26 Kasım 2024 Salı

Eylem Roza yazdı | Eğitim-Sen 11. Genel Kurulu'nun ardından

Geçmiş dönemin mücadele hattına dair değerlendirme, eleştiri ve özeleştiri yapmayan, yeni dönem mücadele araç ve biçimlerine odaklanmayan, hangi siyasal anlayışın hangi MYK görevini istediğini her şey haline getiren ve olmadığı durumda karşılıklı ağır eleştirilere yönelen bir tablo ortaya çıkmıştır. Üstelik durumu açığa çıkaran tabloya dair anlamlı bir eleştirel-özeleştirel tutumda bulunmama hali, ayrışma nedenini açıklarken nesnellikten uzak bir suçlayıcılığa dönüşmüştür.

Genel kurul süreçleri; siyasi parti, sendika ve demokratik kitle örgütlerinin geçmiş dönem analizi yaptığı, içinde bulunduğu siyasi ve örgütsel sorunları tartıştığı, mevcut verili durumunu analiz ettiği ve gelecek sürece yön verdiği en önemli süreçlerdir. Salgın, derinleşen ekonomik kriz ve eğitim emekçilerinin esnek ve güvencesiz çalışmaya mahkum edilmesine dair politikaların arttığı bir dönemde Eğitim-Sen 11. Genel Kurulu'nu yaptı. Birçok bakımdan tartışmalara konu olan genel kurul, kongre öncesi yapılan tartışmalar ve ortaya çıkan sonuç bakımından sendikaların içinde bulunduğu duruma ayna tutuyor. Genel kurulda yaşananlar, sendikal mücadelenin işlevi, rolü ve amacı bakımından değerlendirilmesi, eleştirilmesi gereken bir süreçtir.

NİSPİ TEMSİL SİSTEMİ
Sendika merkez yönetiminin delegelerden en fazla oy alan adaylardan oluşması elbette demokratik bir yöntemdir. Ancak delege oylarının çoğunluğunu alarak demokratik bir seçim kazanmak, öncelikle demokratik bir seçim sisteminin olmasını gerektirir. Nispi temsil, her bir adaya ve delegeye seçme ve seçilme olanağı tanır. Ancak Eğitim-Sen içindeki bazı siyasal anlayışlar, yıllardır nispi temsil talebini görmezden gelmiştir. Konfederasyonu ve bağlı sendikaları aynı anlayışlar oluştursa da kimi sendikalarda nispi temsilin olması kimi sendikalarda olmaması tartışmaya değer bir durumdur. Nispi temsilin demokratik bir sistem olarak ilke düzeyine çıkarılmaması ve uygulanmaması yıllardır her genel kurul sürecinde benzer ayrışmaların sebebi olmuştur. Her genel kurul öncesi ittifak dengelerine bağlı olarak yapılan MYK seçimi, sendikaların kongre süreçlerinin temel odak noktası olurken, gelecek dönemin mücadele programı daima ilgi çekmeyen ve ikincil bir gündem olmuştur. 28-29 Kasım günlerinde Ankara'da yapılan Eğitim-Sen Kongresi'nin MYK seçimine dair yaşadığı kriz, tıkanma ve ayrışma; sendikal mücadeleyi değil, grup çıkarlarını esas almanın sonucudur.

Geçmiş dönemin mücadele hattına dair değerlendirme, eleştiri ve özeleştiri yapmayan, yeni dönem mücadele araç ve biçimlerine odaklanmayan, hangi siyasal anlayışın hangi MYK görevini istediğini her şey haline getiren ve olmadığı durumda karşılıklı ağır eleştirilere yönelen bir tablo ortaya çıkmıştır. Üstelik durumu açığa çıkaran tabloya dair anlamlı bir eleştirel-özeleştirel tutumda bulunmama hali, ayrışma nedenini açıklarken nesnellikten uzak bir suçlayıcılığa dönüşmüştür. Görev dağılımında anlaşılması durumunda oluşturulacak MYK'da birlikte görev alacak olan, bunun için bir dizi toplantı trafiği yapıp emek harcayan öznelerin anlaşamadıkları koşulda, "Kamusallıktan uzak olma, kadın özgürlük mücadelesini görmeme, dar grupçu davranma, kendini dayatma, nispi temsili kabul etmeme" gibi eleştirileri sıralayıp birlikte yol yürüyemeyeceklerini ilan etmeleri gerçeği yansıtmamaktadır. Salgın sürecinde kongre yapmaya birlikte karar verilmişken, bütün delegelerini salonda hazır eden öznenin, ittifak konusunda ayrışma yaşanması üzerine, "Salgın sürecinde genel kurul yapmak doğru değildir" eleştirisi gayri ciddidir. Yıllara varan büyük bir direnişe ve mücadele geleneği oluşturarak birlikte kurduğumuz sendikayı, bir biçimde –bazen geniş yönetim ittifakları oluşturarak, bazen de bu eleştirileri yapan anlayışların dar ittifakları ile– birlikte yönettik. Geçmişten bugüne aynı ittifak politikasını, seçim sistemini kullanan Eğitim-Sen'de ne değişti de bu özneler birlikte yönetemez duruma geldi. Aslında değişen özneler değil siyasal koşullardır. Eskiyen, tıkanan, üye ile sendikanın bağını şube kongresinde sembolik oy kullanmaya indirgeyen, üyelerin karar alma sürecinde söz hakkını kullanacağı örgütsel mekanizmaları işletmeyen sendika anlayışıdır.

Saray faşizminin sendikal mücadeleye, kamu emekçilerinin örgütlü mücadelesine yönelik saldırıları arttı. Dolayısıyla her bir siyasal öznenin kendi sorumluluğunu yaşanan sürecin dışında tutarak ve diğer anlayışları hedef alan eleştiriden uzak suçlamaları, bu tıkanma halini ilmek ilmek örmüştür.

İHRAÇ ÜYELER YÖNETİMLERDE YER ALABİLMELİ
Örneğin AKP faşizminin KESK üyelerine dönük ihraç saldırıları sonucunda emekleri gasp edilen üyelerinin yönetimlerde yer alması/almaması tartışması yaşanılan yabancılaşmanın boyutudur. Sendika üyeliğinin yasal sınırlarını siyasal iktidar belirlemiş ve yıllarca eğitim emekçileri arasında güvenceli/güvencesiz ayrımını sendikal zeminde de devam ettirmiştir. Sözleşmeli, ücretli öğretmen gibi ayrımlar sadece eğitim emekçilerinin özlük haklarını değil, sendikal örgütlenme hakkını da yok saymıştır. Eğitim-Sen'in üye profilini 657'ye tabi kadrolu eğitim emekçileri ile sınırlaması, güvencesiz eğitim emekçilerinin örgütlenmesi sorumluluğunu görmezden gelmesi, KHK ile ihraç edilen üyelerinin sendikal haklarının da yok sayılması tartışmasına zemin hazırlamıştır. Kendi tüzüğünden güç alan Eğitim-Sen, ihraç edilen üyelerinin mahkeme süreci bitinceye kadar üyeliğini ve üyelikten doğan haklarını devam ettirmiştir. Ancak mesele yürütme kurullarını oluşturmaya gelince, siyasal anlayışlardan bazıları, nedensizce ihraç üyelerin seçilme hakkını tartışma ve tutum alma yönelimine girmiştir. Seçme hakkı olan ihraç üyenin seçilme hakkının yok sayılması MYK ittifakı görüşmelerinde maalesef tartışma konusu olmamıştır. Nispi temsille her üyenin seçilme hakkından dem vuranlar, ihraç edilmemiş üyenin seçilme hakkını yeterli görmüş ve KHK'lı üyelerin sendika üyeliğinden doğan haklarını görmezden gelmiştir. Eğitim emekçilerinin haklarının, işlerinin, yaşamlarının haksız bir biçimde ellerinden alınması karşısında bütünlüklü bir mücadele yürütülmesi çizgisinden vazgeçilerek örgüt ve mücadele ilişkisini yok sayan bir tutum ortaya çıkmıştır.

EĞİTİM-SEN'İ EĞİTİM EMEKÇİLERİNİN MÜCADELE ÖRGÜTÜNE DÖNÜŞTÜRMEK
Bugün ortaya çıkan bu tablo ilerici, devrimci mücadele hattından ilerleyen Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası açısından iki temel sorunu görünür kılmıştır. Nicelik olarak yürütmede en çok sayıda yer alma tartışmaları sonucunda temsiliyet alanına daralmış bir Merkez Yürütme Kurulu seçimi. Delege sayısının üçte birinin oy kullanmasıyla belirlenen MYK ve delegelerin bile ilgi göstermediği bir genel kurul süreci. Bir diğer sorun ise kongrede, faşizmin çok yönlü saldırıları karşısında nasıl konumlanacağına dair emek eksenli politik bir mücadele hattına yönelik hiçbir tartışma yapılmamış olmasıdır. Salgın sürecinin eğitime yansıması, eğitim emekçilerinin yaşadığı sorunlar, esnek ve güvencesiz çalışma, ihraç edilen üyelerin durumu vb. kongrenin gündemi olmamıştır. Kamu emekçilerinin katlanarak artan sorunlarına ilişkin umut verici en küçük bir enerji dahi ortaya konmamıştır.

Eğitim-Sen'i siyasetlerin temsilcisi değil de yeniden eğitim emekçilerinin mücadele örgütüne dönüştürmek için bu genel kurul çözüm bekleyen önemli sorunları dışa vurmuştur. Kongre anında merkez yürütme kurulu krizi aşılsa bile sendikanın örgütsel sorunları varlığını korumaktadır. Bu tablonun her bir siyasal anlayışa eleştiri ve özeleştiri sorumluluğu yüklediği açığa çıkmışken, bedel ödeyerek kurduğumuz örgütümüzü korumanın sorumluluğu ile gelecek dönemi örgütleme görevine girişmekten başka bir yol yoktur.