Esra Asiye Güden* yazdı | Fransa'da geceleri aydınlatan direniş
Fransa kamuoyunda kitle şiddeti kaçınılmaz olarak gündemin ana öznesine dönüşse de öfkenin temelinde yatan faktörlere dair tartışmalar önemli bir dinamizm taşıyor. Sokağa çıkan ve adalet isteyen genç göçmenlerin talepleri devletin tüm manipülatif çabalarına rağmen, halk nezdinde bir haklılık paydaşlığı ile karşılanıyor.
Netflix'de geçtiğimiz aylarda yayınlanan Athena filmi, Fransa'da yaşayan göçmenler için oldukça gerçek ve tanıdık bir hikayeyi anlatıyor. Film, banliyölerde en kötü yaşam koşullarına hapsedilmiş gençlerin polis nezdinde devletle karşı karşıya gelmelerini, yine polisin ırkçı cinayeti ile anlatıyor. Gettolaştırılan banliyölerin gerçeğine bir nebze ışık tutuyor film. Sonrası tıpkı genç Nahel'in polis tarafından katledilmesi, öfkenin sokakla tanıştırılması ve sokağa taşması biçimindeki bir görsel şölen oluyor.
Fransa son yıllarda işçi ve emekçilerin, göçmenlerin başta olmak üzere ezilen kesimlerin en dinamik eylem ve sokak hareketinin direniş merkezine büründü. Geleneksel eylem biçimleri, kitle hareketleri militanlaşan bir düzeye evrilerek burjuvazinin kalelerini dövüyor.
Özellikle neredeyse bir yıl süren Gillet Jaunes (Sarı Yelekliler) hareketi sonrasında, Covid 19 pandemisinin faturasını emekçiler üzerine yıkan neoliberal politikalara karşı süreklileşen eylemler serisi, kendiliğinden gelişen kitle hareketlerini, çareyi sokakta gören bir yönelime soktu.
İşçi ve emekçilerin ve ezilen kesimlerin bu arayışı, parlamentoyu çare görmeyerek muhalefeti ve çözümü sokak hareketlerinin gücünde araması, önemli bir bilinç değişimi de yarattı. Bu dönüşüm, zamanla burjuva devlete karşı dışarıdan baskı muhalefeti biçimlerine büründü ve parlamentoda yer alan partilerden çok daha ciddi bir basınç oluşturdu.
'JUSTİCE POUR NAHEL!' (NAHEL İÇİN ADALET!)
17 yaşındaki Nahel'in 27 Haziran günü polis şiddetiyle katledilmesi, Fransa'da bir göçmen isyan kalkışmasına neden oldu. Paris'e bağlı Nanterre bölgesinden başlayan isyan dalgası yaklaşık bir haftadır şehrin genelinden diğer kentlere ve Belçika, İsviçre ve Yunanistan'a da yayılarak protesto ve eylem dalgasına yol açtı.
Nahel, "dur" ihtarına uymadığı gerekçesiyle polis tarafından öldürüldü. Tetiği çeken polisin "aracı üzerime sürdü" diyerek söylediği yalan göçmenlerde biriken öfkeyi tetikledi. Göçmenlere yönelik saldırı ve katliamların Fransa'da geçmişe dair birikmiş kaydı vardı ve Nahel "dur" ihtarına uymadığı için öldürülen ilk kişi değildi. Bu durum, Fransa'yı 2005'teki isyan günlerine geri götürdü. Araçlar ve otobüsler ateşe verildi, büyük tekellere ait alışveriş merkezleri Louis Vuitton, Auchan, Lidl, Nike gibi zincir markalar, devleti temsil eden belediye binaları, karakollar ve okullar hedef alındı.
Genç Nahel'in katledilmesi sonrasında patlayan öfke özellikle banliyölerdeki genç göçmen kuşağı harekete geçirdi. Akşam saatlerinde bir araya gelen genç kitle oldukça belirgin olarak devlet kurumları ve büyük tekel gruplarına bağlı mağazaları, işletmeleri, bankaları hedef aldı. Kapitalizme ve onun devlet kurumlarına yönelen öfke, Gillet Jaunes eylemlerini de aşan kitle şiddetini ortaya çıkardı. Burjuva medyanın yağmacılıkla, vandalizmle suçladığı eylemlerde işçi ve emekçilerin gasp edilen hakları, sosyal hak kesintileri, emek sömürüsünün yarattığı yoksulluğun sonuçları yok sayılıyor. Bazı mağazaların soyulduğu, yağmalandığı söylemi ile gelişen isyanı itibarsızlaştırmaya, kimliksizleştirmeye çalışıyorlar. Eylemler anında LİDL mağazasından gıda malzemeleri alan yoksul kadının aldığı bir kucak malzeme hakkı tartışmasızdır. Onun emeğini sömüren ve el koyan tekellerdir asıl yağmacı, hırsız olan.
Fransa'nın banliyölerinden, kent merkezlerine gerçekleşen tüm eylemlerde devlet, polisi, kimi bölgelerde orduyu, olmadı 10 bölgeye OHAL'i getirerek, hareketi boğmaya, engellemeye çalıştı. Son günlerde sivil faşist örgütlenmeleri sahaya sürerek polisin yakaladığı eylemcileri sopalarla dövdürttü.
Çok açık ki tüm basın yayın araçlarıyla kitleleri maniple etmeye çalışan devlet, faşist örgütlenmeler eliyle halkı göçmenlere karşı örgütlemeye, karşı karşıya getirmeye çalışmıştır. Bu durum önümüzdeki günlerde göçmen karşıtlığının zeminini genişletmek, ırkçı, faşist göçmen yasalarının sertleştirilmesine meyil oluşturmayı da amaç ediniyor.
BANLİYÖLERDE 'GÖÇMEN AVI' SÜRÜYOR
Polisin bu ırkçı saldırısı, "banliyö" olarak tanımlanan özellikle işçi ve emekçilerin yaşadığı mahallelerde ilk kez yaşanmıyor. Yargısız infazla katledilen Nahel, göçmen işçi ve emekçilerin yaşadığı, genç siyah ve Arap nüfusun yoğun olduğu Nanterre bölgesinde yaşıyordu. Birçok banliyöde olduğu gibi Nahel de polisin sistematik taciz eden yol kontrollerine, üst baş armalarına maruz kalmıştı. Özellikle Paris banliyölerinde sözde uyuşturucu ve hırsızlık olaylarına karşı polis noktaları, yol araması biçiminde polis araçları ile sivil veya resmi gözaltı merkezleri bulunuyor. Buralarda yaşayan göçmen genç nüfus sıklıkla polisin tacizine uğramakta, fişlenmektedir. Banliyöler, buraya sıkıştırılan göçmenler ve genç nüfus üzerinden "suç merkezleri" uygulamasına tabi tutuluyor. Burjuva devletin neoliberal politikaları sonucu ırkçı uygulamalar, göçmen karşıtı yasalar, adaletsizlik, sosyal dışlanmışlık, kamu hizmetlerindeki kötüleşme, artan yoksulluk ve işsizlik, banliyölerde yaşayan işçi ve emekçi göçmenlerin yaşamlarını çekilmez hale getirmiştir. Son 15 yıldır başa geçen hükümetlerin polis yetkilerini artıran temel "güvenlik politikaları" tamamen bu zemine dayanmaktadır.
Fransa'da 2005'te yine polis şiddeti nedeniyle patlak veren isyan dalgası, devleti göçmen sorunlarıyla yüzleştirmişti. O dönem Zyed Benna ve Bouna Traore adlı iki genç yine göçmenlerin yoğun olduğu Clichy-sous Bois'da polis kontrolünden kaçarken elektrik trafosuna çarparak can vermişti. 3 haftayı bulan eylemleri sönümlendiremeyen devlet OHAL ilan ederek, hareketin önüne set çekmişti. Takip eden yıllarda, 2014'te Remi Fraisse, 2016'da Adama Traorre'nin polis şiddeti ile katledilmesi protesto eylemleri ile karşılanırken, şiddetin kaynağının sorgulanması eylemlere politik bir karakter kazandırmıştı. Ayrıca başta katledilen gençlerin aileleri olmak üzere özellikle siyahi göçmen gençliğin adalet talebiyle bir araya gelmelerini, örgütlenmelerini sağlamıştı.
Sonraki yıllarda, Paris'in 17. bölgesinde genç müzik yapımcısı Michel Zecler'in 3 polis tarafından şiddete maruz kalması, 24 Kasım 2020 gecesi, Republique Meydanında çadır kuran çoğunluğu Afgan 500'e yakın sığınmacının biber gazıyla saldırıya uğrayarak yaka paça dışarı atılması polis şiddetini sıklıkla gündemleştirdi.
ABD'de Mayıs 2020'de George Floyd'un polis şiddeti nedeniyle boğularak katledilmesi, ırkçı şiddete karşı dünyanın her yerinde olduğu gibi Fransa'da da yankısını bulmuştu. Haziran 2020'de on binlerce genç, devlet ırkçılığına karşı ve polis şiddeti mağdurları için "adalet ve hakikat" talebiyle harekete geçti. Yaygın eylemler, Fransa'da katledilen gençler için adalet talebi ile gerçekleşti.
'GÜVENLİK YASASI' KİMİN GÜVENLİĞİ İÇİN?
Polis şiddeti, 2020'de 2, 2021'de 3 ve geçtiğimiz yıl ise 13 göçmen gencin canını aldı. Polis çevirmesine uymadıkları gerekçesiyle siyah veya Arap kökenli gençler polis tarafından katledilmeye devam edildi. Emek cephesinin tüm itiraz ve eylemlerine rağmen Macron hükümetinin polisi özel yetkilerle donattığı 2020'de Küresel Güvenlik Yasası, polisin silah kullanımına ilişkin çerçeveyi genişletmiş, "itaatin reddedilmesi" halinde ateş etme hakkı tanımıştı. Polis yasaları ile bizzat devlet tarafından polis şiddeti ve ırkçı nefret örtbas edilerek aklanma ve cezasızlık yoluna gidilmişti. Bu durum polis şiddetinin artmasını sağlamıştı. Fransa burjuva devletinin asıl niyeti yoksulluğa, eşitsizliğe, ırkçılığa, ayrımcılığa karşı hakkını arayan, isyan eden halka yönelik baskıyı arttırmaktı.
Devletin kolluk kuvvetlerine verdiği yasal güvence ile 2016'dan bu yana işçi ve emekçilere, göçmenlere ve gençlere yönelik saldırılara, eylemlerde aşırı polis şiddetine, yoğun gaz ve silah kullanımına yol verilmiş oldu.
Emekçilerin, göçmenlerin, kadınların ve gençlerin emeklilik yaşının yükseltilmesi, El Khomri yasası, çevre eylemleri, kağıtsızlar eylemi veya Kürt kadın hareketi öncülerinden Evîn Goyi ve 2 yoldaşının Paris'in orta yerinde 23 Aralık günü faşist, ırkçı bir saldırı ile katledilmeleri sonrasında gelişen protestolarda olduğu gibi kitlesel sokak eylemlerine karşı polis şiddettinin "orantısızlığı"nı gördük.
GENÇ GÖÇMEN İSYANININ GÖSTERDİKLERİ
Fransa işçi, emekçi sendikaları, MRAP gibi göçmen dernekleri, sol cenahta yer alan FKP gibi partiler toplam süreç boyunca ırkçı polis şiddetini kınamakla yetinerek, hareketin doğrudan bir parçası olmaktan imtina ettiler. Banliyöleri sadece bir "oy deposu" olarak gören "sol cenah" isyanların dinamiklerini doğru analiz etmekten de uzak düşmüştür. Hareketin içerisinde sınırlı bir kuvvete sahip olsa da kimi otonom gruplar, polis şiddeti sonucu hayatını kaybedenlerin aileleri tarafından kurulan gruplar, sevk edici bir rol üstlendiler. Fakat gelişen isyan gerçek anlamda örgütlü ve önderlikli bir hareket olmaktan yoksundur.
Kuşkusuz Fransa kamuoyunda kitle şiddeti kaçınılmaz olarak gündemin ana öznesine dönüşse de öfkenin temelinde yatan faktörlere dair tartışmalar önemli bir dinamizm taşıyor. Sokağa çıkan ve adalet isteyen genç göçmenlerin talepleri devletin tüm manipülatif çabalarına rağmen, halk nezdinde bir haklılık paydaşlığı ile karşılanıyor. Bu şekilde sokakta ırkçı bir karşıtlık oluşmuyor. Bu isyan hareketi bir siyah kalkışması olarak da kategorize edilmiyor. Kitlelerin sokak eylemlerinin meşruluğu, Fransa'da uzun bir zamandır ezilen tüm kesimlerin sokakları aydınlatmasıyla kanıksanmış durumda. Eylemin gücü ilk andan itibaren meyvelerini verdi bile. Nahel'i öldüren polisin geçmiş örneklerin tersine "kasten öldürme" nedeniyle tutuklanması, Fransa Meclisinde Nahel için bir dakikalık saygı duruşu yapılması, kimi eylem noktalarında yerli işçi ve emekçilerin eylemlere katılımı, isyanın somut kazanımları olarak kayda geçti.
Bundan sonraki süreçte işçi ve emekçilerin talepleri ile göçmenlerin taleplerinin birleştirilmesi sorunu, tüm siyasal yapılanmaların önünde aciliyeti ile duruyor. Eşit sosyal ve siyasal haklar için göçmen isyanlarının somut kazanımlara kilitlenmesi önemli bir yerde duruyor. Emeklilik reformuna karşı sokağa çıkan işçi ve emekçilerin, polis şiddetine karşı ayağa kalkmış olan göçmenlerle bağdaşlık kurması, mücadelenin aynı birleştirici kanaldan ilerlemesi çözümde anahtar olacaktır.
*Esra Asiye Güden AVEG-KON Eşbaşkanı