu bir sistem var.

YARGILAMALARIN ALTI YILLIK GEÇMİŞİ VAR
Zaten bu DAİŞ yargılamaları yeni de başlamadı. Altı yıllık bir geçmişi var. Yakalanmış Suriye vatandaşı olan DAİŞ'lilerin çoğu yargılamalardan geçti hala da yargılanıyorlar. Rojava'da altı senelik bir DAİŞ yargılama tecrübesi var. Ama iç hukuk kaideleri çerçevesinde sadece Suriyeli vatandaşları yargılama yetkisine sahip. Yeni aşama, uluslararası alanın dahil olacağı yabancı DAİŞ'lilerin yargılanmasıdır. Özerk yönetim baktı bu sorun giderek büyüyor, kimse de müdahale etmiyor. DAİŞ'liler kaldı burada. Belki düşman olarak adlandırıyorsun ama sonuç itibariyle insan olmasından kaynaklı bir hak sahibi olduğunu da biliyorsun. Bu anlamıyla savaştığın kadar temel insan haklarının korunmasına yönelik de bir ilkesel duruşun var. Bunu göstermek açısından bile olsa DAİŞ yargılamalarının yapılması gerekiyor. Bu kadar uzun süre bir insanı tutuklu bırakamazsın, yargılamadan geçiremezsin. Bu konuda inisiyatif alması ve bu süreci yürütmesi gerekenler bu inisiyatifi almadığında Özerk yönetim inisiyatifi aldı ve DAİŞ'lileri yargılayacağını ilan etti.

KUZEY VE DOĞU SURİYE ÖZERK YÖNETİMİ ALTERNATİF BİR SİSTEM ARAYIŞIDIR

DAİŞ'in özerk yönetim topraklarında yargılanması Rojava-Kuzey ve Doğu Suriye özerk yönetiminin siyasi statüsü bakımından nasıl bir anlam taşıyor?
Böyle bir beklenti ne kadar var tabii o ayrı bir tartışma konusu. Ama sonuç biraz daha bugüne kadar ki siyasette aranmalı. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi sonuç itibariyle alternatif bir sistem arayışıdır. Buna başlarken kim beni tanır tanımaz üzerinden de başlamadı. Devrim böyle başlamadı. Devrimler böyle başlamaz. Yani zaten sen karşıt olduğun sistemin onayını bekleyerek bir adım atarsan o devrim olmaz. O yüzden de şimdi özerk yönetim attığı her adımda tanınırız tanınmayız, olmalı olmamalı, meşruiyet vardır yoktur tartışmasını biraz kenarda bırakmış. O yüzden kendi kendine yeten bir sistem olmaya çalışıyor zaten. Uluslararası sistem dediğimiz, kabul dediğimiz olguların tamamen devlet çıkarları için kurulmuş bir sistem olduğunu biliyoruz. Şu andaki mevcut uluslararası hukuk statüsü ikinci emperyalist paylaşım savaşında yenen ülkelerin yenilenlere dayattığı ve bunu insan hakları kisvesi altında kalıcılaştırmaya çalıştıkları bir sistem.

1923 ANLAŞMASI ÜZERİNDEN MİLYONLARCA İNSANIN KADERİ DEĞİŞTİ
Uluslararası hukuk dedikleri şeyin kendisi ulus devlet haklarını savunan bir hukuktur. Kesinlikle toplumları, inançları, insanları savunan bir hukuk değildir. Bireysel haklar çerçevesinde toplumsallığı giderek gündemden çıkararak yaptıkları, attıkları bir adım. Kürtlerin durumu bunu çok net açık ortaya koyuyor. Yani 1923'te imzalanmış bir anlaşma üzerinden milyonlarca insanın kaderi belirlendi ve hala bu tartışmaya bile açılmadı. Halbuki ondan sonra eğer öylesi insan hakları hukuku işlenecekse halkların kendi kaderini tayin hakkı bir uluslararası hukuk belgesi olarak var. O zaman bu hakkı sen niye Kürtlere tanımıyorsun? Bu soruyu kim soracak ve kim cevap verecek? Bunun muhatapları kimler? Ama sen bu hukuku ilan etmeden önceki bir süreçte imzaladığın bir belgenin kalıcılığını savunabiliyorsun. Hangisi uluslararası hukuk? Senin ilan ettiğin ve herkesin uymasını istediğin beklediğin, temel insan haklarının yazılı olduğu üç, dört, beş kuşak hakların garanti altına alındığı haklardan mı bahsediyorsun. Yoksa bazı devletler arasında kısa, orta ve uzun vadeli çıkarları gözeten anlaşmaları mı uluslararası hukuk olarak adlandırıyorsun? O yüzden biz burada mevcut hukuk sistemi içerisinde insanların geleceğini garantiye alan en azından emniyetlerini, sağlıklarını, ekonomik kalkınmasını, özgür rahat barış içerisinde yaşamasını garantileyecek, uluslararası normların uygulanmasını tabii ki isteriz. Yani Rojava'da yaşayan halklar, devrimin altına imza atmış olan insanlar tabii ki bilinmeli, görülmeli, tanınmalı, her yerde temsil edilmeli. Fakat bunun için özel çaba sarf edilmeli mi? Bunun için mi yapılıyor? Bunun için mi atılıyor bu adımlar? Hayır ama mecburen kabul edecekler. O noktadır. Çünkü burada bir yargılama olacak, bunlar mahkum edilecek. İleri ki süreçlerde bu DAİŞ'liler cezalarını tamamladıklarında çıkacaklar. Üye oldukları ülkelere gidecekler. Bunun için de buradaki yargılamaların gözetiminde olduğuna dair kabul isteyecekler.

Şimdiye kadar edindiğimiz bilgiler de talepler var. Avukat gelmek burada davayı takip etmek istiyor. Bunun için kendi bağlı bulunduğun baro, Adalet Bakanlığı ya da Dışişleri Bakanlığından izin almaksızın çıkıp gelemezsin. Bu anlamıyla gitmek istediğin yere yönelik bir talebin olacak. Buradan çıkan kararları sen oraya ulaştıracaksın. Yani bunların hepsi var. Onlar ne kadar "hayır biz bunların hukuk sistemini tanımıyoruz deseler" de tanımak zorunda kalacaklar.

DAİŞ YARGILAMALARI HALKA AÇIK, YÜRÜTÜLECEK BİR DAVA OLACAK

Yargılama süreci nasıl gelişecek, halk mahkemeleri nasıl kurulacak, mahkemelere müdahillik süreci olacak mı? Biraz detay verebilir misiniz?
Biz de Adalet Meclisi üyeleri, avukatlar ve siyasilerle bu konularda bazı görüşmelerde bulunduk. Anlayabildiğimiz, öğrenebildiğimiz kadarıyla DAİŞ yargılamaları halka açık, müdahillerin dahil olacağı, aleni yürütülecek bir dava olacak. Özellikle bu açıdan çok kapsamlı hazırlıkların olduğuna yönelik duyumlar da var. Tabii güvenlik nedenleriyle yer zaman konusunda halen net bir şey yok. Fakat ciddi bir hazırlık olduğunu biliyoruz. Bir de bu konuda şöyle bir değerlendirme var: DAİŞ yargılamasını niye yapıyoruz sorusunu içeride de tartışıyor Rojava. Niçin yapıyoruz? Yani gerçekten bu yargılamalardaki amaç nedir? Bunu iyi görmek, göstermek gerekiyor. Bu yönlü tartışmalar var. Bu konuda birkaç husus belirtmek gerekir. Suç işlemiş teşhir olmuş bir DAİŞ var.

KİMSE DAİŞ'İN EYLEMLERİNİ, ÖRGÜTÜ SAVUNMUYOR
Gün geçmiyor ki bir ülke Şengal'e yönelik saldırıları soykırım olarak nitelemesin, kendi parlamentosunda bunu kabul etmesin. Yani siz ilan ediyorsunuz da buna yönelik ne adım atıyorsunuzu da ayrıca tartışmak, sormak gerekiyor. Çünkü ortada bir şey yok. Tamam ilan ettiniz hadi kabul. Peki bu soykırımdan kaynaklanan zararları ya da ortaya çıkardığı durumu giderebilmek için nasıl bir yol haritanız var? DAİŞ'i gerçekten bitirebilmek için nasıl bir çaba sahibisiniz? Bunlar da yine akabinde sorulması gereken sorular fakat soracak muhatap da bulamıyoruz o da ciddi sıkıntı. O yüzden bu davanın nasıl bir sonuç elde etmesi gerektiğine yönelik tartışmalarda "onlarca yıl, yüzlerce yıl mahkumiyet vermek" üzerinden değil. Ya da zaten "yeterince teşhir olmuş bir DAİŞ gerçeğinden daha da fayda sağlayalım" üzerinden de değil. Sonuç itibariyle dediğimiz gibi DAİŞ kurulmuş bir örgüt, belli bir toplumsal zemini kendisi için kullandı. Korkuyu, tehdidi, şiddeti kullandı. Bununla insanları çekmeye çalıştı, bazılarını denetim altına aldı. DAİŞ'i bir kimlik olarak öne çıkardı. Cihat kimliğini kullandı. İslamiyeti kullandı, Arap kimliğini kullandı. Ama artık yeryüzünde bunu savunabilecek insan kalmadı. Dini alimlerden tutalım sosyalistlere, devletlerden tutalım sokaktaki vatandaşa kadar hiç kimse DAİŞ'in eylemlerini ya da DAİŞ örgütünü savunabilecek pozisyonda değil. Daha önce Ahmet Davutoğlu gibiler "bunlar bazı öfkeli gençler" diyebildiyse, hamileri babaları Erdoğan nasıl destek sunuyorsa bu gibileri yapabilir ancak. Ama onu da açık yapamıyorlar. Bu kadar pervasız insanlar bile DAİŞ'i açık savunacak pozisyonda değiller. Vakti zamanında açık savunduklarını bildiğimiz için böyle söylüyorum.

TÜRKİYE-DAİŞ İLİŞKİLERİ ÖNEMLİ BİR KONUDUR
Esasında mahkemelerin, DAİŞ'i oluşturan bu zemini kurutmaya yönelik bir amaç gütmesi gerektiği benim de şahsi görüşüm. Sonuçta DAİŞ'in arkasındaki başta anlatmaya çalıştığımız sistemi görmek gerekiyor. Bu yargılamalarda onun üstüne yoğunlaşmak, altını çizmek gerekiyor. Sonuç itibariyle DAİŞ gökten zembille inmedi. Mesela Türkiye-DAİŞ ilişkileri bence önemli bir konudur. Musul iki günde alındı. Musul alınırken, Türk konsolosluğu da alındı. Sonra da açığa çıktı ki onların anlatımına göre diyoruz; DAİŞ orada onları esir aldığı süreçte konsolosluk çalışmaları hiç durmamış. Çok rahat bir şekilde aldılar, götürdüler sınırda teslim ettiler. Bunların hepsi zaten bu ilişkileri gösteriyor. Mesela Amerika ve Türkiye'nin Ortadoğu'ya, Suriye'ye müdahalesi sürecinde eğit donat projesi çerçevesinde bu bölgeye nakledilen silahların, patlayıcıların DAİŞ'in eline nasıl geçtiği izlenmesi gereken bir şeydir. Bu kadar yabancı DAİŞ'linin sınırları geçmesi, havaalanlarından uçaklarla, kara yollarıyla gelip elini kolunu sallayarak Suriye girmesinin sağlanması, buradaki şebekeler bunların görülmüyor olması açığa çıkarılmalı. İstihbaratların, emniyet güçlerinin Adalet Bakanlığı'nın, orduların, uluslararası sözde güvenlik güçlerinin ihmallerinin hepsinin açığa çıkarılması gerekiyor.

ADİL YARGILANMA HAKKINI ESAS ALAN BİR MAHKEME OLACAK
Tabii ki DAİŞ'in Suriye'de, Rojava'da, dünyada işlediği suçlar göz önüne tekrar getirilmeli. Bir hafıza tazelenmeli. Bu anlamıyla mahkeme bunların hepsini de sağlayabilecek bir içerikte olmalı. Bu yönlü çalışmaların olduğunu da biliyoruz. Bunun dışında tabii ki şu ana kadar dışarıdan ve içeriden değişik kurumlarında taleplerinin olduğunu biliyoruz. Mesela Rojava'da Şehit Aileleri Meclisi davaya katılmak istiyor. Yine Avrupa'dan, dünyanın değişik ülkelerinden de talepler olduğunu duyduk. Yine bireysel katılımlar olabilir. DAİŞ'in savunmasını yapacak avukatlar kendi içerisinde tartışma yapıyorlar. Avukatları da olacak tabii eğer isterlerse. Bu anlamıyla uluslararası hukuka özellikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6. maddesinde geçen adil yargılanma hakkını esas alan bir mahkeme olacak. Aleni, halka açık, gözlemcilere açık bir şekilde yürütülecek. Aslında bu şekilde DAİŞ'i yenen, toprak hakimiyetine son veren, teşhir eden topraklarda onun ideolojik, tarihsel, sistemsel dayanakları da çürütülecek. Bence bu dava bu anlamıyla buna yol açacaktır en fazla.

DAİŞ'Lİ VEYA DAİŞ'SİZ BU SÜREÇ ZATEN DEVAM EDECEKTİ

Türk devletinin Rojava devrim topraklarına yönelik işgal saldırıları sürüyor. DAİŞ'in tamamlayamadığını Türk devleti kendi gücüyle tamamlamak istiyor. Son dönem saldırılarını değerlendirir misiniz?
Bunlar özellikle uzun süreli saldırı dalgasının devamı. Bir yemin ettiler, dönemiyorlar ya da dönmek istemiyorlar. Bir yeminli düşmanlık var burada. Cizire ve Kobanê kantonlarının birleştirilmesi sürecinde yanlış değilsem, 25 Haziran 2015 olacak Erdoğan açıkça söyledi: "Ben bedeli ne olursa olsun güneyimizde bir Kürt oluşumunun olmasını kabul etmiyorum, engelleyeceğim." O günden beri başlayan akabinde Medya Savunma Alanlarına yönelik başlatılan saldırılarla topyekün savaş sürecine girdiler. Burada tümüyle Kürt özgürlük hareketinin dinamiklerini yok etmeye çalıştılar. Bunun öncesinde zaten önder Apo'ya tecrit durumunu ortaya koydular, halen de devam ediyor. Bu anlamıyla DAİŞ'de bu hedef doğrultusunda oluşturulmuştu ve bu hedef doğrultusunda devam ettirildi. DAİŞ'li veya DAİŞ'siz bu süreç zaten devam edecekti.

AMERİKA VE RUSYA KABUL ETMEZSE SURİYE HAVA SAHASINDA KEŞİF UÇAĞI UÇAMAZ
Sorun bu saldırıların onayı ya da kabulü, göz yumulması durumudur. Biz çok net bir şekilde biliyoruz ki eğer Amerika ve Rusya kabul etmezse Suriye hava sahası içerisinde her hangi bir keşif ya da saldırı uçağı uçamaz. Bunu çok net anlamak gerekiyor. Kürdistan gerillalarına yönelik dağlarda taktik nükleer silahlardan tutalım da kimyasallara bu kadar şey denendi, deneniyor. Bunlar uluslararası sistemin desteği olmadan yürütülebilecek şeyler değildir. Nasıl karşılık veriyorlar? Amerika'nın en radikal tutumu, "Biz DAİŞ'e karşı birlikte mücadele ettiğimiz kişilere karşı bu tutumu tasvip etmiyoruz." Bu nasıl bir üsluptur. Örnek vereyim, bugünlerde Amerika Dışişleri Bakanlığı Efrîn'de demografik değişimin yapılmadığını söyledi. Bu bir ortaklıktır. Hatırlayalım, geçen sene ya da önceki seneydi, o kadar çok şey oluyor ki artık seneleri de karıştırıyoruz. NATO'nun açıklaması olmuştu. Biz Türkiye'nin İdlib'teki varlığına ve ona yönelik saldırılara karşı gerekli desteği vermeye hazırız dediler. NATO'nun Türkiye eliyle İdlib'de bulunmasının hedefi, amacı nedir? Bu anlamıyla 2018 Efrîn saldırısının onayı sürecinde tüm dünyanın gözünü, kulağını kapatmasının bu planla bağlantısı nedir? Birleşmiş Milletlerin mülteci politikasıyla Türk devletinin bu saldırıları arasında nasıl bir ilişki vardır? Serêkaniyê'den Girê Spî'ye uzanan hat üzerinde 30 km derinliğinde bir alan oluşturulması planında bu güçler ne düzeyde vardı ve ne kadar kabul ediyorlardı? Bu planın daha ileri taşınması konusunda tutumları nelerdir? Bu soruların yanıtının aranması, bulunması gerekiyor.

TÜRK DEVLETİ TEK BAŞINA KARAR ALIP UYGULAMIYOR
Türk devletinin özellikle NATO'nun genişlemesi sürecinde aldığı rol, Ortadoğu'daki pozisyonu tekrardan masaya yatırılmalı, göz önüne alınmalıdır. 2021 itibariyle on yıllık hedefleri açıklanan NATO'nun ne hikmetse birden Ukrayna-Rusya savaşıyla farklı bir aşamaya taşınması, tarafsız batılı ülkelerin NATO çatısı altında toplanması hatta pasifikte bir NATO oluşturulması, Araplardan bir NATO oluşturulması tartışmalarının başlaması. Bunların hepsinin iç içe değerlendirilmesi gerekiyor. Ayrıca bence en önemli nokta da Türkiye'nin, NATO'nun askeri operasyonal faaliyetler ve teknik silah donanımlarının kullanılması, tecrübe edinmesi ve geliştirilmesi konusunda nasıl bir rolü vardır. Kürdistan'da yürütülen savaşta, NATO silahları kullanılıyor. NATO'nun askeri, taktik, operasyonal faaliyetlerinde gelişme kaydediyorlar. Kendileri açısından açık bir katletme oyunu var. Türkiye bunun aracısıdır. Kimdir hedef, Kürtlerdir, Kürdistan özgürlük gerillasıdır, Rojava topraklarında devrimin yaratıcılarıdır. Bu anlamıyla aslında, Türk devleti eliyle yapılan hem Rojava'ya hem Güney Kürdistan'a hem Medya Savunma Alanlarına, hem Kuzey Kürdistan'a yani ulaşabildiği her yerde Kürtlere yönelik saldırıların arkasında bu gerçekleri ve gerekçeleri görmemiz, anlamamız gerekiyor. Türk devleti tek başına karar alıp uygulamıyor. Uluslararası güçlerin ya da artık bunu nasıl tanımlarız bilemiyorum çok geniş, farklı tanımlarda karşılayabilir ama aynı çıkar çerçevesinde bir araya gelen ve Türkiye'ye verilen görevler üzerinden yapılan saldırılardır.

TÜRK DEVLETİNİN SALDIRILARININ ARKASINDA SÖZDE ULUSLARARASI HUKUKUN KENDİSİNE VERDİĞİ GÜÇ VAR
Güney Kürdistan'da Avrupa'da, Paris'te de Kürt siyasetçilerin katledilmesi de bunun örneklerindendir. Şu anda baskılama yöntemiyle yapıyorlar bunu, örgütlenmeyi engellemeye çalışıyorlar. Yani özcesi Rojava devrimiyle somutlaşan devrim dinamiğini ulus devlet karşıtlığını, özerkliğe, öz iradeye dayalı, kendi kendine yeterliliğe dayalı toplumsal hareketlerin, örgütlerin devrim potansiyelinin eritilmesine yönelik muazzam bir ittifak olarak adlandırmak, görmek gerekiyor. Türk devleti o kadar güçlü bir devlet değil. O kadar güçlü bir teknik donanıma da sahip değildi. Yani düşünün şöyle tarihe kısa bir bakalım. Nasıl oldu da Türk devleti İsrail ve Amerika'nın İnsansız Hava Araçları'ndan alınan istihbaratların anlık olarak kendilerine iletilmesi için o kadar büyük çaba sarf ettikten bir iki sene sonra kendilerine ait silahlı ve silahsız, insansız hava araçları yapabilecek potansiyele kavuştu. Ve şu anda dünyaya pazarlıyor. Bu çok mantıklı bir gelişme mi, o kadar büyük bir teknik donanıma mı sahipti? Şu anda en büyük propagandaları bir araba. Yerli ve milli dediler sözde her bir parçası başka bir ülkeden geldi. Bu biliniyor ve görülüyor.

BİZİ YOK EDENİN VE DESTEKLEYENLERİN YİTEN CANLARDA PAYINI GÖRMEK GEREK
İşte o yüzden Türk devletinin DAİŞ'le ya da DAİŞ'siz Rojava'ya, Kürtlere yönelik saldırılarının arkasında Kürtleri statüsüz bırakan Lozan Anlaşmasıyla somutlaşan, ulus devlet garantörlüğü adı altında sürdürülmeye çalışılan sözde uluslararası hukukun kendisine verdiği güç ve imkanlara dayalı yürüttüğü bir saldırı dalgası var ve bu devam ediyor. Devam edecek de. Bunu bu genişlik içerisinde görmezsek biz devrimciler, demokratlar ya da toplumu bu konuda uyarması ve eğitmesi gereken basın emekçileri bence büyük bir eksiklik yaşayacağız. Sonuç itibariyle bizi yok edeni, yok etmeye çalışanı destekleyenin de, onunla birlikte yer alanların da, akan kanda yiten canlarda payının olduğunu görmek, bilmek gerekiyor.