22 Kasım 2024 Cuma

Efe Dağlı yazdı | Birbirine karışan izler

Peki iktidar bugüne kadar yaptıklarını daha şiddetli, daha katı biçimlerle sürdürüyorsa ne olur? Hiçbir şey! Bütün limitleri sonuna dek kullandı, kullanıyor. Elde edebildiği hiçbir şey yok. Rant dağıtma imkanı tükendikçe Kürdistan'da eriyecektir. Açlık ve yoksulluk, eninde sonunda, diğer bütün sorunları baskılar.

Berat Albayrak'ın istifasından çok daha önemli olan, istifa metnindeki "At izi ile it izinin birbirine karıştığı" ibaresidir. Bu deyim AKP'nin bundan sonrasına ilişkin ciddi işaretler barındırıyor.

Konuyu damatlar diplomasisine, ABD'de 'giden' damadın buradaki muadili olduğuna bağlayan yaklaşımlar fazla düzayak. ABD'deki siyah isyanla, kaybetmesinin neredeyse kaçınılmaz olduğu Trump'un gidişine sevinenler de konuyu 'darısı başımıza' düzeyinde ele alıyor. Bunların ezici çoğunluğunu burjuva muhalefet ve burjuva sol etrafındaki kimseler oluşturuyor. Bu tür beklentiler gayet zavallıca. Ancak, daha önce gazetemizde bahsedilen, "Post- AKP" beklentisinde olanların politik arayışları böylesi beklentileri içermektedir. Emekçi sol güçlerin buna karşı dikkatli, kendi özgün-bağımsız özgürlük cephesini oluşturması, geliştirmesi gereğini tekrardan vurgulamak gerek. Zira bundan sonraki hesaplar, Cumhuriyet tarihindeki ardışık hükümet-iktidar değişimlerindeki sınırlı veya güçlü rövanşizmleri hatırladığımızda, rejimin geleneksel temennileri etrafında restorasyonudur ve buradan emekçi solun yararına pek bir şey çıkmaz.

Berat Albayrak iktidar koalisyonundaki politik İslamcı ekibe dahildi. Süleyman Soylu ile ihtilaf salt kişisel değildi. İstifa bu açıdan kayda değer. Halihazırda mevcut koalisyonda 'İslamcılık' bir dış kabuktur. O ekolden gelenlerin çoğu ırkçı milliyetçiliğin karasularında kulaç atıyor. Türkiye'de siyasal İslamcılığın bu geçişli ilişkisi, 'devlet İslamcılığının' pozisyonunu da anlatır.

Ancak bu imkan da tükendi. Bütün dış politikası saldırgan yayılmacılık olan, düşmansız yapamayan, düşman üretemeyince birbirine giren, birbirine düşmanlaşan iktidar bloku, 'muhalefeti' ezdiğine inanır. Ve düşman ceza hukukunu akla ziyan dosyalarla uygularken bir defa daha gördük ki hem devlet krizi var hem yönetememe hali. Şiddetlenerek sürmesi kaçınılmaz. Bu ilişki iklimi diğer olasılıkları hızla kurutur ve dışlar.

Bağırgan, buyurgan ve tehditkar bir iktidar mekanizması kendi iç krizine kapanırken TSK'daki cuntacıları anımsatan türlü hizip, klik ve öbekleşmeleri açığa çıkardı. Rant dağıtma ve kapma imkanları daraldıkça beklenmedik yeni krizler, kopuşlar, istifalar sıklaşacaktır. 'At izi it izi' deyimini hiç beklenmedik birinin kullanması bu açıdan da düşünülebilir. Domino etkisi bugün değilse yarın mutlaka görülür. Zamana dair o sözü hatırlamanın vaktidir: "Hepsi yaralar sonuncusu öldürür."

Post-AKP dedik. Bunun diğer bütün yollarını tıkayan burjuva muhalefet 'yangın var' diye bağırırken yegane çözümün kendilerinin iktidara yerleşmesi olduğu ajitasyonunu yayıyor. Üstelik en az iktidar bloku kadar yalana, manipülasyona başvurmaktan geri durmadan. İktidarın kiri, iktidar blokuna özgü değildir. O kir bütün burjuva muhalefetin ellerinde, yüzünde ve kollarındadır. Üstelik o blokta, faşistlikte iktidara rahmet okutacak ekipler yok değildir.

Akla gelecek pek çok başlıkta bunu sınayabiliriz. Libya, Suriye'deki Kürdistan özgürlük mücadelesi, Azerbaycan/Karabağ; tümünde daha milliyetçi, daha devletçi olmakla iftihar eden bir burjuva muhalefet herhalde Türkiye'nin orijinalitesidir. İktidara eklemlenen veya çıkar için kişiliksizleşenlerin mide bulandırıcı halleri de onlara özgü değil. Yarın, el değiştirecek bir iktidara eklemlenecek böyle çok sayıda isimle karşılaşmamız kesindir. En genel anlamda bu, sınıflı iktidarların doğasıdır. Kapitalizm karşısında, sınıfsız-sömürüsüz, özgür bir dünya idealinin dışında, her dava satın alınabilirdir. Para hepsini satın almış, hepsini birbirine düşürmüş, birbirinin kurduna dönüştürmüştür.

Peki iktidar bugüne kadar yaptıklarını daha şiddetli, daha katı biçimlerle sürdürüyorsa ne olur? Hiçbir şey! Bütün limitleri sonuna dek kullandı, kullanıyor. Elde edebildiği hiçbir şey yok. Rant dağıtma imkanı tükendikçe Kürdistan'da eriyecektir. Açlık ve yoksulluk, eninde sonunda, diğer bütün sorunları baskılar.

Kaderi, bir kişinin kaderine bağlı bir AKP var. Artık tamiratla, imajla, elbette adliye-polis aygıtlarının ve denetim altındaki medyanın maksimum katkısıyla, ayakta duruyor. Elbette hala bir kitle tabanı var. Ancak orası da eriyor.

İçeride ve içeriye dönük bir heykel gibi durmaya çalışan AKP'nin, konu uluslararası tekellere gelince nasıl alttan aldığı, uzlaşma yolu aradığı sır değil. Hatta bu onun alameti farikası. Manevra kabiliyetini en çok buralarda gördük. Bunu sonuna dek zorlayacaktır. İktidarının devamı için mecburi olduğunu gördüğü an, bunu elde etmek için her tür ani, pragmatik hamleye meyledecektir. AKP'nin bu özelliği uluslararası tekellerin alay konusudur.

Bahsettiğimiz "Post-AKP" dönemi, egemenler açısından modifiye edilmiş bir neo-Kemalizm olarak planlanıyor. Kemalizmin okları sadağından çıkartılmıştır. Burjuva koalisyon o okların etrafında şekillendirilmek isteniyor. Buna korperatif model diyebiliriz. Hepsi 1930'lardan kalmadır. 2000'leri onlarla dizayn etmek, milliyetçilik okunun merkezi önemini hatırda tuttuğumuzda, ne tür bir toplum vaadi olduğunu anlatmaya yeter.

Bütün bu yeniden yapılanma ile Kürdistan'ın nefes alamayacağını rahatça söyleyebiliriz. Ancak Kürt oylarına muhtaçlar. Tıpkı iktidar blokunun kendi pozisyonlarını sürdürmek için buna muhtaç olmaları gibi. İktidar şimdilerde bunu HDP'nin fiziki tasfiyesiyle sağlama gayretinde. Ancak Kürdistan halkının bu taktiklerden etkilemediğini gösteren pek çok delil sıralanabilir. Burjuva muhalefet daha sinsi, daha içten pazarlıklı.

AKP aşılacaktır. Teminatın işe yaramadığı o zaman daha iyi fark edilecektir. Ancak AKP'nin aşılmasını, "kurtuluş" sayan her tür eğilim problemlidir. Tıpkı 10-15 yıl önce AKP'nin "kurtuluş" sayılmasındaki problem gibi.

Burjuva muhalefetin kurtuluş reçetesi belli. Bize oy verin ve bekleyin. Bu yaklaşım 'parlamento' ve 'seçimler'i adrese dönüştürmesiyle de bilinç karartıcıdır. AKP-MHP'ye dönük öfke, bazılarında, zahmetsiz bir çözüm yolu olarak bu hayale kapılmaya yol açabilir. Ancak bu bir yanılsama.

Hayır soyut, genel bir 'devrim' değil alternatifimiz. Elbette bu amacı menzilinde tutarak ancak günlük planda yapılabilecekler var.

Burjuva muhalefet bütün ilgiyi-dikkati 'devlet'e çekiyor. Tersi yapılmalı. Dikkat merkezinde toplumu 'örgütlemek olan' bir çalışma hattı oluşturmak, sendikaları, kampüsleri, meslek örgütlerini, demokratik kitle örgütlerini canlandırarak, milyonların öz örgütlemeleri olarak bütün topluma içermek ve oraları demokratik taleplerle eylemlerin merkezi haline getirmek bunun başlıca yollarından. Burjuva muhalefetle etkileşimi dışta tutan, onun dışında emekçi solun tamamını özgürlük cephesinde buluşturan bu mücadelenin maniple edilmesi imkansıza yakındır. Anın basıncına, karşıdevrimin yapıp ettiklerine değil, dönemin karakterine odaklananlar toplumsal kurtuluşun menzilde olduğunu görecektir.