22 Kasım 2024 Cuma

Efe Dağlı yazdı | İttihat terakki enerjisiyle dolu İYİP

E biz bunu da İTC'den anımsıyoruz. Ermeniler ve Kürtler Aldülhamit sultasına karşı ittihatçıları desteklediler. Hatta 1908'den sonraki birkaç yılda da destek bir biçimde sürdü. İstibdat karşıtı ajitasyon siyaset alanına geniş bir şemsiye açmak demektir. İttihatçılar başardı ve iktidarlarını kurdu. Acaba o birlikte mücadele ve kuruluşun, mesela Kürtlerin kolektif haklarını güvenceleyen anayasal teminatı var mıydı? Hayır. Bugün de olmayacağını söylemek ileri bir yorum mudur? Sanmıyoruz. Türkiye'deki türde bir ulus devlet modelinde başka ulus ve ulusal toplulukların kolektif kimliğinin güvencelenmesi, şayet ortada devrim düzeyinde bir sarsıntı yoksa imkansıza yakındır.

Son grup konuşmasında apaçık bir tribün siyasetine meyleden İYİP'in Genel Başkanı Meral Akşener, Abdülhamit sultasına karşı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin sloganlaştırdığı cümleyi kullanarak orta-uzun vadede nasıl bir iktidar amaçlandıklarını dosta düşmana duyurdu.

Akşener siyaseti ve toplumu AKP-Erdoğan iktidarının despotluğuna ikna ederek Erdoğan karşıtı ne varsa yedeğine alma stratejisini gerekçelendiriyor.

Böylece hem MHP'yi siyasal muhatap almaktan kurtuluyor hem MHP'yi Abdülhamit despotluğunun temsilcisi olduğunu öne sürdüğü Erdoğan'ı destekleme çıkmaz sokağına itiyor. MHP'nin-Bahçeli'nin İYİP'den kadro-kitle transferini bu yolla kalıcı biçimde engelleme arayışı da stratejiye dahil.

MHP dili, kendi içindeki meselelerde de lümpen saldırganlığı meşrulaştıran siyaset tarzı ile günden güne paramiliter bir organizasyon halini alırken İYİP bu gibi adımlarla "Geleneksel sağ"ı diriltmeye kilitleniyor.

Türk sağı ile ittihatçılık arasında kuvvetli bağlar bulunuyor. En önemlisi yabancı düşmanlığıdır. Bunun da bir ekonomi politiği var. Karadeniz, Ege, Akdeniz'e bakın; büyük sermaye sahibi ailelerin neredeyse tamamının dört kuşak önce o servete birdenbire konuverdiklerini görürsünüz. Aynı zamanda kanlı olan bu servet devlet gücü yardımıyla başka halkların mahvı pahasına elde edilmiştir.

Türk siyasal sağı bu sırrı koruma, dikkatlerden kaçırma, unutturma performansını tam da bu nedenle milliyetçilik yaygarası üzerinden gerçekleştirmektedir. İttihatçı sloganlar aynı nedenle gönüllerine su serpmektedir. İYİP, "korkmayın biz varız" diyor kısacası.

Akşener'in birdenbire özgürlük havarisi kesilmesi aynı zamanda bir siyasal akıl gereği. Her siyasal aktör kuru, içe dönük, kitle potansiyelini daraltacak köşeli ifadelerden kaçınır ve alabildiğince esnek bir dile müracaat eder. Tabii bu söylediklerimiz veya siyaset biliminin bu doğruları sözgelimi MHP için geçerli değil çünkü orada bir parti bulunuyor.

Akşener de kendi çıkarını toplumun çıkarı olarak sunuyor. Suçlayabilir miyiz, hayır; nihayet işini yapıyor. Ne var ki bu yönelim fevri çıkış değil, geleneksel devlet bileşenlerinin iktidarı AKP'den geri alma hamlesinin unsurlarından biri sıfatıyla ele alındığında önem kazanıyor.

Eğer ittihatçı diskura bunca kolay meyledilebiliyorsa "Altılı masa"daki hakim eğilim ve onlara el veren siyaset mühendislerinin projesi yeni ittihatçılık etrafında şekillenecektir. Pek tabii bugünkü şartlar içinde bir ittihatçılık. Varıp da soykırım yapacak halleri yok.

Unutmayalım; ittihatçılık çökmekte olan imparatorluğu ulus devlet modeli etrafında kurtarma amacı doğrultusunda inşa edilmişti. O ulusçulukta ırkçı motifler hiç de öz değildi ki ekalliyete karşı alenen ırkçılıktan da çekinmediler.

Halihazırdaki girişim de 'çöküş' retoriğini kullanıyor. Savunma hamlesi görünümündedir. İttifaklarını seçerken çıtayı yükseltmedikleri de belli. İYİP'teki kadro değişimi de bu çerçevedeydi ki Kürt alerjisi olan, fanatik ifadelere meyleden kimi isimler konjonktür gereği geri çekilirken daha serinkanlı olanlar öne çıkarıldı.

E biz bunu da İTC'den anımsıyoruz. Ermeniler ve Kürtler Aldülhamit sultasına karşı ittihatçıları desteklediler. Hatta 1908'den sonraki birkaç yılda da destek bir biçimde sürdü. İstibdat karşıtı ajitasyon siyaset alanına geniş bir şemsiye açmak demektir. İttihatçılar başardı ve iktidarlarını kurdu. Acaba o birlikte mücadele ve kuruluşun, mesela Kürtlerin kolektif haklarını güvenceleyen anayasal teminatı var mıydı? Hayır. Bugün de olmayacağını söylemek ileri bir yorum mudur? Sanmıyoruz. Türkiye'deki türde bir ulus devlet modelinde başka ulus ve ulusal toplulukların kolektif kimliğinin güvencelenmesi, şayet ortada devrim düzeyinde bir sarsıntı yoksa imkansıza yakındır.

Evet, İYİP'in sözgelimi HDP ya da o siyasal çizgiye karşı, bütün o faşizme yatkın dile rağmen sahada fiili müdahale-gerilimden uzak durması "köprüyü geçene kadar"dır. Bir önceki seçimde iktidar partisi "atı alan Üsküdar'ı geçti" demişti şimdi de İYİP sabır çekerek katlanacak görünüyor.

İttihatçılar 1908 Temmuz'unda Abdülhamit'in mutlak iktidarına, üstelik sınırlı bir askeri güçle son verdi. Bu bir darbe miydi devrim miydi; tartışma hala sürer. Ve şu yazı bağlamında önemi de yok.

1908 Temmuz'undan sonra, bir yılı bile bulmayan bir zaman aralığında Osmanlı İmparatorluğu bugüne kadar ki en "demokratik" dönemini yaşadı. Ancak güzel günler hızla geride kaldı, yeni bir istibdat inşa edildi: Kanla, tehditle, sermaye transferiyle.

Herhalde bugün de İYİP ve paydaşlarının despotluğa karşı özgürlük vaadi gerçek olursa ömrü bir yılı bulmayacaktır.

Siyaset çözümlemelerinde analoji riskli bir yoldur. Durmaksızın değişenlerle bütün zamanları kesen sabit meseleler politikada iç içedir. Dolayısıyla sadece ittihatçılık atıfları üstünden İYİP veya iktidar blokunu ele almak sakıncalıdır. Ne var ki o gelenek bizzat o bloklar tarafından sahipleniliyor. AKP fütuhatçılığın modernizasyonuyla yol alırken diğer tarafta ittihatçı müşterekler öne çıkıyor ve Türkiye siyasi coğrafyasındaki on milyonlarca yoksul ve ezilene "kırk katır mı kırk satır mı" dışında seçenek sunulmayacağı belirginleşiyor.

Bu arada mesela TKP-Sol Parti gibi siyasal çevreler bu tür analizin işaret ettiği risklere aldırmayabilir. Propaganda gruplarına gerileyen kimi siyasal çevrelerde toptancı bir görüş açısından yaklaşarak günlük saha siyasetinden, cevabı zor sorulardan kaçınabilir.

Oysa bir taraftan, aslında ne olduğunu analiz etmek, risklere işaret düşürmek ve eş zamanlı biçimde bu gibi yanlış saflaşmalara müdahale yeteneği geliştirmek işçi ve ezilenlere karşı öncelikli sorumluluklardandır. Mücadelenin bu cephesinde devrimci sosyalistler tam da buradan söz alıyor, işe koyuluyor, öne çıkıyorlar. Elverişli araç ve yöntemlerle bütün limitler zorlandığında Türkiye Halk Cumhuriyetinde somutlaşacak siyasal özgürlük mücadelesinin zaferi neredeyse kaçınılmazdır.