ESP Eş Genel Başkanları: Durum umutlu olmak için elverişli, hareket için verimli
Dünyada bir yanıyla sağ iktidarların yükselişte olduğuna dikkat çeken ESP Eş Genel Başkanları Gümüştaş ve Tümüklü, bunun karşısında da halk isyanlarının önlenemediğini vurguladı. ESP Eş Başkanları, Türkiye'de savaş ve savaş ekonomisinden beslenen iktidarın da kitleleri hizaya sokamadığını, saflaşmanın düzen içinde çekilemeyecek kadar keskinleştiğini söyledi.
"2019, Saray rejimine boyun eğmeyen, faşizmin baskı ve zoru altında rıza göstermeyen, biat etmeyen, toplumsal ve demokratik talepleri etrafında hareketi ve sokağı terk etmeyen bir ezilenler hareketine de tanıklık etti Türkiye'de. Bölgesel savaş politikaları, tecrit, hapishane, alan yasakları, kazanılmış belediyelerin yeniden kayyımlarla gasbı biçimindeki mevcut zor politikalarına karşı boyun eğmeyen bir ezilenler hareketinden bahsetmek mümkün. Kitle hareketinde bir rıza üretememiştir iktidar."
"Artık saflaşmalar, düzen içine çekilemeyecek kadar keskinleşmiş durumdadır. Dünyada kırktan ülkede boy gösteren ayaklanmalar ve ortaya çıkan direnişler bu olanakları her yanıyla somutlamaktadır."
Ezilenlerin Sosyalist Partisi Eş Genel Başkanları Özlem Gümüştaş ve Şahin Tümüklü, ETHA'ya yaptıkları değerlendirmede, AKP-MHP ittifakının toplumu istedikleri gibi şekillendiremediklerine dikkat çekerek, direniş halkasının canlı bir şekilde varlığını sürdürdüğünü vurguladılar. Gümüştaş ve Tümüklü, dünyada faşist/sağcı eğilimlerin yükseliş gösterdiğini, buna karşı ezilen halkların da sokakları terk etmediğini vurgulayarak, benzer koşulların Türkiye ve Kuzey Kürdistan için de geçerli olduğunu belirtti. ESP Eş Genel Başkanları, bu durumun 2020 için büyük bir olanak ve umut barındırdığını söyledi.
Kürt sorununu görmeden yapılan birlik tartışmalarının gerçekçi olamayacağını vurgulayan Gümüştaş ve Tümüklü, "Bu ülkede Kürt sorununun adil, demokratik barış temelinde çözülebilmesi için sizin bu birleşik zemini örmeniz gerekiyor. Bu birliğin adresi, adıyla sanıyla belli" dedi.
ESP Eş Genel Başkanları Özlem Gümüştaş ve Şahin Tümüklü'nün ETHA'nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:
SAVAŞ VE SAVAŞ SANAYİ FİNANS KAPİTALİN CAN SUYUDUR
Coğrafyamızda ve dünyada baktığımızda ezen ve ezilenler cephesinden nasıl bir tablo ile karşı karşıyayız?
Tümüklü: Dünyada ve coğrafyamızda her anlamıyla yapısal bir kriz ve bunun içerisinden çıkmaya çalışan hem egemenler cephesinden kendine çıkış bulma çabası hem de ezilenler cephesinden bu yapısal krize ve ondan çıkış olarak sunulan savaşa, faşist baskı politikalarına karşı politik yanıt üretme çabasını birlikte okumak gerekiyor.
Egemenler açısından belki bütün süreci şöyle tanımlamak mümkün: Değişen dengeler içerisinde ortaya çıkan kutuplaşmalar ve bu kutuplaşmalar içerisinde kendini var etme mücadelesi. Egemenlerin bu var olma mücadelesinin politik-ekonomik bedelini dünya emekçileri ve ezilenleri yaşamlarıyla, doğasıyla, tarihlerinin-yurtlarının yok olmasıyla ödüyor. Bugün emperyalist kriz kendi içinde nasıl bir çıkış yaratıyor, çıkış dayanakları ne diye baktığımızda bir çırpıda söylersek; birincisi, savaşa ve onun politikasına yaslanıyor. Savaş politikalarıyla kendi varoluşunu sürdürmeye çalışıyor. Bu savaşın en çok gerçekleşme alanları Orta Doğu ve Afrika merkezlidir. Savaş sadece çatışma ile savaş sanayinin tüketimini güvencelemiyor, aynı zamanda savaş sanayi teknolojisi ve finansıyla da uluslararası finans kapitalin en önemli can suyudur.
İkincisi; yaşanan kriz ve ekonomik yeniden üretimin tıkanmasının suçlusu başta yabancı-göçmen karşıtlığı, şovenizm ve kitlelere güçlü-milli olma pazarlamasından beslenen faşizmin ya da siyasal gericiliğin yarattığı olanaklardan yararlanmak istiyor. Çıkış yollarını, kendi ekonomik ve siyasi stratejilerine bağlı olarak da özellikle belli ülkelerde faşist politikaların yükselmesine, insanlık suçlarına neden olan yağmaya-kitle kıyımlarına, doğanın yağmalanmasına ve her türden hukuk dışılıklarını uluslararası hukuk nezdinde bir şekilde üzerlerini örtmekle kapatmaya dayanarak bulmaya çalışıyorlar. Buradan, uluslararası birçok kurumun işlevini kaybettiğini, belki de ikinci emperyalist paylaşım savaşı dönemini andıran BM'nin, NATO'nun, AB'nin işlevini kaybettiği bir süreç yaşıyoruz. Doğal olarak bütün bu sürecin yanında ve içinde kendi kutuplaşmalarının sürekli değiştiği bir denklem ortaya çıkmış oluyor. Özelde ABD ve Rusya merkezli bu denklem Orta Doğu'da bizi de ilgilendiren, Rojava işgalinden Suriye politikasına, Orta Doğu'da doğal kaynakların kullanımından halk direnişlerine kadar bir dizi konuda yansıyor. Tabi bunun kendi içerisinde yarattığı çelişkiler, git-geller, ezilenler ve emekçiler açısından bir yanıyla kitle kıyımını, hak ve özgürlüklerin yok edilmesini ve dünyayı yok oluşa doğru sürüklerken; diğer yandan bu çelişkiler içerisinden yararlanacak devrimci, direnişçi olanakları barındırdı. Ortaya çıkan halk direnişlerini, ayaklanmaları, Rojava devrimini bu bağlamda ele almak mümkündür.
EMPERYALİST ÇEKİŞMENİN EN SOMUT YANSIDIĞI ALAN ORTA DOĞU
Emperyalist çekişmenin ve kutuplaşmanın en doğal meydanı, somut yansıdığı alan aslında Orta Doğudur. Orta Doğu'daki politik dengelerin sürekli değişen tablosu ve barındırdığı krizler, egemenler için de ezilenler için de geçtiğimiz dönemde olanaklar ve riskler yarattı. Bunun en son yaşanan örneği Rojava'nın işgalinde ortaya çıkan durumda görmek mümkündür. Türkiye'nin işgalci pozisyonunu, bir şekilde Rusya ve ABD'yle yapılan çeşitli anlaşmalarla hem oradaki bölge gerici ülkeleriyle (İran'la, Suriye'yle) kurdukları denklemle Rojava devrimini boğma süreçlerinde gördük. Sonuçta şunu görmek lazım, emperyalistlerin kendi aralarındaki kutuplaşmalar, çelişkiler olsa da bir devrim olasılığının doğmasına engel olmada ya da yaşayan bir devrimin kendi sömürgeci çizgisine çekilmesinde, onun gelecek umudunu boğmada birleşiyorlar. Emekçilerin ve ezilenlerin bir devrimci toplum ve yaşam kurmasının karşısında yan yana gelmekte hiç beis görmüyorlar. Doğal olarak Orta Doğu'da düşündüğümüzde savaşların, gerilimlerin bitmemesinin kaynağında emperyalist savaş politikaları ve emperyalistlerin bölge sömürgecileriyle kurduğu denklemler, onun yarattığı politikaları var. Savaşların her daim olduğu bir süreci yaratıyor, coğrafyamızda kaos örgütleyen bir süreç üretiyor.
Emperyalist küreselleşmenin bu sürecinde hem yaşadığı krizi aşmak, hem ürettiği savaş politikalarını sürdürmek, hem de kendi varlığını bu eksende devam ettirmek için -bir politik tercih değil, bir zorunluluk olarak, çünkü varlığını başka türlü sürdürme olanağı iyice zayıfladı- daha önce de tarihsel referanslarıyla deneyimlenmiş olan faşizmi ikame ediyorlar. Bunun dünyada bir yükseliş eğiliminde olduğunu görmemiz lazım. Bunun nedenleri tabi çokça sıralanabilir. Bu kutuplaşma siyasetinin, emperyalist merkezlerde özellikle gelişen kitlesel göçmenlikle birlikte devletlerin zaten azalttığı sosyal hakların tırpanlanmasıyla başlayan emekçilerin, kent yoksullarının kimi ayrıcalıklarını "kaybetmiş" olması, şovenist politikaların medya tekelleri eliyle güçlendirilmesi ve faşist partilerin sermaye gruplarının desteğiyle geniş emekçi kesimleri ideolojik ve politik olarak yanılsamalara sürüklemesi, kendi gerçeğine yabancılaşması… Bu bir yanıyla egemenlerin kitle gücünü de oluşturuyor. Bu bir risk. Egemenlere yedeklenen emekçi kesimlerin bu eğilimlerini de görmek zorundayız. Kutuplaşmanın yarattığı olumsuz sonuçlardan biri de budur.
METROPOLLERDEN YOKSUL COĞRAFYALARA YÖNETEMEME KRİZİ VAR
Gümüştaş: Faşizmin dünyasal ölçekte yükselişini, aynı zamanda baskıcı, otoriter yöntemlerin günlük yönetme biçimini almasını, bu tablonun ezilenlerin hareketleriyle tetiklenen yönetememe krizini 2019'un genel verisi olarak okuyabiliriz. 2019, mevcut siyasi iktidarların baskıcı, otoriter yönetme biçimleriyle rıza üretemediği, faşizme boyun eğmeyen kitle hareketlerine sahne olan bir yıl oldu. Emperyalist kapitalist sistemin krizinin, herhangi bir iktisadi kriz biçimini aşıp, giderek bir toplumsal kriz biçimini aldığı ve bu krizin derinleştiği emperyalist metrepollerden yoksul coğrafyalara kadar derin bir yönetememe krizine, siyasi krize dönüştüğü bir yıldan bahsedebiliriz.
NEOLİBERALİZM TÜM DÜNYADA CAN ÇEKİŞİYOR
Bu durumun fişeğini yakan da yılın sonlarına doğru kapıyı çalan ezilenlerin eş zamanlı isyan hareketleridir. Irak'tan, Lübnan'dan Şili'ye, Ekvador'a uzanan isyan dalgası, bu krize güçlü bir değişim isteğiyle itiraz eden hareketler. Bu hareketlerin 2010-2012 zaman dilimi içerisinde yaşanmış ve Türkiye'de de Gezi ile birlikte kendisini göstermiş isyan dalgasından bir farkı var: 2010-2012 hareketleri kendi dönemleri içerisinde mevcut siyasi iktidarlar karşısında demokrasi arayışıyla parlamenter seçimler ve tercihler ürettiler. Geride kalan yıllar, bu tercihlerin sahasının mevcut iktidarlar ve yönetme anlayışları tarafından daraltıldığı, ezilenler cephesinden ise böyle bir değişim arayışının fitilinin söndüğü bir dönem oldu. Şimdi daha yıkıcı bir isyan dalgasıyla karşı karşıyayız. Yoksullar sokakta. Kapitalizmin ittiği yoksulluğa, işsizliğe, açlığa, aynı zamanda kapitalizmin ürettiği yaşam biçiminin yarattığı geleceksizliğe karşı bir isyan dalgası var. Şili'deki eylemcilerin söylediği gibi, "Neoliberalizm burada doğdu, bütün dünyada can çekişiyor" diyen, ezilenleri ve halk hareketlerini uyaran, antikapitalist bir hareket var.
Bu dalganın içerisinde daha özgün bir şekilde var olan ise kadın hareketi. Kadınların hem emperyalist kapitalist sistemin krizine hem de bu krizin kadın bedeni, kadın cinselliği, kadın emeği üzerinde yarattığı eşitsizlik ve şiddete, baskıya karşı ayaklanmasına, bu ayaklanmanın dünyasallığına tanıklık ettiğimiz bir 2019 yaşadık. 2019'da kadın özgürlük mücadelesinin gelişim dinamiği bakımından en temel veri, 8 Mart'ı kadın greviyle karşılayan enternasyonal hareket dalgası olmuştur. Bu hareket 2019'un sonlarında 25 Kasım eylemleriyle de farklı bir içerik kazanmıştır. Bu durum kadın özgürlük mücadelesini toplumsal değişim isteğinin temel bir dinamiği haline getirirken, kadın hareketinin gelişiminin yönünü de değiştiriyor, geliştiriyor.
ROJAVA'DAKİ DEVRİME ÇOK GÜÇLÜ ULUSLARARASI DESTEK VAR
2010-2012 isyan dalgası içerisinde 3. cephe olarak şekillenen ve tüm dünya için başka bir geleceği, yeni yaşamı örgütleyen Rojava, bugünün isyan dalgalarına, bugünün değişim isteğine de yeniden bayraktarlık etmeye devam ediyor. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi'ne dönük işgal saldırıları dünyada karşılığını Rojava'yı savunma biçiminde buluyor. Çok güçlü bir uluslararası kamuoyu, destek var Rojava'ya ve halkçı devrimin kazanımlarına. Barbar, tecavüzcü cihadçı çetelerle mücadele eden, bölgedeki halkların birleşik yaşamını ören bir iktidar biçimi olarak Rojava'nın uluslararası kamuoyundaki saygınlığı ve sahiplenilişini ezilenlerin değişim isteğinin özel bir bilinci, özel bir birleşik duruşu olarak okuyabiliriz.
Bu tabloda Türkiye nerede duruyor?
Gümüştaş: Bu çizdiğimiz tablonun dışında bir Türkiye siyaseti yok. Hem mevcut iktidar, egemen siyaset yapısı bakımından hem de ezilenler bakımından durum farklı değil. 2019 AKP-MHP bloğu bakımından belirsizliğin, geleceksizliğin, yönetememe krizinin daha fazla derinleştiği bir yıl oldu. Mevcut siyasi iktidar 2019 yılında da savaş ve kriz politikalarını sürdürdü. AKP-MHP bloğunun hem bölgede yayılmacı, işgalci pozisyonunun daha açık hale geldiği, aynı zamanda içerde de siyaset üretme biçiminin faşist zor ve yasaklarla sürdürüldüğü bir yıl yaşadık.
Bu tablo içerisinde en belirgin şey, hem AKP'nin kendi iç krizi hem de AKP-MHP bloğunun yaşadığı derin krizdir. Yılın sonuna gelindiğinde mevcut iktidar yapısı, egemen blok içerisinde yeni yılda güvenle yol aldıracak bir birleşiklik söz konusu değildir. AKP, kendi içerisinde Babacan ve Davutoğlu'nun tetiklediği özgün bir yarılma ve bölünme süreci yaşıyor. AKP-MHP bloğu ise yönetememe krizini aşma yöntemleri bakımından bir bütünlük sergileyemiyor. Bu kriz 31 Mart ve 23 Haziran yerel seçimlerinde Kürdistan'da kayyumlardan geri alınan belediyeler, Türkiye sahasında büyük kentlerin el değiştirmesi ile derinleşti. Böylece iktidarın iç krizi daha da belirgin hale geldi.
İktidar, siyasi krizini Suriye'de açık işgalci bir politikayla aşmaya, iktisadi krizini savaş ekonomisi ve Doğu Akdeniz üzerinden yayılmacı bir politikayla çözmeye ve yeni bir yol bulmaya çalışıyor. Ülke ekonomisini giderek bir savaş ekonomisi biçiminde dizayn ederek çözüm üretmeye yöneliyor. Ancak bu siyaset tarzı tutmuyor. Mevcut iktidar ve egemen siyaset yapısının iç krizleri bütünlüklü bir siyaset ve yönetme politikası yaratamıyor.
İKTİDAR KİTLE HAREKETİNDE RIZA ÜRETEMEDİ
2019, Saray rejimine boyun eğmeyen, faşizmin baskı ve zoru altında rıza göstermeyen, biat etmeyen, toplumsal ve demokratik talepleri etrafında hareketi ve sokağı terk etmeyen bir ezilenler hareketine de tanıklık etti Türkiye'de. Bölgesel savaş politikaları, tecrit, hapishane, alan yasakları, kazanılmış belediyelerin yeniden kayyımlarla gasbı biçimindeki mevcut zor politikalarına karşı boyun eğmeyen bir ezilenler hareketinden bahsetmek mümkün. Kitle hareketinde bir rıza üretememiştir iktidar.
Bugün gelinen aşamada siyasi iktidarın şimdiye kadar yığınlarla kurduğu bütün politik bağları dinamitlemeye aday derin bir iktisadi kriz de önemli verilerden biridir. Dolayısıyla hem kitle hareketi hem de krizin bu çoklu biçimleri Türkiye bakımından, Türkiye ezilenleri bakımından politik gerilimin, değişim isteğinin biriktiği halkalardır.
Bu dönem içerisinde kadın özgürlük mücadelesinin alanları tutan, alan yasaklarını zorlayan hareketini tablonun esaslı bir yerine koymalıyız. Aynı zamanda siyasi iktidarın kayyım darbesi ve kazanılmış hakların gasbı karşısındaki direniş önemli bir yerde duruyor. Kürt özgürlük mücadelesi ve onunla birleşik temelde yükselen emekçi sol hareketin değişik türde siyasi eylemleri bu tablonun önemli bir yerinde durur. Kaz Dağlarından Hasankeyf'e zaman zaman birleşmeyi başaran ekoloji hareketi ve değişik tipte, değişik yerlerde mayalanan işçi direnişleri de bu tabloya dahil edilebilir.
ARTIK HER BAKIMDAN YAŞANAMAZ BİR NOKTAYA GELİNDİ
Tümüklü: Egemenler açısından kendi durumunu yönetememenin kabulü ile buna uygun bir berraklaşmaya ve oradan da kutuplaşmaya doğru gittiğini kabul etmek lazım. Çok açık bir şekilde toplumun çok geniş bir kesimini düşman olarak tanımlıyor, onun siyasal örgüt ve biçimlerini düşman olarak algılıyor, onları tasfiye edilmesi gereken unsurlar olarak görüyor. Çok açık bir faşizmle karşı karşıyayız. Doğal olarak bu faşist uygulamaların bazı unsurları var. Bir tarafta kendilerini var etmek için yaşam kanalları üretmeye çalışıyor. Bunun en temel dayanağı olarak savaştan besleniyor. Savaşmak için zaten kendi kurucu kodları içerisinde var olan ve aynı zamanda bir rejim krizinin kaynağı olan, sürekli karşı karşıya geldiği Kürt sorunu var. Daha önce Efrin'de, bugün Rojava'ya işgal saldırısında hem rejim krizini aşmak hem de kendi kitle kaynağını inkar ve asimilasyonla beslenen şovenist bir hizalamaya çekmeye çalışıyor. Diğer taraftan faşist yasaklar ve saldırganlık politikasıyla bir şekilde ezilenlerin ve emekçilerin mücadelesini bastırmaya, olmazsa kendi sınırları belli kanalında, düzen içi egemenlik çizgisinde tutmaya çalışıyor. Diğer taraftan da kendi ekonomik çemberini sürdürmek için de işçi sınıfının sömürüsünü, vergi soygununu ve doğanın yağmasını en üst noktasına taşımış durumda. Artık her bakımdan yaşanamaz bir noktaya gelindi, insanlar intihara sürüklendiği bir durum yaşıyor. Diğer taraftan da doğanın yok edildiği, insanlık ve doğa tarihinin binlerce yılda biriktirdiği değerler rant ve sermaye düzeninin hizmetine, yağmasına açıldığı sermaye birikim sürecini örgütlüyor. Doğal olarak egemenler açısından bir berraklaşma durumunu net olarak söylemek gerekiyor.
CESARETİN FİLİZLENMESİ GELECEK UMUDU İÇİN YÖN VERİCİ
Bütün bu politikanın yanında kendi medyasıyla, camileriyle, okuluyla, bütün olarak bir çeşit ideolojik rıza üretmeye çalışıyor. Ama bütün bunlara rağmen toplumun çok büyük kesiminin buna teslim olmadığını görüyoruz. Herkesin sustuğu yerde bedenini açlık grevine yatıran Leyla Güven'in direnişi, herkesin geri çekildiği bir anda Şule Çet İçin Adalet Komisyonunun intihar olmadığını ortaya koyması, çocuğunun egemen sınıftan biri tarafından öldürüldüğünü tescillemek için mücadele eden Şaban Vatan olayında, ya da işçi direnişlerinde, ya da doğa için mücadele edenlerde, ya da intihara karşı öfkesini haykıranlarda bir şekilde bu faşist ablukaya, ideolojik olarak beton dökme halinin karşısında direnişlerin çatlaklardan filiz filiz çıktığını gördük. Bizim açımızdan 2019'un en önemli çıkarsamalardan biridir. Faşist abluka, yasak, savaş, ideolojik tahakküme karşı; duruşun, direniş odaklarının ve çatlakların içinden yeni mevzilerin, yeni direniş olanaklarının çıkması her birimize yeni umut verdi, veriyor. Korku duvarlarının yıkılmasında, bu duvarların arasından cesaretin filizlenmesi ve gelecek umudu kazanması açısından ön açıcı, yön vericiydi.
Aynı zamanda şunu görmek lazım. Hem yapılan son anketlerin sonuçları, hem kendi içerisinde belli toplumsal-politik gündemlerde ortaya çıkan tartışmalar birleştiğinde toplumda çok güçlü biçimde öfke mayalanmasının büyüdüğünü görmek mümkün. Buradaki somut durumunun emarelerinden egemenlerin korkması, sürekli Gezi'ye atıf yapmaları, Kobane serhildanını sürekli gündeme getirmeleri boşuna değil. Gerçek anlamda onlar da durumun farkında ve görüyorlar. Egemenler zevahiri kurtarmaya çalışıyor. Görmek gerekir ki 2019'un bütün karanlık ablukasına, saldırganlığına, savaş konseptine, ideolojik tasfiye sürecine rağmen karşısında çok önemli bir direniş hattının çeşitli kesimler tarafından belki birleşik değil henüz, belki çok istediğimiz kitlesellikte değil ama farklı karşı direniş odaklarının çıktığını görmek mümkün. Önümüzdeki dönemi kazanmamız açısından önemli verileri barındırıyor.
Bu çerçeveden baktığımızda, 2020 ne tür olanaklar barındırıyor?
Tümüklü: Tüm savaş ve saldırganlık konseptine, hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılmasına rağmen, dünyanın 40'tan fazla ülkesinde direnişler var. İnsanlar bugün ne için direniyor, hangi taleplerle canlarını feda ediyorlar, hangi gündemlerle egemen düzenleri sarsıyor... Olanakları buradan okumak lazım. İnsanlar ekmek için, hak ve özgürlükler için, egemenlerin yoksulluk ve savaş siyasetleri karşısında direniyor ve aynı zamanda içerisinde bulunduğu rejime artık sığmıyor. Emperyalist küreselleşme çağında onun siyasal biçimlerinin artık tutamadığı, kitlelerin talep ve isteklerini hapsedemediği olanaklaşma hali var aslında. Sonuçta insanlar içerisinde bulundukları sistemi kabul etmiyorlar, onun değişmesini istiyorlar. Ama mesele şu, aynı zamanda olanakla birlikte bu bir risktir de, bu hareketlerin çok önemli kesiminde devrimci bir iktidar iddiası, iktidarı alma iddiasının zayıflığı durumu var. Bu durum, hareketlere aynı zamanda ayaklanmada yönsüzlük olarak yansıyor. Birleşik örgütlerinin yaratılamadığı ya da birleşik örgütlerinin sonuç alamadığı durum olarak karşımızda duruyor. Bu olanakları ve riskleri birlikte ele aldığımızda bazı sonuçlar çıkarmak mümkün.
Olanaklar açısından, umut, hiç olmadığı kadar yakınımızda. Gerçek anlamda devrimin güncelliğini tartışmak ve buradan sonuçlar çıkarmak çok somut. Devrim, güncel olarak yanı başımızda, hatta önümüzde, bunu görmek lazım.
DÜNYADA DENGE YİTİMİ HALİ VE GÖÇMENLEŞEN MİLYONLAR VAR
Aynı şekilde devrimin güncelliğinin yakıcılığı yanında farklı toplumsal dinamiklerin farklı eğilimlere döndüğü zamanları da yaşıyoruz. Bir tarafta faşistleşmenin karşısında durabileceğini düşündüğümüz kesimlerin göçmen karşıtlığıyla ya da kendi ülkesinin savaş politikalarıyla egemenlerin siyasetine ya da ideolojik tahakkümüne rıza üretmesi ya da onun peşine gitmesi gerçekliği var. Dünyadaki faşist partilerin bu kadar oy alması ya da kitlelerin siyasal gericilikle bu kadar buluşmasını buradan okumak gerekiyor. Sonuçta dünyada bir denge yitimi hali var ve bu dengesizlik içerisinde ortaya çıkan kimi sonuçlar farklı eğilimlere yol açabiliyor. Bir diğer taraftan öfke ile başka bir arayışın yaratıcıları varken, diğer taraftan da verili durumu artık koruyamayan, yaşamını tehlikede gören, özgürlükleri tamamen ellerinden alınan ve bunun sonucunda göçmenleşen milyonlar var.
Bizler açısından belki olanakları devşirmek mümkün. Dünyada iki mücadele başlığının işçi sınıfı ve ezilenler açısından önemli bir dinamik olduğunu görmek lazım. Birincisi, 1917 Şubat devriminde kadın hareketinin öncülüğüyle başlayan ve daha sonra birçok harekete de referans olan kadın özgürlük mücadelesinin öncü rolü. Diğeri de doğanın yıkımı ve yağmasına karşı ekoloji mücadelesi. Küresel iklim greviyle 2019'da kendisini ortaya koyan insanların bu iki mücadeleyle birlikte adalet mücadelesi önemli yerde duruyor. Çünkü faşizm bütün dünyada adaletsizlik üzerine kurulan,hak ve özgürlükleri ortadan kaldıran, hukuku kişiselleştiren-kişiye göre hukuk düzeni kuran, kitle katliamlarını arttıran bir sistem olarak kendi karşıtını, adalet arayışını yaratan bir durum ortaya çıkarır. Ayrıca bu sadece bizim coğrafyamızın sorunu değil, bütün dünyada yaşanan bir sorun. Şili'de Daniela'nın simgeleşmesi, ülkemizde Şule Çet'in, Rabia Naz'ın simgeleşmesi, Sudan'da kadınların beyaz tülbentleriyle öne çıkan kadın özgürlük mücadelesi... Diğer yanda Kaz dağları için mücadele, Hasankeyf'in yıkımının yarattığı acı ve öfke, dünyanın neredeyse tamamında gerçekleşen iklim grevleriyle kapitalizmin dünyayı yok edişine karşı mücadele insan merkezli bakış açımızı doğa merkezli bakış açısına çeviren ekoloji mücadelesi... Aslında faşizmin, onun zorbalık düzeninin yarattığı her bir adaletsizlik, karşısında adaletle simgeleşen bir mücadelenin dönem açısından önemli olanaklar yarattığını görmek lazım. Suruç ve coğrafyamızdaki katliamlara karşı herkes için adalet çığlığı bir politik vicdan hareketinin ülkemizde mayalandığını ve güçlendiğini görmemiz faşizme karşı mücadelenin en önemli başlıklarından birisidir. Bizler açısından da bu mücadele başlıklarına baktığımızda bile çok yakıcı olanaklarla karşı karşıya olduğumuzu görmemiz gerekir. Artık saflaşmalar, düzen içine çekilemeyecek kadar keskinleşmiş durumdadır. Dünyada kırktan ülkede boy gösteren ayaklanmalar ve ortaya çıkan direnişler bu olanakları her yanıyla somutlamaktadır.
Bu atmosferde Ezilenlerin Sosyalist Partisi'ne nasıl bir rol düşüyor?
Gümüştaş: 2019'un egemen siyaset yapısındaki tablosu faşizm ve siyasal gericilik, rıza üretimi üzerine şekillenmiş hegemonya üretimidir. Ezilenler cephesinde durum ise boyun eğmeme, biat etmemedir. Elbette ESP, bu zaman dili içerisinde işçi sınıfının, ezilenlerin, yığınların faşizm karşısında biriktirdiği politik gerilimi okuyan, talepleri, arayışı okuyan ve toplumun bağrında biriken değişim isteğine, değişim arayışına yön vermeye çalışan bir hatta konumlandırmaya çalıştı kendisini. Bizim için faşizm karşısında boyun eğmeyen bölüklerin, yığınların politik hareketinin taleplerini okumak ve o hareketin ileriye taşınmasında öncülük misyonunun gereğini yerine getirmek önemli bir politik duruştur. Kendi politik misyonumuzu ve varlık nedenimizi böyle tarif ediyoruz.
EYLEM HATTINDA TÜRKİYE'DE ÖNEMLİ BİR MİSYON ÜSTLENDİK
Bu politik misyon, batıda işçi sınıfı ve ezilenlerin politik özgürlük mücadelesinin bayraktarlığını yapmak, söz ve eylemini üretmekten, aynı zamanda Kürdistan'da yükselen özgürlük mücadelesine yanıt olabilmek, onun ikinci bir cephesi olarak Kürt sorununun adil, eşit, demokratik çözümünü temsil edebilmekten geçiyor. ESP, bu misyonu geliştirmenin gerilimine kendini soktuğu, kendine ve politik gelişmelere politik-ideolojik-örgütsel müdahaleler örgütlediği bir yılı geride bırakıyor. Ezilenlerin demokratik kurtuluşunu, siyasal demokrasinin kazanılmasını belirleyen bütün politik hat ve eylemlerin içerisinde rol aldığımız, kendimizi sürükleyici bir pozisyonda konumlandırmaya çalıştığımız bir yılı geride bıraktık. Neler var bunun içerisinde?
İmralı'daki tecride karşı Leyla Güven öncülüğünde başlatılan açlık grevi direnişinin içinde olmak. Bu direnişin içinde olmak bizim için sadece faşist Saray rejimine karşı bir sokak mücadelesi örgütlemek değil, aynı zamanda İmralı tecridinde kristalize olan Kürt sorununu ülkedeki politik özgürlük mücadelesinin gündemine taşımak, çözümüne dair söz ve eylem üretmek.
Batı'da söz söylediğimiz kadar, Kürdistan'da kayyum darbesiyle belediyelerin gaspına karşı da aynı sorumluluk ve misyonla Amed sokaklarında olduk.
Bir enternasyonal hareket olarak şekillenen 8 Mart kadın grevinin bu coğrafyada örgütlenmesinde Sosyalist Kadın Meclisleri'mizle önemli bir yerde durduk. Bir cins grevi olarak kadın emeğini, kadın yoksulluğunu öne çeken ve gösteren, cins özgürlükçü taleplerimizi grevle dile getiren bu eylem hattında Türkiye'de önemli bir misyon üstlendik.
Yine bu topraklarda çok önemli bir mücadele sahası olan adalet gündemi etrafında yine çok temel bir sahayı pratik olarak göğüsledim. Suruç katliamından bu yana söylediğimiz "Herkes için adalet" talebine ve çizgisine uygun olarak, bu sene de Suruç'un 4. yıl dönümüne özel kampanyayla hazırlandık. Anmamızı ve adalet arayışımızı sokak eylemi ve direniş çizgisi ile; Adalet gecesi ile eyleme dönüştürdük. Kadınlar için, işçiler için, ekolojik talana karşı direnen yoksul köylülük için de adalet taleplerimizi yükselttik. Kaz dağlarında olduk, Rabia Naz, Şule Çet, Nurcan Arslan için adalet mücadelesi içerisinde olduk.
GÜÇLÜ BİR İTİRAZ ÖRGÜTLEMEYE ÇALIŞIYORUZ
2019 yılının sonlarına doğru içerisinde yer aldığımız "25. Direniş yılında Atılım'ı yükseltiyoruz" kampanyası partimiz bakımından özel bir yere oturur. Bu kampanya tarihsel var oluşunu, geleneğini okuma, bilince ve eyleme dönüştürmede somutlaşan bir iç ideolojik çalışma sahası olduğu kadar, aynı zamanda bütün krizleriyle birlikte değişim arayışlarını belirginleştiren ezilenlerin hareketine karşı atılımı yükseltme, öne çıkma, değişimi kendi eylemimizle örgütleme çalışmasıdır. Bu kampanya Amed'den İstanbul'a, Adana'dan Eskişehir'e, Fındıklı'dan İzmir'e, Bursa'dan Dersim'e, Ankara'dan Samsun'a bütün sahada sosyalistler olarak devrimin güncelliğini, devrimin güncel hakikatinin adına uygun bir hazırlıktan geçtiğini söylediğimiz ve kendi kitlemizi buna uygun bir politik hatta soktuğumuz bir çalışma biçimi ve tarzıdır. Kampanya sonunda yaptığımız etkinliklerimiz ve hemen arkasından giriştiğimiz 25 Kasım eylemleri ve etkinlikleri partimiz bakımından öncü tarzın, öncü eylem hattının ve devrimin güncel hakikati içerisinde kendini besleyen bir partinin iradesinin ve eyleminin yeniden kuruluş pratikleri ve zeminidir. 2020'ye böyle bir tabloyla giriyoruz. Şu anda yürüttüğümüz, "Yoksulluk Kader Değil. Kriz Kapitalizmde, Çözüm Sosyalizmde" kampanyası ile de kapitalizmin varoluşsal krizine güçlü bir hareket, güçlü bir itiraz örgütlemeye çalışıyoruz.
2020'de de ESP'ye düşen rol, sistematik kitle çalışmasına dayalı biçimde bağımsız eylem hattını yükseltmek ve bu eylemi durmaksızın kitlelerle buluşturmak, sözünü sokakta söylemek olacaktır.
Aynı zamanda Türkiye, Kürdistan ve bölge coğrafyası bakımından sosyalizmin değerli bir öznesi, öncü kuvveti olarak ESP'ye düşen rol bununla sınırlı değildir. ESP aynı zamanda politik özgürlüğün kazanılması, bunun odak noktası olan Kürt özgürlük sorununun demokratik temelde çözümü için birleşik mücadeleyi ve eylemi yükseltmekle de yükümlüdür. Bunun HDK ve HDP'de biçimlenen somut zemininden, değişik talepler etrafında gelişen, gelişebilecek olan birleşik biçimlerine kadar bütün yol ve yöntemlerini etkin bir şekilde kullanmak, bunların içerisinde etkin bir şekilde var olmak, ESP'nin misyonunun ve coğrafyamızın birleşik kaderinin gereğidir.
Tam da buradan yola çıkarak, emekçi sol hareketinin farklı kesimlerinde, hatta HDP içindeki kimi bileşenlerin de birlik arayışı ve tartışmaları var. Bu konuda ESP'ye nasıl bir rol düşünüyor?
Tümüklü: Birlik arayışının nedenlerine odaklandığımızda, bir gerçeği ifade ediyor. Sonuçta faşist İslamcı şeflik, bir şekilde bütün hak ve özgürlüklere saldıran, tasfiye ve asimilasyonla mücadele dinamiklerini kuşatan bir politika izliyor. Doğal olarak tek başına bunun karşısında direnme, mücadele etme koşulu olsa da sonuç alma, sonucu süreklileştirme noktasında başka şans bırakmamış durumda. Hangi konu başlığı olursa olsun birleşik zeminde bu mücadeleyi örgütlemek zorundasınız. Bu arayış tartışmalarını bu minvalde ele almak yerinde olur.
Ama yerinde olmayan, yanlış zeminde yanlış yerlerde tartışılan şu: bu faşist örgütlenmenin odağında duran şey ne? Bu faşist diktatörlüğün kendini var ediş politikasının ana eksenini ne oluşturuyor sorusuna yanıtlar ürettiğimizde, aslında birlik ve birleşiklik tartışmasın da nerede durmamız gerektiği sorusuna da yanıt vermiş olacağız.
KÜRT SORUNUNDAN BAĞIMSIZ BİRLİK KENDİNİ TALİLEŞTİRİYOR
Bu faşist diktatörlüğün en önemli tuttuğu halka, bir sömürge siyaseti üzerine kurulu inkar ve asimilasyonla güçlendirilmiş bir politik iradedir. Bu politik zeminin odağında da Kürt sorunu duruyor. Memleketin en önemli sorunu olan Kürt sorunu, bütün her şeyi o biçimlendiriyor. Egemenler buna göre konumlanıyor, bir şekilde ezilenlerin mücadelesi de buna göre biçim alıyor ya da alamıyor. Doğal olarak Kürt sorunundan bağımsız bir birlik tartışması, sorunların çözümü, toplumun değiştirilme mücadelesi bakımından kendini talileştiren bir sonuç üretiyor. Bu anlamıyla bugün birleşik mücadelenin en önemli halkası hiç kuşkusuz Halkların Demokratik Partisi ve Halkların Demokratik Kongresi ve bunun güçlendirilmesi meselesidir. Bu odak etrafında daha güçlü birliktelikler üretilerek özgürlük ve adalet mücadelesinin bu ülkede geliştirilmesiyle, faşizmin geriletilmesi ve hatta faşizmin ortadan kaldırılmasıyla ilgili bir meseledir. Doğal olarak birlik ve birleşiklik tartışmasının buradan ele alınması gerekiyor. Diğer türlüsü şöyle bir şey oluyor: Bir yanı örtük bir şekilde sosyal şovenizme, bir yanı kendi gerçeğine yabancılaşma olarak yansıyan Kürt sorunundan kaçma hali, bir yanı da düzen-içi siyasete angaje olma hali yaratıyor. Bunun adına ister sosyalist birlik diyelim, ister sol sosyalist birlik diyelim, ister emekçi birlik diyelim fark etmez. Ama sonuçta geleceği ve kilitleneceği yer, sizin karşınızda turnusol görevi oynayacak şey Kürt sorunudur. Meseleyi ele alırken bundan kaçamayacağımızı görmemiz ve bu ülkede faşizmin kendisinin kurucu değerlerinin ve var ediş biçiminin kaynağı olan Kürt sorununun sömürge ve inkar-asimilasyon siyasetiyle var etmesinin karşısında sizin de kendinizi var ederken buna uygun konumlanmanız gerekir. Bu ülkede Kürt sorununun adil, demokratik barış temelinde çözülebilmesi için sizin bu birleşik zemini örmeniz gerekiyor. Bu birliğin adresi, adıyla sanıyla belli. Bugün bunu nasıl güçlendireceğimizi tartışmak gerekiyor. HDP ve HDK bu faşist ablukanın dağıtılmasının, bu faşist sömürgeci siyasete karşı en önemli direniş ve mücadele odağıdır. Bu birleşik hareketi nasıl güçlendireceğimizi, kendi içinde daha mücadeleci çizgiye nasıl çekeceğimizi ve büyüteceğimizi tartışmak önemli. Belki birlik tartışmalarını buraya bükmek ve buralardan ele almak gerekir. Buradan bu birlik-birleşiklik tartışmasını antifaşist cephe olarak inşa etmek daha anlamlı bir yerde duruyor.
DEVRİM VE DİRENİŞ DENKLEMİNDE GELİŞTİĞİMİZ BİR YIL OLACAK
2020 için nasıl bir mesaj vermek istersiniz?
Gümüştaş: Coğrafyamızdan dünyaya uzanan bir sınırsızlık zemininde üzerinde itiraz ve değişim yazılı bir bayrakla ve git gide büyüyen bir kortejle 2020'yi karşılıyoruz. Durum umutlu olmak için elverişli, hareket için verimli. Bu nedenle herkese umutlu ve mutlu zamanlar, nitelikli cesaret ve yaratıcı eylem diliyorum. Kuzey ve Doğu Suriye'de işgalci kuşatma altında dalgalanan devrim bayrağını tutan, yükselten ve yeni yaşam ışığını bize ulaştıran bölge halklarını direniş ve dayanışma duygularımla selamlıyorum. Devrim ve direniş denkleminde geliştiğimiz bir yıl olacak 2020 ve en güzel sözümüzü ölümsüzlerimiz ve tutsaklarımız için büyük, sınırsız mavi altında kuracağız. Yeni kavga yılımız kutlu olsun.