Filistin direnişi yeni koşullar altında kendi yolunu bulacaktır
ICOR, üye örgütlerin Filistin'in kurtuluşu üzerine perspektiflerine yer verdiği "The Palestinian Liberation Struggle" dergisinde yer alan Marksist Leninist Komünist Parti'nin (MLKP) yazdığı yazıyı güncel içeriği nedeniyle yayınlıyoruz.
1967'de El-Fetih, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) ve diğer devrimci partilerin kurulması sonrasında Filistin mücadelesinde burjuva devletlerden bağımsız hatta yeni bir sayfa açıldı. Büyük mücadelelerin ve enternasyonalizmin tarihi örneklerinin yaşandığı bir dönem başladı. Filistin bir direniş merkezi ve tüm dünyadaki ilerici insanlık için bir umut haline geldi, geleceği temsil etti. Ancak bu dönem Filistin'in özgürleşmesiyle sona ermedi.
Direnişin ilk döneminden Oslo sürecine kadar Filistin halkının topraklarını geri alma ve kendi kaderini tayin etme hakkı konusunda ilerleyememesinin birçok nedeni sayılabilir. Elbette tüm emperyalistler şu ya da bu şekilde siyonist İsrail'in arkasında saf tuttular. Kurtuluş mücadelesinin farklı aşamalarında Filistinli devrimci grupların silahlı güçleri ile İsrail arasındaki eşitsizlik iyice açıldı ve had safhaya ulaştı. Burjuva Arap devletlerinin ikiyüzlü tutumu ve İsrail ile işbirlikçi politikaları Filistin direnişini zor durumda bıraktı. Arap halklarını diktatörce yönetim ve baskı altında tutarak onların direnişe desteklerini engellediler. İşgal altındaki topraklardaki güçlerin yetersizliği ve çoğunlukla sürgündeki güçlere bağımlı olmaları, öncü güçlerin etkili bir birleşik ulusal cephe oluşturamamaları, Filistinli mültecilerin yaşam koşullarını sürdürebilmek için STK ve BM fonları şeklindeki mali kaynaklara bağımlı olmaları, dünyanın emperyalist küreselleşme aşamasına geçmesi ve dünya komünist hareketinin yeniden yapılanma sorunuyla karşı karşıya kalarak parçalanması ve bölgesel devrimci dalgalar fikrinden uzaklaşması... Ama sonuçta enternasyonal dayanışmadaki zayıflık ve enternasyonalistlerin bu mücadeleye dahil olamaması, diğer tüm nedenlerin önünü doğrudan açtı. Siyonizm, sömürgeci egemenliğini zor kullanarak pekiştirmiştir.
Oslo süreciyle sağlanan sözde Filistin "Devleti", siyonist devletin yerleşimci sömürgeciliği nedeniyle zaten ülkenin çok küçük bir kısmına tekabül eden (yüzde 15'ten az) toprakların bir bölümü üzerinde, ırkçı Güney Afrika yönetiminin Bantustanları gibi küçük adalar şeklinde, ordusuz ve İsrail'in her an sebepsiz yere saldırabileceği bir yönetim alanı olarak kuruldu. 2000 yılında Şaron'un toprak karşılığında barış yapmayacağını açıklamasıyla patlak veren 2. İntifada, böylece Oslo sürecinin "sonu" değil, "sonucu" oldu. ABD ve İsrail'in 1967 BM kararıyla belirlenen topraklar üzerinde iki devletli çözüme yanaşmayacağı, Oslo görüşmelerinin ardından yapılan anlaşmaların savaş saldırılarıyla boyun eğdirme ve asgari hakları vererek oyalama taktiğinden ibaret olduğu daha o zaman ortaya çıkmıştı. Trump'ın "Yüzyılın Anlaşması"ndan cesaret alan siyonist devlet şimdi çeşitli askeri hamleler ve olası savaş saldırıları ile direnişi bitirmeyi umuyor.
Türkiye'nin diktatörü Erdoğan da Müslüman Kardeşler'e dayanarak (Filistin'de iktidarın parçası Hamas) yayılmacı neo-osmanlıcılığına fayda sağlayabilecek bir konu olarak Filistin'in yanında yer aldığı izlenimini verdi. Ancak daha sonra Suriye iç savaşını örgütleyerek İsrailli siyonistlerin işine yarayacak bir durum yarattı. Suriye iç savaşında IŞİD ve El-Nusra gibi örgütler Yermuk Filistin mülteci kampına saldırarak da Filistin davasına zarar verdi. Erdoğan, Hamas temsilcilerinin Suriye'yi terk etmesini sağlayarak Hamas'ı siyonizm ve Katar ile işbirliği yapmaya itti. Kendisi de son yıllarda İsrail ile ilişkilerini yeniden düzenliyor. Filistin davası hakkında tek kelime etmiyor. Hamas'ın iktidarda olduğu Gazze'ye yönelik İsrail saldırıları konusunda bile artık sessiz. Diğer Arap ülkeleri gibi siyonistlerle ilişkilerini normalleştiriyor. Son 10-15 yıldaki bölgesel politikası Türkiye'yi İsrail ve İran'ın yanında bölgesel bir karşı devrim merkezine dönüştürdü.
Kürt ve Filistin halklarının uzun soluklu devrimci demokratik kurtuluş mücadeleleri tüm bölgenin kurtuluşunda öncü rol oynamaktadır. Türk ve Kürt devrimcilerin Filistin kurtuluş mücadelesiyle yakın ilişkisi, ortak siper yoldaşlığı tarihlerine, 70'li yılların başına kadar uzanmaktadır. Devrimci oluşumların kadroları ve liderleri enternasyonalist olarak mücadelede yer almak için Filistin'e gittiler, ama aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan devrimlerini hazırlamak için silahlı mücadeleyi öğrenme perspektifine de sahiptiler. En öne çıkanı 1982'de İsrail'in işgal saldırısı sırasında 11 PKK üyesi olmak üzere bazıları orada şehit düştüler, bazıları ise silahlı ayaklanma başlatmak için Türkiye'ye döndüler. Bu tarihsel bağ, Türkiye ve Kürdistan'daki komünistler ve devrimciler arasında hala canlılığını korumaktadır ve özellikle Rojava devrimi etrafındaki durumla ilgili olarak emperyalist müdahalelere karşı halklar arasında ortak bir duygu ve güvenin yeniden yaratılması için daha fazla desteklenmesi gerekmektedir.
Filistin yönetimi Batı Şeria ve Gazze'de El-Fetih ve Hamas arasında iç çatışmalar yaşadı. Mevcut durumda fiilen iki ayrı yönetim olarak devam etmektedir. El-Fetih ve El-Fetih üzerinden FKÖ'ye hakim olan Mahmud Abbas, siyonist İsrail'in savaş saldırıları karşısında Filistinli direniş güçlerine antidemokratik baskı uygulamakta ve direnişi örgütlemekten kaçınmaktadır. Bu tutum, kapitalist vurguncu karakterinden ve emperyalizm, siyonizm ve gerici Arap devletleriyle uzlaşmacı pozisyonundan kaynaklanmaktadır. Gazze'de Hamas da antidemokratik baskı uygulamakta, zaman zaman İsrail'le çatışsa da sonuçta antidemokratik karakteri ve Arap gerici devletleriyle uzlaşması nedeniyle uzlaşmacı yanı ağır basmaktadır. Bu iki baskın güç arasındaki ilişki demokratik bir şekilde ele alınmalıdır.
Kuşkusuz bu iki gücü destekleyen Filistinli halk kesimleri direnişe çok daha yakındır. Onlar Filistin'in özgürleşmesini istiyorlar. Birleşik ulusal demokratik cephe, direnişten yana olan tüm Filistin ulusal örgütlerini kapsaması gerektiği gibi bu kitleleri de kapsamalıdır. Bugün Filistin kurtuluş mücadelesinin öne çıkan bir yönü, özellikle kuşatma altındaki bölgelerde yaşamak zorunda kalan Filistinlilerin yaşamsal ihtiyaçlarının karşılanmasıyla ilgilidir. Küresel ekolojik çöküşün iklim felaketleri ve İsrail apartheid devletinin ambargoları, Filistinlileri kuraklık, gıda ve su krizleri ve çevresel yıkımla karşı karşıya bırakmaktadır. Dünyada yükselen ekolojik kitle hareketinin yüzünü Filistin'e dönmesini sağlamak komünistlerin ve devrimcilerin de görevidir.
Bu amaca yönelik bir mücadele, FHKC gibi dinsel ya da etnik farklılıklara göre hareket etmeyen örgütlerin direniş içinde gelişerek hegemonyayı yeniden ele geçirmesi ve insanları buna göre örgütlemesi ile mümkündür. Elbette islamcı örgütler de dahil olmak üzere tüm direnen güçleri ulusal demokratik cephede toplamalıdırlar. FKÖ böyle bir ulusal demokratik cephe olarak yeniden örgütlenebilirse işlevsel olabilir. Aksi takdirde FKÖ, Abbas ve El-Fetih'in hegemonya aracı olmaktan başka bir rol oynamaz. Aynı şey Filistin yönetimini oluşturan parlamento için de geçerlidir.
Kurtuluş mücadelesi Arap halklarının, bölgedeki ve dünyadaki diğer halkların aktif desteğini almak için hareket etmelidir. Ve bu mücadeleler gerici Arap ve Müslüman burjuva devletlerinin değil, Filistin devriminin doğrudan yedekleri olarak görülmelidir. Bugün ulusal kurtuluş mücadelelerinin toplumsal bir kurtuluş içinde ilerlemesinin yolu komünist güçlerin önderliğinden geçmektedir. Filistin'in apartheid sömürgeciliğinden kurtuluşu, nehirden denize kadar tüm Filistin'i kapsayan, Yahudi dinine mensup İsrail halkının, Hıristiyan Arap halkının ve şu anda Filistin yönetimi altında bulunan halkların tüm haklarını güvence altına alan demokratik halk yönetimine sahip bir devletle mümkündür. Ancak MLKP'nin programında da belirtildiği gibi "Filistin ulusunun devrimci ve demokratik muhtevalı tüm talepleri desteklenecek, Filistin devrimin zaferi için yürütülen mücadeleyle omuz omuza hareket edilecektir." Komünistlere düşen görev, kurtuluş mücadelesini stratejik düzeyde ve uzun vadede desteklemektir. Filistinli güçlerin bugün iki devletli çözüm gibi farklı siyasal formlarda kısmi toplumsal ya da siyasal kazanımlar sağlayabilecek demokratik çözüm anlaşmaları da eşitsiz güç ilişkileri koşulları göz önünde bulundurularak devrimciler ve enternasyonalistler tarafından desteklenmelidir. Belirleyici olan, uzun vadede insanlığı Siyonizm kötülüğünden ve her türlü sömürgeci boyunduruktan kurtarmak ve Filistin'deki tüm insanlar için onurlu bir yaşam kazanmak olacaktır.