22 Kasım 2024 Cuma

Ezilenlerin kaderi özgürlüktür

Faşizm dar tabanlıdır, saldırgandır ancak bu arada en etkili yanı bütün araç ve biçimleri kullanarak karşısındaki hedef kitleyi birbirinden koparma kapasitesidir. Bu kapasiteyi yitirdiği halde ayakta duran bir faşist rejim yoktur. Sosyalizm mücadelesinin olmazsa olmazı havzasındaki işçiyle, yaşam alanı semtindeki emekçiyle, lisesindeki ve kampüsündeki öğrenciyle iç içe olmak, demokratik ve politik özgürlük taleplerini birlikte savunmaktır.
Havaalanı işçilerine dönük küfürnamelerle Türkiye'de elli üç bin yeni milyarder olduğunu öğrendik. Sürpriz mi, değil. Hak arayışıdaki yoksullara düşmanlık edilecek ki yeni milyonerler çıkabilsin. Hadise bileşik kaplar gibidir ve Türkiye'nin hangi çalkantılı dönemine bakılırsa orada, siyasal zulmün dışında ve ötesinde büyük bir sermaye transformasyonu görülür. 1915'ten 1955'in 6-7 Eylül'üne, bütün askeri darbelere ve sonrasına bakıldığında bu çabucak göze çarpar. Devlet aygıtı ceberrutlaşıyorsa, başka sorunların yanı sıra, şu anda kimler olağanüstü zenginleşmekte sorusunun yanıtı da ortaya çıkmış demektir. Güncel durum da bu teorik durumun ispatlanması çerçevesindedir.
 
Burjuvazinin kolektif bilinçaltı modernizm ve daimi sömürü ile şekillenmişti. Faşizmin de kolektif bilinçaltı var. bütün zamanlar ve mekanlar için, hedef özneler farklı olmakla birlikte tamamında ortak olan sol-sosyalizm düşmanlığı ile iç içe geçmiş yabancı nefretidir. Bizde bunun somut görünümü sosyalizmi dillendiren ne varsa tamamına ve bu arada Kürdistan'a düşmanlık biçiminde şekillendi. Devlet denetimindeki dinsellikle milliyetçilik bunun siyasal karşılığı olageldi. Darbeler en çok bunları birbirine yakınlaştırdı.
 
Bu bilinçaltı şah damarı gibi hala pıt pıt atıyor. Dışa vurma biçimleri genellikle patlamalar şeklinde. Konu ne zaman sosyalizme gelse ve mesafe ne zaman Kürdistan'ın özgürlüğünden söz açılsa en munis konuşmacının içinden dahi birdenbire Hitler'in taşması ve onu ele geçirmesi nerdeyse ortak refleks halinde.
 
Eski ezberler üzerinden inşa edilen bu basitlik reaksiyoner tayakkuzun iradi olarak diri tutulduğunu gösteriyor. Dün bu kış komünizm gelecek diyorlardı. Bugün bunun adı Kürdistan kuruluyor paranoyasıdır. Sadece Kürdistan'daki mücadeleyle sınırlı kalması koşuluyla faşizm, kendisine karşı yükselecek tepkileri pek önemsemez ve bir biçimde elimine etmenin vasıtasını bulur. Medya sansüründen tutalım kayıpların saklı tutulmasına dek elinde bir dolu imkan var. Ancak kendi içinde çatlak olması, itirazların yükselmesi elini kolunu bağlar.
 
Mesela McKinsey tartışmasında asıl harekete geçirici ve anlaşmayı iptal edici faktör kendi kitlesindeki yoğun itirazdı. Sözgelimi bu itiraz Kürdistan siyasetinde de olsa iktidar bunca katı siyaset izleyemez. Milliyetçilik ve Emevi saltanatı tarzındaki dinsellik bu itirazları önlemenin psikolojik dinamiğidir. Yine aynı biçimde ABD ile yeni sömürgeci ilişkiyi hukuki zemine oturtan 12 Temmuz Anlaşması'nın mimarı İsmet İnönü'nün ABD bayrağı sallaması gibi sayısız argümanı kullanma becerisi kendi kitlesini coşturmaya yararken birileri CHP'yi müdafa etmeye giriştiği anda onunla aynı pozisyonda savrulmaktadır. Rejim içi saflaşmaların horoz dövüşünü andıran kısırlığından uzak durmak ve başka zaviyeden söz üretmek bu nedenle de önemlidir.
 
Sermaye temerküzü ya da başka iktidar palazlanmalarını gözden ırak tutmanın yolu hedef kitleden arınmaktır. Bu fiziksel olarak mümkün değilse, ki bu Türkiye şartlarında hiç de mümkün değil ve buna kalkışması dahi rejimi darmadağın etmenin önünü açar, o halde hedef kitleyi düşmanlaştırma/şeytanlaştırma ve bu yolla dışlaştırma metoduna başvurmaktır.
 
Şu anda böyle bir ikilemdeyiz. Kürdistan'da olup bitene itiraz eden, iktidarı sorgulayan herkes düşmanla işbirliği statüsüne sokuluyor. Bunun bir karşılığı var mı, pek yok. İlgili özneler ve bu arada, olabilecek her bedeli ödemiş milyonlar yaptıklarını yapmaya devam ediyor. Ancak dışlaştırma-düşmanlaştırma siyasetinin bir ayağı rakibi boyalı kuşa dönüştürmekse diğer umudunu kırmak ve bu arada Batı'daki sessizliği koruyarak buradan da bir cephe açılmasını önlemektir.
 
Terör kelimesi en elverişli kaldıraç olarak, her tür hukuksuzluğun meşrulaştırıcı simyası durumundadır. En nihayet işe yaramaz ve kimseyi tarih önünde suçlu ilan etmeye yetmez ama tıpkı simyada olduğu gibi tarihin belli bir kesitinde zindanda tutmaya ve hatta öldürmeye yeter. Olabildiğince mantıksız ve bu arada olabildiğince-kullanışlı bu kavram-işçi ve emekçi halkın günlük olağan hayatını idame ettirilen çok da işe yaramaz. Nitekim havaalanı işçilerine karşı pek işe yaramadı. Vaktiyle Soma'da ya da başka işçi, memur, öğrenci direnişlerinde uzun süre işe yaramaması gibi.
 
Faşizm dar tabanlıdır, saldırgandır ancak bu arada en etkili yanı bütün araç ve biçimleri kullanarak karşısındaki hedef kitleyi birbirinden koparma kapasitesidir. Bu kapasiteyi yitirdiği halde ayakta duran bir faşist rejim yoktur. Sosyalizm mücadelesinin olmazsa olmazı havzasındaki işçiyle, yaşam alanı semtindeki emekçiyle, lisesindeki ve kampüsündeki öğrenciyle iç içe olmak, demokratik ve politik özgürlük taleplerini birlikte savunmaktır.
 
Türkiye sosyalist hareketi ne zaman olanaklı bütün yolları değerlendirerek havzada, mahallede ve kampüste olabilmişse terör-anarşi demagojisini de yıkmış, milyonlarca ezileni örgütlemeyi başarmıştır. Kendisini yürürlükteki yasalarla sınırlı görmeyen açık politik öznelerin özgün mücadele biçimleriyle ezilenlerin yaşam alanlarında, onlarla iç içe ekonomik-demokratik mücadele vermek birbirinin karşısına konamayacağı gibi, bunların birbirinin mütemmim cüzü/tamamlayıcısı olduğu berrak bilinci çok daha rahat hareket etmeyi beraberinde getirir.
 
Halkın, ezilenlerin, ötekileştirilen bütün kimliklerin akla gelebilecek her sorunu ve her talebi devrimcilerin de sorunu ve mücadele konusu olabildiği oranda faşizmin ezilenleri birbirinden yalıtma stratejisi de boşa düşer.
 
Türkiya'yi de kapsayan geniş bölge bir devrim konjonktüründedir. Uzunlu kısalı mücadeleler almış yürümüştür. Tunus'ta kendini yakan gencin çığlıklı çağrısının bir şehir veya ülke ile sınırlı bir etkiyle sönüp gitmemesi bundan dolayıdır. Tıpkı Gezi'deki onur ve özgürlük isyanının sadece bir kent veya ülkeyle sınırlı kalmaması gibi. Birbirini besleyen, büyüten bütün bu devrimci demokratik mücadelelerin sonuç vermesinin yolu her ülkede, olabilecek her araçla ezilen milyonların içinde kök salmaktan geçiyor. Türkiye ve Kürdistan, bütün zorluklara karşın bu istikamette ilerliyor. Derinleştirmek, aydın sanatçılardan bugüne dek kenarda kıyıda kalmayı yeğlemiş isimlere kadar herkesi kapsayan bir şölene dönüşecek bir mücadele olarak on milyonların örgütlenmesi hedefi, daha önce sağlandı bugün de gerçekleştirilecektir.
 
Baskı ve sömürü ezilenlerin yazgısı haline getirilmeye ve kanıksatılmaya çalışılıyor. Oysa bu geçicidir ve faşizmin korkuyla beslenen kolektif bilinçaltı baskıysa, sömürüyse ezilenlerin kaderi de özgürlüktür ve mutkaka başarılacaktır.