24 Kasım 2024 Pazar

ESP Eş Genel Başkanı Tümüklü: Savunmayı değil, saldırıyı hedeflediğimiz mücadele sürecini başlattık

ESP Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü, Birleşik Mücadele Güçleri'nin ilanı ile devrimcilerin savunmayı değil, saldırı ve faşizmi yenmeyi hedeflediği bir mücadele sürecini başlattıklarını belirtti. "Kitlelere giden, emekçi semtlerde yeniden antifaşist bir hegemonya inşa eden ve faşizmin karşısında bütünlüklü bir irade ortaya koyan, çözüm yaratan bir merkez inşa etmek istiyoruz. Savunma pozisyonundan saldırıya geçmeyi belirleyecek olan bunu başarmamız olacaktır" dedi.

Birleşik Mücadele Güçleri'nin 4 Şubat'ta Kadıköy'deki eyleminde gözaltına alınan ve "ev hapsi" kararıyla serbest bırakılan sosyalistlerden biri de Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkanı Şahin Tümüklü. Hem o günkü saldırı ve ev hapsine hem de Birleşik Mücadele Güçleri'ne ilişkin sorularımıza yanıt verdi.

Kadıköy'de büyük bir polis şiddeti ile karşı karşıya kaldınız ve 4 günlük bir gözaltının ardından ev hapsi kararı ile serbest bırakıldınız. 4 Şubat günü Kadıköy'de ne oldu?
Devletin, Birleşik Mücadele Güçleri'ni ve misyonunu çok net bir biçimde anladığını görüyoruz. Aldığı önlemlere baktığımızda kitlenin herhangi bir biçimde bir araya gelmesini, özellikle önce örgütlü kesimlerle, Kadıköy'e gelen kitlenin buluşmasını engellemek için her türlü baskı aracını oraya taşımıştı. Denizde Sahil Güvenliği, kentin her noktasına koyduğu zırhlı araçları, tepemizde uçan 3 helikopteri ile tam bir savaş manzarasıydı. Çünkü faşist Saray rejimi şunu görüyor: Emekçilerin çok büyük bir mayalanan öfkesi var. Mayalanan bu öfke bir isyana dönüşmek için aslında çok fazla kıvılcım saçıyor. Bu kıvılcımların bir şekilde öncü, örgütlü kesimlerin iradi mücadelesiyle buluştuğunda başka bir zemine geçeceğinin farkında. Doğal olarak bu kitlelerde biriken öfke ile öncülerin birleşik mücadele arayışının buluşmasını engellemeye çalıştı. 4 Şubat'ta olan şey tam buydu.

Ev hapsi kararı sıkça uygulanmaya başlandı. İktidar neden bu cezalandırma yöntemine yöneldi?
Suruç'ta başlayan, sonrasında 15 Temmuz 2016'da başka bir evreye geçen bir çöktürme ve saldırganlık siyaseti ile karşı karşıyaydık. Özellikle 2017-2018 döneminde yüz binlerce insanın gözaltı, hapishane ve çeşitli faşist saldırganlık biçimleriyle karşı karşıya kaldığı bir konsept vardı. Bugün için İçişleri Bakanlığı eliyle doğrudan Saray'a bağlı bir biçimde, MİT Yasası'nın da getirdiği kimi uygulamalarla birleşen bir konsept devrede. Bir stratejiye bağlı taktikleri var. Bu taktiklerin bir kısmı zaten kamuoyuna yansıdı. Gözaltında kaybetme saldırısı, işkence, kaçırma, tehdit, şantaj yöntemleri ve itirafçılara dayalı siyasi operasyonlar. Bu şekilde öncü ve örgütlü kesimlerin, hareketsiz kalmasını sağlamaya, mücadeleden daha pasif noktaya çekmeye, gerçek anlamda bir isyancı mayalanma evresinde öncü ve örgütlü kesimlerle kitlenin ve öfkenin birleşmesini engellemeye çalışıyorlar. Doğal olarak da örgütlü kesimlerin nispeten pratik içinde yer alan, aktivite gücü yüksek, aynı zamanda örgütsel sürükleyiciliği olduğunu düşündüğü öznelerine, kadrolarına, kitlesine ev hapsi uygulamaya başladılar. Bunun da hiçbir ölçüsü ve sınırı yok. Bu anlamıyla da ev hapsi, faşizmin o tipik özelliği olan keyfilik içinde keyfilik, zulüm içinde zulüm uygulamasının bugün için ortaya çıkan biçimi. Doğal olarak buna karşı da bir mücadele geliştirmemiz gerekecek.

Az önce Kadıköy'de devletin tutumunu anlatırken, devletin, Birleşik Mücadele Güçleri'nin nasıl bir anlamını olduğunu gördüğünü söyledin. Devlet ne gördü, siz nasıl bir anlam yüklüyorsunuz?
Bizim tarafımızdan gördüğümüz şey yapıcı bir şey; yıkıma bağlı bir yapıcılık. Devletin gördüğü ise kendi yakasını dağıtacak bir yıkıcılık. Yani bu bir ters korelasyon. Devlet de buna uygun konum üretmeye çalışıyor. Daha oluşum esnasındayken, Birleşik Mücadele Güçleri'nin kendisini deklare etmesine bile fırsat vermek istemedi. Öncü mücadelesini sürdürecek, kitlelerin örgütlenmesini sağlayacak, kitlelerin bu anlamda harekete geçmesini, örgütlü bir öncülük misyonu oynayacak kesimleri tasfiyeye yöneldi. "Birleşik Mücadele Güçleri nedir" sorusunun da aslında kimi cevaplarını verdiği noktayı gösteriyor. Nedir bu noktalar? Faşist rejimin her biçiminin ortadan kaldırıldığı, politik özgürlüğün kazanıldığı bir hat, bir hedef. Bu düpedüz demokratik devrimi hedefleyen bir girişim. Doğal olarak faşist saldırganlık da hedeflediğimiz şeyin önüne geçmek istiyor.

Birleşik Mücadele Güçleri, bu saldırganlık ve politikanın karşısında Kürt halkının özgürlüğünü ve eşitliğinin, inançların eşitliği ve özgürlüğünün, kadın özgürlüğünün, emekçi köylülüğün ekoloji mücadelesindeki taleplerinin, işçi sınıfının sınırsız toplantı ve gösteri hakkının, gençliğin parasız anadilde eğitim hakkının gerçekleşmesini hedefliyoruz. Birleşik Mücadele Güçleri olarak kendi rolümüzün farkındayız. Doğal olarak da bu anlamıyla kitlemizle buluşmak istedik. Zaten 4 Şubat'ta da göründü. Bizi çembere alarak, gelen kitle ile buluşmamızı engellediler. Kadıköy'e gelen binlerce insanla buluşmamızı engellemek için otobüsleri Kadıköy'e sokmayıp geri gönderdiler, şehir hatları vapurlarını Sahil Güvenlik ile engellediler, Marmaray'ın giriş çıkışlarını kapattılar. İktidarın amacı Kürt özgürlük mücadelesi ile Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin, kadın özgürlük mücadelesinin ve ekoloji mücadelesinin aynı nehirde buluşmasını engellemekti. Her iki taraf açısından aslında durum yavaş yavaş berraklaşıyor. Antifaşist mücadelenin bugün için ete kemiğe bürünmeye, kendisine bir yer açmaya ve rüştünü ispatlamaya ihtiyacı var. Bu anlamıyla 4 Şubat bizim için yeni bir eşiktir. Biz de kendi açımızdan mesajı aldık, savunmayı değil, faşizmi yeneceğimiz ana kadar sürdüreceğimiz bir mücadeleyi başlatmış olduk.

Birleşik Mücadele Güçleri'nin deklarasyonunda antifaşist mücadelenin merkezileşmesine özellikle vurgu vardı. Antifaşist mücadelenin merkezi derken neyi anlamak gerekiyor?
Çok uzun bir süredir barolardan mühendislere, Türk Tabipleri Birliği'nden üniversite gençliğine, kadın özgürlük mücadelesinden işçi sınıfının direnişlerine bir parçalı direniş gerçeği ile karşı karşıyayız. Devlet-halk çelişkisinin çok büyüdüğü ve bu eksende birçok gündemin ve başlığın olduğu parçalı bir durum var. Emek-sermaye çelişkisinin merkezinde durduğu işçi sınıfının aslında kıvılcımlar saçarak oluşturduğu birçok direniş hattı ve mücadele deneyimi var. Kadın özgürlük mücadelesinin büyüyen öfkesinin kitleselleştiği ve kendi içerisinde aktığı bir nehir var. Bugün Boğaziçi Üniversitesi'yle simgeleşen gençliğin mücadelesi var. Bu mücadelelerin her biri çok parçalı, dağınık, kendi gündeminde gidiyor. Bu doğal olarak kendi gücü, kitleselliği ve etkisine bağlı olarak mücadelenin başarı ya da başarısızlığı ortaya çıkıyor. Ya da toplumu etkileme düzeyi de bu kendi gücüne ya da yaslandığı dinamiklere bağlı olarak biçimleniyor. İşte biz aslında bütün bunlara müdahale etmek istiyoruz. Bir yanı bu. Yani bu dağınık bileşimi, bu odak ekseninde yeni bir merkez yaratarak bütün bu mücadele kanallarını hem besleyecek hem daha örgütlü kılacak hem de temel hedef olan faşizme yöneltecek bir odak olmasını istiyoruz. Çok uzun bir süredir sıkışmış bir siyaset tarzının içindeyiz. Egemenlerin o çizdiği sınırların, temsili siyaset tarzı dediğimiz, kendi içerisinde çok sonuç üretmeyen protestocu tarzın da dışına çıktığımız bir merkezleşmeden bahsediyoruz. Kitlelere giden, emekçi semtlerde yeniden bir antifaşist hegemonya inşa eden ve faşizmin karşısında bütünlüklü bir irade ortaya koyan, çözüm yaratan bir merkez inşa etmek istiyoruz. Savunma pozisyonundan saldırıya geçmeyi belirleyecek olan bunu başarmamız olacaktır. 

Hem deklarasyonda hem de konuşmalarda fiili meşru mücadele vurgusu güçlüydü. Faşist şeflik koşullarında meşru mücadele vurgusu ne anlama geliyor?
Aslında konumuzun anahtarı bu. Politika yapış tarzını bu dönemde değiştirmeye ihtiyaç var. Bir kısım ezberimizin işe yaradığı, bir kısım alışkanlıklarımızın bir karşılık ürettiği doğru. Ama bu haliyle yürüyemeyiz. Çünkü bu aynı zamanda sınırları belirlenmiş çemberler içerisinde siyaset yapmak. Bu da egemen sistemin hayatını daha fazla sürdürmesi, saldırganlık siyasetini her düzeyde yeniden örgütlemesi ve ideolojik tahakkümünü sürdürmesi anlamına geliyor. Doğal olarak bu ezberi bozacak şey şu; bize çizilen sınırların ortadan kaldırılması. Bunu çok uzak yerlerde aramaya gerek yok. Kısa sürede çeşitli deneyimler yaşadık. Boğaziçi direnişinde öğrenci gençliğin bir nehir gibi akan direnişinin çeşitli aşamalarında, kendini gösteren yaratıcılığında ve sınır tanımaz halinde gördük. Gökhan Güneş'in kaybedilmesi saldırısı karşısında devrimci sosyalistlerin eylem yapılamaz denilen, uzun süredir unuttuğumuz polis, valilik, AKP binalarının önleri nasıl bir eylem alanına dönüştürülebildiğini, emekçi semtlerinin meşaleler ile nasıl aydınlatıldığını, yol kesmelerin nasıl bir zemin ürettiğini gördük. İşte bu halkalardan tutmak gerekiyor. Sadece bu deneyimler de değil aslında. Kadın özgürlük mücadelesinin çok uzun bir süredir aslında kitleselleşerek Taksim'i özgürleştirme iradesinde, Las Tesis eylemlerinde gördüğümüz o halkanın bugün için aslında büyüyerek ve gelişerek bu hattı tuttuğunu görüyoruz. Birleşik Mücadele Güçleri bu eşiğin altına düşerse kendi varoluşuna ve varlığına aykırı bir tutum sergilemiş olur. O zaman zaten verili durumdaki birleşik mücadelenin kendi içerisindeki yeterliliğini kabul etmiş oluruz. Bu da bizim için antifaşist mücadelenin ne olduğu sorusunu yeniden sormamıza yol açar. Fiili meşru mücadele antifaşist mücadelenin en temel anahtarıdır.

Tariflediğin bu politikayı yapmak için de bir örgüt gerekiyor. Birleşik Mücadele Güçleri'nin yapılanışı ile ilgili nasıl bir örgütsel model olması gerekiyor?
Tarihsel çok fazla birikimimiz var. Antifaşist mücadelenin nasıl yürütüleceği ile ilgili hem kendi coğrafyamızın hem de dünyanın deneyimi çok. Aslında örgütsel yapılanmanın bir sınırı yok. Ama bu örgütsel yapılanmanın temel bir zemini olması gerekiyor; kitle ile buluşması gerekir. Salt öncü ve örgütlü yapılara dayanması demek o antifaşist mücadelenin yarın ölmesi demek. Bu nedenle kitle ile buluşacak, kitlenin örgütlenmesini sağlayacak, onun politikleşme kanallarının araç ve biçimlerini üretecek zeminleri yaratmalıyız. Bu yanıyla da sadece merkezi bir örgütlenme biçimi değil, illerden ilçelere, ilçelerden mahallelere ve hatta köylere ve değişik alanlara -işçi sınıfı, sanat, gençlik gibi- yayılması, değişik platformlarda antifaşist birliklerin kurulması, eylem hatlarının örgütlenmesi ve tüm bunların tek bir organizma gibi davranması. Bakış açısının ve yoğunlaşmasının aynı noktaya doğru dönmesini başarmak zorundayız. Aksi durumda örgütlenmenin hepsi geçici ve günü kurtaran bir noktaya döner. Kitleye yaslanan, onu politikleştiren ama aynı zamanda antifaşist birlikler/komiteler içinde örgütlü hale getiren ve kendi bulunduğu zeminde hegemonya üreten, çeşitli deneyimleri yaratan bir örgütlenme biçimine ihtiyacımız var.

Birleşik Mücadele Güçleri'nin, fabrikalar, okullar, mahalleler vs. örgütsel ve siyasal yansıması nasıl olacak?
Bu nihayetinde hedefimiz. Bunu kazanamadığımız her durumda merkezde kalmak, az önce dediğim politika yapış tarzına mahkum olmak gibi bir durumla karşı karşıya kalırız. Bunu değiştirecek temel halka da okullarda, fabrikalarda, mahallelerde, havzalarda, ekoloji mücadelesi veren alanlarda bunu örgütlemek, ete kemiğe büründürmek zorundayız. Gökhan Güneş deneyiminde ve 4 Şubat deklarasyonu sırasında ortaya çıkan o çalışma tarzı çeşitli nüveler sunuyor. Bu nüvelerin hayat bulmasını sağlayacak şey, daha fazla pratik politikaya, daha fazla hedefli çalışmalara odaklanmak, bu kanalların önünü açmak ve teşvik etmekten geçiyor. Bunu başarmak zorundayız. Bu aynı zamanda kitleselleşmemizin, emekçilerle ve ezilenlerle buluşmamızın da temel halkası olacak. Bu hepimiz için en temel hedef.

Birleşik Mücadele Güçleri'nin bileşenlerinin bazıları HDK ve HDP bileşeni. HDK ve HDP ile ilişkinizi nasıl düzenleyeceksiniz?
HDP ve HDK, bu coğrafyadaki emekçilerin ve ezilenlerin demokratik hak ve özgürlükleri için çok uzun bir süredir mücadele yürüten, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin en temel birleşik mücadele örgütleri. Bunu büyütmeye devam edeceğiz. Yoldaşça bir ilişkimiz olacak. Benzer amaçlara sahibiz. Ortaklaştığımız noktalar var ama Birleşik Mücadele Güçleri daha fazla fiili meşru mücadele çizgisine yaslanan ama aynı zamanda demokratik bütün kanalları da güçlendiren, kitleselleşmesi için mücadele yürüten yapı olacak. Yoldaşça hem besleyen hem de birlikte hareket eden bir diyalektik bağ üreteceğiz. Belli konularda birlikte yürümeyi ve mücadele etmeyi esas alacağız, yoldaşça bir ilişkiyi sürdüreceğiz. Bu mücadele aynı zamanda demokratik birleşik mücadelenin de gelişimini sağlayacak.

Birleşik Mücadele Güçleri'ni oluşturan yapılar en başta kendi saflarında birleşik mücadele "ruhunu" geliştirebildiler mi?
Çok uzun süredir herkes için iki referans var. Birisi; 1920 TKP'sinde şekillenen Mustafa Suphi deneyimi. Diğeri, 30 Mart'ta simgeleşen Mahir Çayan ve yoldaşlarının ortaya çıkardığı siper yoldaşlığı ruhu. Bu zamana kadar çok büyük birleşik mücadele deneyimleri de var. "Birleşik ruh, nasıl oluşuyor?" sorusunun cevabını 4 günlük Vatan'daki Emniyet Müdürlüğü'nde gözaltında tutulurken anladık. BEKSAV Eşbaşkanı Ahmet Uçar, Cuma Boynukara'nın yazdığı "Ölüm Uykudaydı" oyununu -o da bir zindan direnişini anlatır- bize nezarethanede oynadı. Gözaltında Birleşik Mücadele Güçleri bileşeni 7 örgütün yanı sıra farklı 3 örgütten yoldaşlarımız ve henüz örgütlenmemiş ama örgütlenme isteği olan emekçiler de vardı. Onlarla o birleşik ruhu yaşadık. Polisin her saldırısında daha fazla kenetlenmeyi, çevik kuvvet herhangi bir örgütten yoldaşı darp ettiğinde hepimizin refleks verdiği, kaynaştığımız bir tablo. Belki de ilaç burada. O ideolojik ruh da o maya da tam da burada gizli. Mücadelede yoldaşlaşmak. Farklılıklarımızı değil de ortak yanlarımızı öne çıkarmak. Yoldaşça eleştiriyi de barındıran ama aynı zamanda o faşist rejim karşısında birlikte olma, sırt sırta verme duygusunu, ortak düşmana karşı birbirine güvenmeyi yaratan bu mücadeleye yaslanmak zorundayız. Anadolu'da meşhur bir söz var, 'her şerde bir hayır vardır' diye. 4 Şubat bu anlamıyla özel bir deneyim oldu. Hepimiz için gerçek bir yoldaşlaşma oldu. Eylem bizi yan yana getiriyor. Tutmamız gereken halka da bu. O çimentoyu da kaynaştıracak şey; alınterimizin, gözyaşımızın ve yediğimiz dayaktan akan kanların kaynaşmasından geçiyor. Maya tutuyor. Bu mayayı birleştirecek şey; bu sadelik, bu tevazu ve önümüze bakma iradesi. Başlarımızı kaldıracağız, önümüze bakacağız, yumruklarımızı düşmana karşı sıkacağız ve kolkola girip bir adım öne doğru yürümeye başlayacağız. O kolkola yürüme iradesi ve başları kaldırma, bu mayayı sağlayacak olan sade ama sihirli formül.

DBP Eşbaşkanı Saliha Aydeniz: Faşizmi yenmek için bir araya geldik

Mücadele Birliği Platformu'ndan Karabulut: Önceliğimiz faşizme karşı sokağı örgütlemek

Partizan Temsilcisi Okay: Toplumdaki dipten dalga ile buluşmak istiyoruz

Devrimci Parti Genel Başkanı Öneren: Egemenlerin çizdiği sınırları reddediyoruz