22 Kasım 2024 Cuma

Efe Dağlı yazdı | Asıl gelecek olan

Rejim, öznelerinden bağımsız olarak da çöküşe meyilli. Kriz-çöküş denkleminde rejimin bütün bileşenleri onu restore ederek ihya rüyasında buluşuyor. Sadece 'an'a odaklanmak, süreci göz ardı etmekle sonuçlanabileceği için sürecin dikkatlerden kaçmaması, 'an'a dönük müdahalelerin o kapsamda düşünülmesi hayati önemde. İktidarlar kendilerini, türlü "ideoloji"ler ile ezilenlerin rızasını kazanarak yapılandırır. Bir kez daha böyle olmamalıdır.

Türk egemen siyaseti yaşam tarzı etrafında yeni bir politik geriliş ve saflaşma üzerinden konumlanıyor. Şeriatçı-laik, seküler-muhafazakar gibi oldukça tanıdık ve bir o kadar ilkel bu gerilimin emekçi sola kazandıracağı, halk kitlelerine verebileceği hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla egemen bloklardan birini diğerine tercih eden, onun dilini üreten bakış açıları, argümantasyon ve konumlanışların tamamı açıkça yanlıştır.

Ergenekon taifesi olarak adlandırabileceğimiz fanatik kesim, kendi bünyesinde yapısal halk düşmanlığını da kullanarak AKP'nin oy oranının hızla düşmesinden hareketle AKP karşıtlığını, bu yolla, kendisi için meşruiyet zeminini sağlamaya çalışıyor. Siyasal İslamcılıktan bağımsız olarak ergenekoncuların dindar ve mütedeyyinlere karşı düşmanlığı yapısaldır. Ona kemalizmin 1930'lardan mirastır.

Aynı gerilimden AKP de memnun. Merkezkaç eğilimli kesimleri böylesi korkularla etrafında tutacağı inancında küçük kurnazlıklardan yatay toplumsal gerilim-çatışmayı besleyen iri kıyım sözlere varana dek ne sorsa kullanmaktan geri durmuyor. Bu kapsamda sahaya sürdüğü kesimlerin bir tür kontrgerilla mantığıyla davranan, devlet imkanlarıyla beslenen paramiliter unsurlar olduğu apaçık ortada.

Esasen AKP'ye, iktidarlaşmasından önce düşünsel ve kadro desteği sunan kesimlerden hala AKP etrafında kalanların hızla prestij kaybetmenin yanında bir daha hiçbir biçimde itibar kazanmalarını sağlamayacak entelektüel sefaleti yaşadıklarını kaydetmeli.

Ergenekon ekibinin AKP karşıtı fanatik muhalefeti CHP'nin halihazırdaki idarecilerini memnun etmiyor. Onların oyun planı-hesabı daha başka. Ancak kendi medyalarındaki isimlerden ergenekonculuğa öylesine meyilli kimseler ar ki birdenbire o söylem ve ajitasyona yönelebiliyorlar. Aslında onlar, tarihsel CHP'yi ve kurumsal mantığını daha geniş biçimde temsil ediyorlar. Bu süreç, CHP içindeki hiziplerin kaynamasını da tetiklemeyi sürdürecektir. 2023 seçiminden galip çıkmak dışındaki her sonuç CHP'yi bir buhrana da sürükleyecek görünüyor.

Ergenokoncu basınca karşı koyan bir CHP var mı, yok. Hatta Kılıçdaroğlu dönüp dönüp 6 oktan birinin milliyetçilik olduğunu hatırlatıyor. Sadece bu değil. İYİP'in de isteği doğrultusunda, HDP ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde eşit bir ilişki temelinde tartışmaya kapalı olduklarını alenen gösterdiler.

Onlara kalırsa şu olacak: Şovenist dili ve pratiği kuşanacak olan 'millet'ciler HDP-AKP geriliminden de yararlanarak ilk etapta üçlü adayla seçime girecek. Şayet AKP ittifakı henüz bütünüyle erimemişse ve seçim ikinci tura kalacaksa bu defa CHP-İYİP vb'lerin adayına HDP kitlesi de oy verecek ve cumhurbaşkanı seçtirecek.

Bu denli soğuk, kurnaz ve rejim merkezli bakış açısı var. Planın işlemesi için AKP-HDP gerilimini de diri tutmaları gerekecek.

Diğer taraftan onurlarına kast edilen Kürtlerin AKP-MHP ile kopmuş bulunan ilişkilerinin tamiri mümkün görünmediği gibi bu tür göz boyama girişimlerinin karşılık bulması da epey zor. Fakat bu durum, aynı zamanda, CHP-İYİP'in bir tür ekmek kapısı. Önünde sonunda Erdoğan karşısındaki ikinci tur adayına oy verecekleri bu somut ilişki düzleminden hareketle umuluyor.

Böyle bir denklemde ve mahkumiyet tahayyülünde 'boykot' ihtimalinin hiçbir biçimde tartışılmaması önemli bir ayrıntı. Kendilerini böyle bir ihtimalin şokundan bu yolla uzak tutacaklarını sanıyorlar herhalde. Böyle bir tutum neden Erdoğan'ı destelemek olsun, aksine Kürdistan halkının meclis değil ama cumhurbaşkanlığı seçimini boykotu rejimin meşruiyet krizini çöküşe doğru itebilir. Böyle olur veya olmaz bu aynı, önemli olan belli bir politik opsiyonların psikolojik hegemonya yoluyla daha baştan devre dışı bırakılması kurnazlığıdır.

Hepsi bir yana Türkiye siyasetinin seçim odaklı düşünülmesi esaslı bir sapma ve emekçi solu da bu durum etkiliyor. Saha, işçi ve emekçilerin günlük yaşamına dahil olmak, öz örgütlenmelerini genişletmek esas olandır ve küllenmemelidir.

Rejim, öznelerinden bağımsız olarak da çöküşe meyilli. Bürokrasideki tedirginlikle sağa sola saçılan belgeler, usulsüzlük açıklamaları mevcut. İktidar blokunun tahtını sallıyor. Bu tür bürokratik hamleler veya çatırdama eğilimleri iktidarların sonlarına doğru öne çıkar. Karakollarda, belediye binalarında kötü muamele, saldırı görüntüler veya yolsuzluklara dair bilgi-belge sızdırmalar esas olarak bunu ortaya koyuyor.

Ya Trabzon'daki şapka baskını! Gülünçlükle zavallılık arasında bir yerde ancak sivil faşist partinin merkezden çevreye doğru nasıl da şovenizmle koşullandığını belli şartlar altında bu kitlenin linç güruhu olarak işlev göreceğini gösteriyor. Olası bir AKP-MHP ayrışmasında şovenizmin MHP'nin baruthanesi gibidir.

Kriz-çöküş denkleminde, asıl aktörlerin kullanışlı elemanı olan Perinçek'in iktidara bozuk atmasıyla şiddetlenen esaslı görüşmesiyle çerçevelenen açıklamalar önemli.

Putin-Esad ikilisi, Suriye'deki TSK unsurlarını işgalci yabancı sayıyor ve geri çekilmesini istiyor. AKP-Ukrayna gibi ilişkiler bunu tetikledi evet ancak biz daha işin başında TSK'nin işgalci sayılacağını yazdık. Gelişmeler bu doğrultuda. Ayrıca ABD'nin Afganistan'dan çıkışı Rojava güçlerinin elini rahatlatabileceği gibi devrim güçlerinin fiili duruma statü kazandıracak yeni adımlar almasını da kolaylaştırıyor.

Dikkat edilirse ABD'nin Afganistan çıkışı ile birlikte iktidar bloku elemanları 'Rojava'yı yok edeceğiz' ajitasyonuna başladı. Ancak daha ilk adımda Rusya-Suriye yönetimlerinin karşı hamlesi geldi. Dışarıya doğru açılarak-yayılarak rahatlamayı öngören agresif politika an itibariyle çökmüştür. İktidar kendi sınırlarını görmüş dahası bu ona kuvvetle gösterilmiştir.

Kriz-çöküş denkleminde rejimin bütün bileşenleri onu restore ederek ihya rüyasında buluşuyor. Sadece 'an'a odaklanmak, süreci göz ardı etmekle sonuçlanabileceği için sürecin dikkatlerden kaçmaması, 'an'a dönük müdahalelerin o kapsamda düşünülmesi hayati önemde. İktidarlar kendilerini, türlü "ideoloji"ler ile ezilenlerin rızasını kazanarak yapılandırır. Bir kez daha böyle olmamalıdır.

Dolayısıyla, restorasyon mu devrim mi, daha somut olarak da rejimin eski tipte yeniden inşası mı, demokratik halk cumhuriyeti mi sorusu günceldir. Ezilenler cephesi, bütün bileşenleri ve toplumsal tabanıyla en geniş tartışmalarla bunu gündemleştirmelidir. Fikirlerin toplumsal güç olması onların günlük hayatta milyonlar tarafından benimsenmesiyle mümkündür.