Efe Dağlı yazdı | Hangi son savaş
Çekirdeğinde sosyalist prensipler bulunan halkçı demokratik bir seçenek yeni bir vektör olarak devreye girdiğinde bütün hikaye değişir. Minimum ölçekli örneği 2015 Haziran seçimleridir. Türkiye emekçi solu ve elbette Kürt siyasal hareketi bileşenleri cumhurbaşkanlığı seçimlerinde konjonktür basıncına karşı koyabildiği ölçüde yarın öbür gün tok sözlü çağrılarla yeni yeni milyonlara ulaşabilir. Neden milyonlarca Alevi CHP'nin etki alanında, neden milyonlarca mütedeyyin AKP'nin ideolojik ve kültürel etki sahasında. Asıl soru budur. Tümünün yeri hiçbir kişisel menfaat amacı bulunmayan halkçı demokratik bir seçenekteyse bunu nasıl sağlayabiliriz; emekçi solun asıl meşgul olacağı konu budur.
Sedef Kabaş, Kılıçdaroğlu, İmamoğlu, Erdoğan gibi gelgeç yerel politik figürlere gelmeden evvel politika biliminin evrensel kabullerini kendi teorisine kadar Marks'a uğramamız gerek. Diyordu ki, egemenler kendi çıkarlarını bütün toplumun çıkarları olarak yansıtabildiği oranda siyasal mücadelede üstünlüğü ele geçirebilir. Teorisini oluşturduğu Alman İdeolojisi ve diğer erken dönem eserlerinde bu meseleyle epey meşgul oldu Marks.
Bazıları 'aşırı sağ' siyasal tanımına başından beri dahil olan ve burjuva soluyla birlikte totalde hepsi Türkiye siyasal sağı içinde sayılabilecek siyaset figürleri kendilerini orijinal sanmakla birlikte iki yüz yıl kadar önce Marks'ın siyaset teorisine içerdiği ve elbette çok daha eski bir tarihi bulunan bu genel kalıbın içinde debelenmekte, kendi şahsi ve zümre çıkarlarını halkın çıkarı olarak yansıtmaya çalışmaktadır.
Başarabiliyorlar mı? Şayet sistemi aşma perspektifi bulunan ama aynı zamanda kitlesel bir güç merkezi yaratmayı başarabilen devrimci demokratik bir seçenek varsa başarı şansları zayıflıyor. Çünkü onlarınki en nihayet kayıkçı kavgası klişesine dahil ve o tuhaf Amerikancayı kullanarak söylersek 'günün sonunda' semirdikçe semirmeye bakıyorlar. Ya da şöyle: Muhalefet '5'li çete diyor' ve haklılar. İktidar da muhalefeti kast ederek 'müteahhit bloğu' diyor ki onlar da haklı, çünkü karşıdevrim bileşenlerini sarıp sarmalayan bütün bu iç savaş hali hangi merkezdeki menfaat gruplarının halkı sömüreceği üzerine kurulur.
Emperyalist tekellerle işbirliği düzeyi yerel aktörlerin kar paylarını giderek azaltıyor ve onlar da bu eksilmeyi sömürüyü katmerlendirme yoluyla gidermeye çalışıyor. Yabancı mı değil, en nihayet kapitalist iktisat üretimde işçiye verileni kısmaya, daha tam ifadesiyle onun ürettiğini ve hakkını gasp etmeye, üstelik bunu onun gözünde de olağanlaştırmaya dayanır ve işte bütün bu ideolojik hegemonyanın kök hedefi, menbaı ve kaynağı budur. Bütün bunları gür bir sesle, kişisel ya da çevresel menfaat dertlerinden ari olarak söyleyebilecek yegane kuvvet devrimci demokrasi bileşenleridir.
Halihazırda karşıdevrim cephesinde meydana gelen bütün gerilimler ideolojik hegemonya savaşının parçalarıdır. Birbirlerine giderek daha sert, acımasız, asgari politik etik nezaketine de boş vererek saldırmaları bundan. Toplum devlet ilişkilerinden önce kendi aralarında her iki blok bir tür iç savaşa tutuşmuştur.
İplerin kopması derken buna işaret ediyorduk ve anlaşıldığı kadarıyla iki taraf da bir tür 'son savaş' olarak etiketledikleri 2023 seçimlerine, kendi taraftarlarını ve elbette kararsız kitleyi de mobilize ederek böyle gidecekler.
Onların 'son savaş' retoriği, ki buna rahatlıkla "son savaş geyiği" de diyebiliriz çünkü Türkiye'de 'en kritik seçim' tantanası hiç bitmez; işte bu durum halkta henüz karşılık bulmamışken emekçi solun kimi bileşenlerinde AKP karşıtı alerjiyle birlikte 'cumhuriyeti koruma, kollama' refleksine dönüverdi. Oysa biz bu koruma reflekslerine mesela ordu partisinde rastlıyorduk. Kemalizm karasularına demirleyen her kişi, grup ve çevre bu koruma kollama refleksini üretmeye adeta yazgılıdır.
Kendi aralarındaki acımasız muharebede henüz kan dökülmüyor ve hapishane tehditleri kullanılıyor. Tümü kendilerini mavi kanlı saydığı için o ezaya halk gençliğini layık buluyorlar. Çocukların siyasete alet edilmesi gibi haller, hiç değilse taraflardan birinin umurunda değil ama elinden gelse diğeri daha beterini yapar.
Bunu aratmayacak başka hamlelerden biri onlar açısından bile utandırıcı. İstanbul'u felç eden kar günlerinde İngiliz Büyükelçisiyle yemek yiyen İmamoğlu'na kefil olurlarken kullandıkları dille savruldukları yer feci. AKP karşıtı mücadele bir etik değer sistemi olmadan yürütülünce orada da yeni ve üstelik epey aç menfaat öbekleşmeleri büyüdükçe büyüyor. İbret vesikası dermiş eskiler, hepsi ibret vesikası.
Peki siyasal mücadele yürütmek karşısındakine hakaret hakkı verir mi? Ya da şöyle soralım, Kürt siyasal hareketinin bütün bileşenleri ve üstelik en ağır can kayıpları yaşayanlar Erdoğan veya öncesinde başka bir politik aktöre hakaret etti mi?
Türkiye devrimci ve sosyalist geleneği küfre ya da hakarete müracaat ediyor mu? Hayır. Üslup bahsi sol-sosyalist mücadelenin esaslı konularından biri olageldi ve bu çerçevede galiz ifadelerden kaçınmak ilkesel tutumlar arasına girdi.
Fakat hakaretamiz ifadeler ya da düpedüz küfre meyletmek siyasal sağın bütün bileşenlerinde derece farklarıyla da olsa bir motif olmayı hep sürdürdü.
CHP'yi yeterince sert bulmayan ve uzun süredir karşıdevrim bloklarından birinin fanatiği olan Sedef Kabaş'ın galiz ifadelerini (insan dışı canlıları hakaret ifadesi olarak kullanma vasatlığını saymıyoruz bile), bu bizim üslubumuz olamaz diye alenen reddetmeyen ama bu arada "muhaliflik" oynayan CHP avaneleri neden dert yandıkları AKP trollerine hızla benzediklerini hiçbir zaman anlamayacaklar. Bize de sırf AKP karşıtı diye, türlü kılıklar altında sundukları bu gibi gerilimlerde kendilerini destekleme pozisyonunu dayatıyorlar. İlkel, pek ilkel bir denklem bu ve çalışmaz.
Erdoğan özel bankalarda sömürü çok, kamu bankasına geçin diyor ve bizim CHP avanelerimiz bankaları savunuyor. Geçende faiz artırımını savunuyorlardı ve bize TÜSİAD'da çalışmış birinin cumhurbaşkanlığı adaylığından söz açıyordu. Bu kafa hakikaten hastalıklı ve AKP'nin özel gayretine gerek yok, halk karşıtı çizgisiyle kendi kendini imha eder yani belli bir oy oranına çakılır kalır.
Hatırlatmaya gerek var mı: Gerek Sedef Kabaş gerek onun muhipliği üzerinden AKP'ye karşı içeriksiz bir düşmanlık köpürtenler, mesela Kürt çocuklarına çarpan askeri araçların "ölümlü kaza"larını görmezden gelir. Bu gerilimler ortasında bir "kaza" daha yaşandı. Ama CHP veya Ergenekon hevesleri taşıyan ama bu arada fanatik bir AKP düşmanlığı yapan o hegemonya aparatları için Kürt çocuklarının ölümü istisnai isimler dışında nedir ki, arada bir kullanacakları istatistiki veri. Son günlerde İmralı-Erdoğan kelimeleri etrafında köpürtülen tartışmalarda Halk TV tayfası dahil bütün o zevatın modern bir engizisyon mantığı ve elbette bitip tükenmeyen kolonyalist psikolojiyle Kürde masumluğunu ispat çağrısında bulunma ilkelliği bile henüz hangi ortamda olduğumuzu anlatıyor.
'Mavi kanlı'lar dedik; karşıdevrim bileşenlerinin tamamı duygu ya da ideolojik saplantılarla kendilerini böyle görüyor. Herhangi bir yüksek idealleri yok. Şahsi çıkarlarının peşinde ömür tüketiyorlar. Onlar için halk güdülecek sürü ki bunun somut ifadesi dört beş yılda bir oylarını almaktır. Muhalefette olanlar iktidar olanakları kendilerine kapatıldığı için zümre savaşı veriyorlar. Diğerleri bir kez ele geçirdikleri iktidarı kaybederlerse kendilerinden öç alınacağı vehminin argümantasyonunu siyasal-kültürel ortamlarda üretelim. Hiçbirinin tek bir kalp çarpıntısına dahi değmediğini anlatmak o boğucu ideolojik atmosferi yarmaya yeter de artar.
Bu arada her bloğun kendi iç sarsıntıları, çatlakları ve tasfiyeleri de yaşanıyor. İçişleri ve Adalet bakanları arasındaki gerilimde, Milli Görüş ekolünü savunan ikincisinin kabine dışında kalması kuşkusuz önümüzdeki zamanlara dair işaret değeri taşıyan gelişmelerden. En nihayet bu da hegemonya savaşının belli bir anda ve somut bir olayda aldığı biçimi anlatıyor.
Karşıdevrim bloklarındaki bu sabit konumlanış Türkiye siyasetinin son iki yüz yılına yayılır. Çekirdeğinde sosyalist prensipler bulunan halkçı demokratik bir seçenek yeni bir vektör olarak devreye girdiğinde bütün hikaye değişir. Minimum ölçekli örneği 2015 Haziran seçimleridir. Türkiye emekçi solu ve elbette Kürt siyasal hareketi bileşenleri cumhurbaşkanlığı seçimlerinde konjonktür basıncına karşı koyabildiği ölçüde yarın öbür gün tok sözlü çağrılarla yeni yeni milyonlara ulaşabilir. Neden milyonlarca Alevi CHP'nin etki alanında, neden milyonlarca mütedeyyin AKP'nin ideolojik ve kültürel etki sahasında. Asıl soru budur. Tümünün yeri hiçbir kişisel menfaat amacı bulunmayan halkçı demokratik bir seçenekteyse bunu nasıl sağlayabiliriz; emekçi solun asıl meşgul olacağı konu budur.
Galiz ifadelere ve saldırılara maruz kalan Sezen Aksu'yu, asıl kimliği olan sanatçılığı hasebiyle, bütün bu siyaset fanatiklerinin dışında tuttuk. Bu son saldırganlığa şarkı sözü yazarak karşı koyan Sezen Aksu'nun tutumuna yön veren içerik, sosyalist basında ifade ettiğimiz davranış çizgisiyle uyumludur: Karşı devrime en güzel cevap herkesin yaptığını yapmaya, daha iyi yapmaya, meşguliyetlerine nitelik katarak derinleşmeye devam etmesidir.