22 Kasım 2024 Cuma

Efe Dağlı yazdı | Egemen siyaset sahasının müşterek kanunu: Lümpenleşme

Geleneksel devlet faşizminde bütün partiler devlet için çalışır, rejimin sürmesi partilerin kaderinden daha önemlidir. Parti faşist olmuş veya olmamış, bu önemli değildir, mesela ANAP ve DYP bu bağlamda kendilerini yakan-bitiren adımlar attılar ve devlet nazarında saygınlıklarını korudular. Bir ekol devlet için kendi partilerini tasfiye edebilme "devlet terbiyesi" alanlardan oluşuyordu ve hala onun izini sürüyor. Cari olanlar önce devletin kaderini kendi partilerinin kaderine bağladılar ve uçurum siyaseti güdüyorlar. Aralarında böyle bir fark var.

Adı kontrgerilla şebekeleriyle anılan, bugün bir siyaset artığı olmak dışında hiçbir anlamı olmayan Tansu Çiller'in yeni parti kurma tartışmalarıyla gündeme gelişi zombinin dönüşü kıvamından daha öte bir anlam ve seferberliğine işaret ediyor.

1990'lar aynı zamanda mafyalaşma dönemiydi. Yüksek doz ırkçı milliyetçi sloganlarla uyuşturucu ve diğer gayrimeşru yollar bir yandan muhalifleri ortadan kaldırıp yol temizleme faaliyetiydi diğer yandan süreğen ekonomik kriz döneminde sıcak para sağlama yoluydu. Keza sömürgeci savaşta bu yolla finanse ediliyordu.

Son günlerde çeşitli mafyacıların ismiyle anılan ve Türkiye'den Kuzey Kıbrıs'a yayılan cinayetler böylesi bir bağlama oturunca farklı anlamlar kazanıyor ve görünür gelecekte olabileceklere işaret ediyor.

Yine Marx'a gidebiliriz. Onun Napoleon Bonaparte analizlerinde beliren "10 Aralık Derneği"ne. Lümpen proletaryanın doldurulduğu teşkilat Napoleon Bonaparte'ın siyasal silahıydı.

Rusya'da Okrana ve Kara Yüzler, İtalya'da Kahverengi Gömlekliler, Almanya'da SS kıtaları ve NATO ile birlikte kontrgerilla şebekeleri... Tümü benzer sosyal kesimlerden gelenlerle dolduruldu.

Son günlerde Samsun ve Edirne'de M. Kemal ve Adalet Tanrıçası heykellerine saldıranlardan rahip Santoro ve Hrant Dink cinayetlerindeki tetikçilere kadar, akla gelebilecek, bir ucunda kontrgerilla şebekelerinin durduğu bütün cürümlerde failler benzer profildedir.

Milliyetçilik söylemi ise basit ucuzluklardan. Bakın T. Çiller'e, o bile siyasete "vatan için" döneceğini söylüyor. Onun siyaset biçimiyle halihazırdaki iktidar blokunun davranış çizgileri büyük oranda örtüşüyor. 1990'larda siyaset "otomatik pilot"la idare ediliyordu. Bu, görünür aktörlerin vitrin işgal etmekten öte anlamı olmadığını ve devlet faşizminin yürütücü kadrolarının sevk ve idarede yer aldığını anlatır. Halihazırda da bir blok var ve kimi siyaset biçimleri otomatiğe bağlanmıştır.

Ancak örtüşmeler şaşırtıcı olmamalı. Dönemsel özgünlüklerine karşın bütün faşizmler birbirini andırır. Aralarında kan ve nefret alışverişi vardır.

Kıtalar arası uyuşturucu pazarı, bu maksatla yerleşilen marinalar-limanlar; sipariş kanunla çıkarılan mafya artıklarıyla kendisi etrafında binlerce lümpen proleteri tutan ve besleyen Peker isimli diğer mafya artığı ve diğer halk düşmanları. Tümünün önceliği kendileridir ve hakimiyet savaşına tutuşarak art arda cinayet ve provokasyonlara girişiyorlar. Tümü devrimcilerin adalet mücadelesinin konusudur. Ancak ve elbette, orada, en üstte olan devlet iktidar aygıtıyla pazarlığa oturur, iş görür. Bugüne kadar böyle geldi.

Provokasyon dedik. Şu nedenle: Bunların adı geçenlerin tamamı 'kiralık' isimlerdir. Gün olur birbirleriyle dalaşırlar gün olur rejimin ihtiyaçları etrafında Alevi-Sünni, Kürt-Türk siyasal kırılma noktalarına saldırırlar. İşaretlerin biriktiği, 'olmaz' denilemeyecek, her açıdan özsavunma hazırlığı gerektiren bu siyasal ortamda Türkiye emekçi solunun, demokratik Alevi hareketinin ve gençlerin hazırlıklı olduğu rahatlıkla söylenebilir mi?

Bilindiği gibi Tansu Çiller'in DYP'nin başına geçirilmesi bir siyasi operasyondu. Cindoruk güçlü adaydı ve Çiller birden, parti içi hamlelerle öne çıktı. Ardından '93 konsepti denilen özel savaş dönemi hız kazandı. İç savaşa dönen çatışma ortamında onbinleri bulan ölüm o konseptin ürünüydü. Hatırlanacağı gibi Mehmet Ağar da Çiller'in elemanlarından biriydi.

Bugün Hüsamettin Cindoruk ile Çiller yine karşı karşıya. Cindoruk 'Millet İttifakı'nın akıl hocalarından. Çiller (ve M. Ağar) iktidar bloğunun yanaşmaları. Tablo şu tezi güçlendiriyor: Faşizmden hiç de uzağa düşmeyen geleneksel devlet partileri ve kadroları, devleti, özellikle siyasal islamcıların elinden alma hamlesine girişti. Halihazırdaki iktidar bloğu da eski kontrgerilla şebekelerini ve gayrimeşru alan isimlerini çağırmaktan, işlevlendirmekten imtina etmiyor, hatta teşvikte bulunuyor. Kesilen sıcak para kaynaklarını bir ölçüde de olsa kapatmak için bu kesimlere yanaşmak, onları güçlendirip o alandaki paranın onlarda toplanmasını sağlamak neredeyse zorunluluk. Bu gibi ilişkilerin profesyoneli olan isimler orada var ve ne ilginç o da DYP (ve oraya ikame edilen DP) kökenli!

İyi de neden? Daha kolayı, burjuva demokrasisinin asgari şartlarını yürürlüğe sokarak yol almak varken neden katmerli faşizm? Aynı soru Saddam'la ilgili de sorulabilirdi. Cevap da benzerdir. Hüsnü Mübarek gibi isimlerin hikayeleri de hatırlanabilir.

Geleneksel devlet faşizminde bütün partiler devlet için çalışır, rejimin sürmesi partilerin kaderinden daha önemlidir. Parti faşist olmuş veya olmamış, bu önemli değildir, mesela ANAP ve DYP bu bağlamda kendilerini yakan-bitiren adımlar attılar ve devlet nazarında saygınlıklarını korudular.

Grup fanatizmine yaslanan, kendi zümre hesaplarını önde tutan, bu bakımdan fraksiyoner olan ve geleneksel faşizm kadrolarını bile yetersiz bulan halihazırdaki bloğun sembol isimleri güçlerini korumaya mecburdur. Bir ekol devlet için kendi partilerini tasfiye edebilme "devlet terbiyesi" alanlardan oluşuyordu ve hala onun izini sürüyor. Cari olanlar önce devletin kaderini kendi partilerinin kaderine bağladılar ve uçurum siyaseti güdüyorlar. Aralarında böyle bir fark var.

Blokların mevzilenişi, iç bütünlükleri olduğu yanılsaması yaratmaya müsait. Oysa hakikat bambaşka. Mesela Devlet Bahçeli'nin cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan'ın adaylığında yasal engel olmadığını söylerken, aynı açıklamada, adaylık için gerekirse yasal düzenleme yapabileceklerini eklemesi tam da böyle. Şunu diyor: Aday olamaz ama olması için o kanuni altyapıyı oluştururuz. Güzel ama bu bir Anayasa konusu ve sayınız buna yetmiyor.

O halde ne olacak?

Erdoğan'ın adaylığı hukuken tartışmalıydı ve Kılıçdaroğlu zımnen Erdoğan'ın adaylığını kabullenmişken, Bahçeli'nin 'yasal düzenleme' açıklamasıyla tartışmaların yönünün değişmesi Erdoğan'ın Osmanlı usulü yöntemlerle siyasetin dışına itilmesi planlarının da olduğunu ve bunun bloktan çok uzak olmayan yerlerde hazırlandığını da gösteriyor.

Fütürist değiliz ve gaipten haber vermiyoruz. Ancak Osmanlı-Türkiye siyaset kültürünü tanıyoruz. Benzer mekanizmalar kritik eşiklerde şaşırtıcı benzerliklerle işler. ABD'nin siyasal islamcılığın fişini çeken stratejisi kesindir. Bir NATO bileşeni olan Türkiye'nin egemen siyaseti buna göre biçimlendirilecektir. Hızla ya da tedrici ancak yönelim budur. Velev ki devlet başkanlığı seçimlerini AKP-MHP adayı kazandı; sonuç yine değişmeyecektir. ABD siyasal özerkliğe izin vermez, mutlak itaat ve siyasal değişimi zorunlu kılar. Nihayet egemen siyaset sahasını dizayn eden ABD'dir.

Siyaset sahasında sertleşme, dilde lümpenleşme, eylemde provokasyonlar şiddetlenerek sürecektir. Türkiye emekçi solu ve Kürt siyasal hareketi bütün yoksulları örgütlemeyi esas alan, saha çalışmasına dayanan birleşik güç merkezi oluşturarak gidişe müdahale edebilir, yönü değiştirilebilir.

Aksi, yani yoksulların ekmek ve özgürlük mücadelesinde buluşturulamaması halk gençliğini mafya çetelerinin pençesine düşürür. Isparta'da 70 yaşındaki bir yoksul yurttaş donarak öldü. Toplumsal tablo dramatik. Örgütsüzlüğün pek çok bedelinden biri kaybolup gitmektir. Halkın gündelik-acil yaşamsal ihtiyaçlarını dayanışma kampanyalarıyla karşılamak, aynı anda zamlara karşı yasal-demokratik protestoları yüzbinlerle gerçekleştirmek, aynı anda yine bu uğurda adalet mücadelesine girişmek; hiçbiri diğerini kesmeyen-engellemeyen bu gibi bütün biçimleri cari kılmak hem halkın hem emekçi sol ve Kürt siyasal hareketinin müşterek noktaları haline getirmek gündeme esaslı müdahale olacaktır.