22 Eylül 2024 Pazar

Elif Bayburt yazdı | Marksist bir ekoloji mücadelesi, şimdi değilse ne zaman?

Sermaye grupları, bizzat fonladıkları bu vakıflar -ve aslında medya kuruluşları gibi daha pek çok aygıtla da- sayesinde Türkiye'de ekoloji mücadelesini tahkim etmek ve doğaya, halklara, işçi ve emekçilere dönük işledikleri suçlara karşı gelişebilecek her türlü tepkinin sınırlarını belirlemek niyeti güdüyorlar.

Her birimiz, ilkokuldan itibaren, ormanları, toprakları, su kaynaklarını, canlıları, havayı ve bir bütün olarak doğayı korumanın ne kadar önemli olduğuna dair çok sayıda dersle yetiştik. Çöplerimizi yere atmamanın, kullandığımız her eşyada sürdürülebilir seçenekleri tercih etmenin, geri dönüşümün değerine dair öğretmenlerimizden pek çok nasihat dinledik, belki okullarımızın ve çeşitli sivil toplum kuruluşlarının (STK) işbirliğiyle fidan dikme, çöp toplama gibi etkinliklere katıldık. Mutlaka ve mutlaka Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı'ndan (TEMA) haberimiz oldu örneğin, ders kitaplarında okuduk, bağış toplama etkinliklerinde zarflarını anne babamıza götürdük, üyesi olduk. Okullarla da sınırlı kalmadı bu STK'larla münasebetimiz, kullanıcısı olduğumuz bankalar örneğin, doğum günlerimizde bir hediye olarak bu STK'lara bağış yapma seçeneğini sundu bizlere. Müşterisi olduğumuz şirketler, yıllık karlarının x ya da y kadarını bu STK'lara bağışladıklarını açıkladı. Böylesine ekoloji bilinci yüksek bir sistemin parçası olmak kıvanç verici olsa gerek.

Öyle mi peki gerçekten? İliç'ten Kazdağları'na, Akkuyu'dan İkizdere'ye, böylesine ekokırım faili bir sermaye rejiminin, işlediği suçlara karşı olduğunu iddia eden bu STK'larla, kendi resmi ideolojisini kitlelere işlediği ders kitaplarında yer verecek kadar sıcak temasında, şüphe uyandırıcı hiçbir şey yok mu? İlk akla geleni somut gerçeklik olarak ortaya koyalım, bu bir PR faaliyeti, kuşkusuz. Hem uluslararası sermaye, hem yerli işbirlikçileri, hem de bu sermaye gruplarının işçi ve doğa katliamlarının kolaylaştırıcısı olan sermaye rejiminin kendisi bakımından, dünyanın her yerinde bu grupların kanlı ellerini gizlemek için böyle ucuz göz boyamalara başvurduğu aşikar.

Ama bunu sadece bir PR faaliyeti olarak nitelemek, durumun kendisini anlatmaya yetmiyor. Sermaye grupları, bolca yatırımda bulundukları bu STK'lar aracılığıyla, ekoloji mücadelesini kendilerine ucu dokunmayacak şekilde ehlileştirirken, aynı zamanda büyük bir manipülasyon yaratıyor. Doğa dostu diye lanse edilen TEMA Vakfı'nın mütevelli heyetine bir bakalım mesela. Kimler kimler yok ki? Ali Koç, Faruk Eczacıbaşı, TÜSİAD Genel Başkanı Orhan Turan ve daha niceleri. Bugün TEMA Vakfı İliç'te katliamın yaşandığı maden ocağının kapatılması çağrısında bulunurken, mütevelli heyetinde bağlı birden fazla ismin yer aldığı Koç Holding'e ait Demir Export, Sivas'ın Kangal ilçesindeki Bakırtepe Altın Madeni'nde yığın liçi yöntemiyle altın çıkarmaya devam ediyor, üstelik internet sitelerine göre "Türkiye'nin ilk yüzde yüz yerel sermayeli altın madeni" olmakla da oldukça iftihar ediyorlar. Bakırtepe Altın Madeni, bölge halkının eylemli tepkisi ve açtıkları davalar sonucu defalarca kapatıldı, ancak şirketin ÇED raporlarını revize etmesiyle tekrar açıldı. İliç'teki madene itiraz eden TEMA'nın Bakırtepe'ye dönük herhangi bir tepki gösterdiğini ise görebilmiş değiliz.

Üstüne üstlük, TEMA Vakfı'yla ilişkisi olan tek ekokırım faili de Koç Holding değil. TEMA Vakfı, 2021 yılının Ağustos ayında, orman yangınları sonrası başlattığı fidan bağışı kampanyasında, adı ekokırım suçlarıyla bütünleşmiş Cengiz Holding'in bağışını reddetti. Aslında bu bir ret değildi. Gerçeği Cengiz Holding açıkladı. TEMA'yla yaptıkları görüşmede bağış konusunda anlaştıklarını, hatta bağış talimatının verildiğini, ancak TEMA'nın sosyal medyada gelişen tepkiler sonrası bağışı geri çekmelerini istediğini açıkladı. TEMA Vakfı'ndan yapılan açıklamada ise, "TEMA Vakfı olarak, kuruluş amacımız ve misyonumuz doğrultusunda, bağışlarını kabul edebileceğimiz firmaların destek taleplerini faaliyet gösterdikleri sektörlerin doğaya verdikleri etkiyi dikkate alarak, hassasiyetle değerlendiriyor ve ilkelerimiz doğrultusunda bazı bağışları kabul edemiyoruz" ifadeleri yer aldı. Ancak bundan tam bir hafta sonra, 13 Ağustos 2021 tarihinde, bugün İliç'te yaşanan katliamın baş sorumlularından Çalık Holding, TEMA Vakfı'na kuruluşunun 40'ıncı yılında 40 bin fidan bağışında bulunduğunu açıkladı.

Sermaye grupları, bizzat fonladıkları bu vakıflar -ve aslında medya kuruluşları gibi daha pek çok aygıtla da- sayesinde Türkiye'de ekoloji mücadelesini tahkim etmek ve doğaya, halklara, işçi ve emekçilere dönük işledikleri suçlara karşı gelişebilecek her türlü tepkinin sınırlarını belirlemek niyeti güdüyorlar. Sosyal medya üzerinden hashtag, bağış toplama kampanyalarının ve takım elbiselerle fidan ekerken verilen pozların PR faaliyetinden öte, Türkiye'de ekoloji mücadelesinin bugünü ve yarınına dair anlatıya yön verme, kitlelerin işçi ve doğa katliamlarından hesap sorma iradesini, öfkesini sönümlendirme amacı taşıdığını görmek günün en temel ihtiyaçlarından.

STK'larla sermayedarlar arasında resmi ve gayriresmi çok sayıda ilişki ağından bahsedilebilir. Ben dikkatimi çeken bir tanesinden bahsetmek istiyorum: Türkiye Üçüncü Sektör Vakfı (TÜSEV). 1993 yılında kurulan TÜSEV, internet sitelerine bakacak olursak, "Türkiye'nin önde gelen vakıf ve derneklerinin bulunduğu 23 sivil toplum kuruluşu tarafından üçüncü sektörün yasal, mali ve işlevsel altyapısını geliştirmek amacıyla" kurulmuş. Bugün, aralarında TEMA Vakfı, Türk Petrol, Sabancı, Koç ve TÜSİAD'ın da bulunduğu 100'ü aşkın dernek, TÜSEV çatısı altında işbirliği yapıyormuş. TÜSEV'in Temsilciler Kurulu Başkanı ise Koç Holding'e bağlı Suna ve İnan Kıraç Vakfı'nın da yönetiminde yer alan Erdal Yıldırım.

"Türkiye'de sivil toplum son yirmi yıl içinde hızlı bir değişim ve gelişim sürecine girmiştir. Sivil toplum kuruluşları ülkenin demokratikleşme ve kalkınmasında önemli aktörler olarak ortaya çıkmakta, her geçen gün gerek nitelik gerekse sayıca artmaktadır. Bu gelişim ve büyüme süreci beraberinde, özellikle mali kaynaklar ve destekleyici ortam temellerinde, daha fazla destek ihtiyacını getirmektedir" ifadeleri kullanılan "Hakkımızda" kısmında, TÜSEV'in çalışma alanları şöyle sıralanıyor:
"STK'lar için daha destekleyici bir yasal ve mali ortam yaratılması,
STK'lara stratejik ve etkin kaynak aktarımının sağlanması,
Kamu, özel sektör ve sivil toplum arası işbirliğinin teşvik edilmesi,
Uluslararası topluluğun ülkemiz sivil toplumunu tanıması ve işbirlikleri kurması,
Sivil toplumla ilgili araştırma projelerinin hazırlanması, bu araştırmaların sivil toplum paydaşlarının gelecek faaliyet ve programlarında yol gösterici şekilde kullanılması."

Oldukça açık bir itiraf olduğunu söylemek mümkün. İliç başta olmak üzere, ülkenin ve dünyanın dört bir yanında bizleri ve yaşam alanlarımızı katleden patronlar, bu yöntemlerle de bu katliama vereceğimiz yanıtı dizayn etmenin peşinde. Yüzbinlerce dolarlık "bağışlar" ve yaygın medya kuruluşlarıyla, bu alanda belli bir hakimiyeti de sağlamış durumdalar. Ancak, Bergama'dan İliç'e bu katliamların birincil mağdurları olan yerel halk, bu vahşi emperyalist kapitalist sisteme ne kadar mahkum edilmeye, mülksüzleştirilmeye çalışırsa çalışsın olan bitenin farkında. Doğalarını, topraklarını korumanın, bir avuç sermayedar ve onların hizmetindeki rejimin insafına bırakılamayacağını biliyorlar. Bunun yanı sıra, Polen Ekoloji gibi sistem dışı, marksist bir ekoloji mücadelesini örmek için canını dişine takan çeşitli örneklere de sahibiz. Ancak, ahtapotun kollarının nereleri sardığını teşhir etmek, uluslararası ve yerli ortaklarıyla bu kapitalist düzenin doğaya, işçi ve emekçilere, halklarımıza karşı işlediği suçların hesabını sormak ve son vermek için hepimize sorumluluk düşüyor. Marksist bir tahayyülle ekoloji mücadelesini ele almak, sınıf mücadelesiyle birleştirmek ve her alanda süreklilik arz eden bir politika üretebilmek, sosyalistler başta olmak üzere tüm devrimci demokrat kamuoyu için, acil bir görev olarak önümüzde duruyor.

*Yazıda normalde hak temelli mücadelelerde yer alan örgütler için kullandığımız demokratik kitle örgütü yerine sivil toplum kuruluşu kavramını; ait olduğu burjuva liberal zihniyeti yansıtması bakımından özellikle tercih ettim.