22 Kasım 2024 Cuma

Filistin direnişi üzerine

Filistinli kadınların, İsrail siyonizmine karşı direnişin öznesi konumunda oldukları bölgeden gelen görüntülerde görülüyor. Barikatların başına lastik taşıyan kadınlar, sapanla taş atan kadınlar, özetle direnen kadınlar, Filistin'in ?küçük taş generallerinin? sadece anneleri olmadıklarını, unutanlara hatırlattılar.
İsrail'in 14 Mayıs günü Gazze'de gerçekleştirdiği katliam karşısında da AKP/Saray diktatörlüğünün ikiyüzlü tutumunda bir değişiklik olmadı. Diktatör Erdoğan, Ankara'da yine esti, gürledi, "Netenyahu'nun elinde Filistinlilerin kanı vardır" dedi. Saray'ın tetikçi basını AA'ya bakılırsa, Ankara İsrail Büyükelçisi'nin ülkesine dönmesini istedi. Ancak, AKP iktidarı ile İsrail devleti arasında imzalanan siyasi, askeri, ekonomik ilişkilerin bırakın kesilmesinin sınırlandırılmasının bile lafı bile edilmedi. Tıpkı daha öncekilerde olduğu gibi.  
 
2000 yılında 1 milyon dolar olan Türkiye-İsrail ticaret hacmi 2017'de 5 milyar dolara ulaştı. İsrail'in Gazze'ye yönelik ablukasını yoğunlaştırdığı 2014 yılında ise 6 milyar dolara yakın bir ticaret hacmi gerçekleşti. Görülüyor ki, ne olursa olsun, AKP iktidarı, İsrail devleti ile ekonomik ilişkilerini asla kesmiyor, hatta sınırlandırmıyor bile. Erdoğan, tribünlerde, esip gürlüyor ancak bir türlü yağmıyor. Çünkü Filistin davası, AKP ve onun içinden çıktığı Milli Görüş için sadece ve sadece "iç ve dış politika malzemesi"dir. Elbette, Filistin halkının acısını anlayan Müslümanlar çoktur ancak bu anlayış, İsrail devletinin Filistin halkına yönelik katliamlarını durduracak, Filistin halkının 70 yıldır taşıdığı geri dönüş düşünü gerçek kılacak bir politik eyleme dönüştürülmedi. Aksine, kurdukları "Yahudi-Müslüman" karşıtlıkları ile Filistin mücadelesine zarar vermekten başka bir şey yapmadılar.
 
AKP iktidarı ise Filistin halkının özgürlük mücadelesini iç ve dış politikasının malzemesi yapıp pragmatizmin doruklarına çıktı. Erdoğan, içeride “İsrail karşıtlığı” olarak sunduğu açıklamaları ile Müslümanların desteğini alırken, dışarıda da “zalimin karşısında duran” Müslüman dünyanın “lideri” olarak “rol model” olmaya çalıştı.
 
Erdoğan ve iktidarı, Mavi Marmara'da öldürülenlerin hesabının sorulacağını her fırsatta söylerken, katliamın yaşandığı 2014 yılında Türkiye, İsrail arasındaki silah modernizasyonu anlaşmalarında 12. büyük ortak konumundaydı. Daha sonrasında AKP, Mavi Marmara katliamına ilişkin ne yaptı? Tek bir şey yaptı; 20 milyar dolar kan parası karşılığında İsrail'e karşı açılan ulusal ve uluslararası davaların düşmesini sağladı. Bu para da resmi bir tazminat değildi, gayri resmi bir şekilde transferi gerçekleşti. Ayrıca, İsrail devletinden beklenen özür de hiçbir zaman gelmedi. Sonuçta, AKP/Saray diktatörlüğü, Mavi Marmara katliamını unuttu ve toplumun da unutmasını sağlamaya çalıştı.
 
Ancak AKP, İsrail ile ilişkileri sürdürsün ya da sürdürmesin, Filistin halkı, kelimenin gerçek anlamında tanklara karşı taşlarla direniyor. 14 Mayıs günü çok kritik bir gündü. Dünyanın başına bela olan ABD Başkanı Trump, Tel Aviv'deki büyükelçiliği Kudüs'e taşıma kararını 14 Mayıs'ta hayata geçirdi. Çünkü bu tarih, İsrail devletinin 1948 yılında kurulduğu gündü. Filistin halkına karşı büyük bir düşmanlığın ifadesiydi bu karar ve seçilen tarih. Trump ve Amerikan yönetimi, günlerdir Gazze'de dökülen her Filistinlinin kanının sorumluluğunu da böylece almış oldu.
 
Filistinli kadınların, İsrail siyonizmine karşı direnişin öznesi konumunda oldukları bölgeden gelen görüntülerde görülüyor. Barikatların başına lastik taşıyan kadınlar, sapanla taş atan kadınlar, özetle direnen kadınlar, Filistin'in “küçük taş generallerinin” sadece anneleri olmadıklarını, unutanlara hatırlattılar.
 
Filistin, ezilen halklar için umuttur. Türkiye devrimci hareketi için bir umut olduğu için, birçok devrimci kadronun yolu Filistin kamplarından geçti. Filistinli gerillalar sadece silah kullanmayı öğretmekle kalmadılar, direnmenin umudunu da paylaştılar. Filistin direnişi PKK için de bir umuttu. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Duran Kalkan'ın 2 Haziran 2015 tarihinde ANF'de yayınlanan röportajından aktarırsam; "PKK Önderliği zaten 1979 Temmuzu’nda Suriye-Lübnan alanına geçmiş ve Filistin Kurtuluş Hareketi’ne bağlı örgütl2erle ilişkiler kurmuştu. Oluşturulan askeri eğitim olanaklarını değerlendirmek için ilk PKK grubu 1979 Eylül başında Lübnan alanına geçmişti."
 
İsrail, 2 Haziran 1982'de Filistin direnişi bastırmak için Lübnan’ı işgal ettiğinde PKK gerillaları, Filistin gerillaları birlikte direndi. 11 PKK gerillası Filistin gerillaları ile birlikte ölümsüzleşti.
 
Filistin halkı, Kürt halkının direnişi ile birlikte Ortadoğu'da en önemli direniş dinamiğidir. Geçtiğimiz Mart ayından bu yana süren eylemler bunu bir kez daha hatırlattı.
 
Bütün direnen halklar gibi, Filistin halkının da aktif ve gerçek bir dayanışmaya ihtiyacı var. Bunun ilk şartı da “amasız” Filistin halkının direnişinin yanında yer almaktır. Direnişi desteklemek, Yahudi düşmanlığı anlamına gelmiyor. İsrail Siyonizminin Filistin halkına yönelik katliamlarına karşı duran Yahudileri unutmayalım. Sık sık hatırlamamız gereken başka bir nokta da şu; nasıl ki, Kürt halkının özgürlüğü, Türk halkını ve Türkiye toplumunu da özgürleştirecekse, Filistin halkının özgürlüğü de Yahudileri ve İsrail toplumunu özgürleştirecektir.