Ebru Yiğit yazdı | Aile kimin için var?
Kadın isyanını, salt medya-yargı-polis zoru ile bastıramayacağını bildiği için en eski işbirlikçisini yardımına çağırıyor: Aile. Böylece ailenin korunması/güçlendirilmesi adı altında kadını köleleştiren bu erkek egemen düzenin varlığını korumayı amaçlıyor.
Biyolojik cinsiyetimizin, toplumsal ilişkilerimizin pozisyonumuzu belirlediği o tarihsel süreç itibari ile neyi seçip-seçemeyeceğimize, kiminle nasıl-ne zaman evleneceğimize, hangi kurallar içinde yaşayacağımıza hatta belirli bir aşamaya kadar karakter özelliklerimize karar veren, belirleyici olan bir yönetim biçimi ortaya çıktı. Bu düzenin kuralları, toplumsal cinsiyet rolleri ile şekillendirildi ve yüzyıllar boyunca nesilden nesile aktarıldı. Bu sistem Engels'in deyimiyle "tarihteki ilk işbölümü olan döl alıp verme" ile başlayan ve "dişi cinsin erkek cinsi tarafından baskı altına alınması ile kadın erkek arasındaki ilk uzlaşmaz karşıtlığı yaratan" erkek egemen sistemdir. Kadın cinsinin tarihsel yenilgisinin sembolü ve toplumsal cinsiyet rollerini nesilden nesile aktaran sadık taşıyıcı ise "toplumun en küçük örgütlü hücresi olan aile"dir.
Sanıldığının ve inandırıldığımızın aksine aile bağı ya da karı-koca arasındaki evlilik, romantik bir bağ değildir. Yine Engels'in deyimiyle "Evlilik, bir sözleşme ve hukuksal bir iştir." Erkek egemen kapitalist toplumda bütün üst yapı kurumlarının yani devlet, ordu, hukuk, eğitim vb. amacı burjuva erkeğin çıkarlarını korumaktır. Hukuksal bir sözleşme olan evliliğin ve toplumsal yaşamın verili kurallara göre devam etmesini sağlayan ailenin görevi de tam olarak budur. Burjuva erkeğin çıkarlarını korumaktır. Çünkü eğer en küçük örgütlü hücre, aile, görevini aksatırsa toplumsal yaşamın erkek lehine işlemesi de aksar. Ve erkek egemen sistemin bekası tehlikeye girer. O yüzden yüzyıllardır süren sınıflı toplumların hepsi, egemen sınıfın çıkarlarını korumakla görevli olan aileye güzellemeler yapmış ve onun oynadığı rolün önemini vurgulamıştır. "Eğitim ailede başlar", "Aile kutsaldır", "Bir kadın ve erkeğin huzuru ailede başlar" gibi bir dizi özlü söz, kadının zindanı olan ailenin toplumsal önemine ve rolüne dem vurur. Engels, "Aile içinde erkek burjuvadır, kadın proletarya rolünü oynar" derken ailenin toplumsal cinsiyet rollerinin sınıfsal karşılığını vurgular. Oysa burjuvazi "kutsal annelik", "yuvayı dişi kuş yapar", "evin direği baba" gibi romantizm masalı ile bu ayrımcılığı ve baskıyı örtbas eder.
Kadının, toplumsal yaşamdaki sömürüye, baskıya ve ayrımcılığa razı olması için önce aile içindeki toplumsal cinsiyet rolüne razı olması gerekir. Aynı biçimde ailedeki erkeğin, babanın, kocanın, abinin baskısına direnen kadın, erkek egemen sisteme ve iktidara karşı da direnir. O yüzden aile özel olan değil toplumsal olandır ve burjuva iktidarlar kadının ezilmişliğini, ikinci cins olmasını garanti altına almak için aile politikalarını hayata geçirdi. Burjuva demokrasisinin hakim olduğu ülkelerde teşvik-kültür-romantizm gibi argümanlarla kadınlarda "rıza" üreten politikalar uygulanırken faşizmin hakim olduğu ülkelerde ise yasak-baskı ve zor yoluyla politika üretilir. Hepsinin ortak amacı kadın cinsinin; erkek egemen sistemin devamı için toplumsal cinsiyet rollerinin yani ailenin "kutsal" ve "güvenilir" zindanında yaşamaya devam etmesinin sağlanmasıdır.
Ancak 21. yy'da kadınlar toplumsal cinsiyet rollerini reddediyor, kadın özgürlükçü toplumsal yaşamı yeniden örüyor, erkek egemen sistemin dayattığı annelik, makbul kadınlık rollerine meydan okuyor, sokaklarda isyanı örgütlüyor. Ve tüm bunları yaparken birbirine güç veriyor, birbirinden güç alıyor. Dünyanın dört bir yanında kadın öfkesi-isyanı-devrimi, erkek iktidarların bekasını tehdit ediyor. Diana Gitts, "ekonomik durgunluk yaşadığı, nüfus artışı oranında değişikliklerin meydana geldiği ve/veya siyasi iktidarsızlık ve ayaklanma korkusunun kronikleştiği dönemlerde" ailenin krizde olduğu görüşünün ortaya atıldığını söylüyor. AKP faşist erkek egemen rejimin canhıraş meclise getirdiği aile ilgili anayasa değişikliği maddesinin amacını özetlemiş oluyor, üstelik on yıllar öncesinden gelen bir siyasi öngörü ve tüm erkek egemen iktidarların kurtarıcı can simidini deşifre ederek. Aile birlikteliği kavramı kadın erkek birlikteliğinden oluşan bir kavram değilmiş gibi ortaya konuluyor. Resmi evlilik sadece kadın ve erkek arasındaki birliktelik olarak kabul ediliyor. LGBTİ+ların varoluşu bahane edilerek bir taraftan yaklaşan seçimlerde kendi tabanını konsüledie etmek, diğer taraftan da erkek egemen sistemin devamı için burjuva sermayeye emrine amade olduğunu ilan ediyor.
Toplumsal mücadelenin en dinamik, örgütlü öznesi olan kadınlarla ittifakı LGBTİ+ hareketinin direngenliğinin bulaşıcı, cesaret verici ve engel tanımaz olduğunu faşist rejim hem kendi iktidarı boyunca sayısız kez deneyimledi, hem de Avrupa'dan Ortadoğu'ya kadar birçok ülkede sokakları saran kadın öfkesinden gördü. Tüm haklarına sahip çıkan kadınlar ve "Alışın her yerdeyiz" diyen LGBTİ+'lar artık bu heteroseksist ve toplumsal cinsiyet ayrımcı düzene razı olmuyor. Ailenin sevgi dolu bir yuva olmadığını, kadın ve LGBTİ+'lara mezar olduğunu söylüyor. Ailenin kutsal sayılan sınırları ile birlikte toplumun yıkılmaz denilen erkek egemen duvarlarının altını oyuyor. İşte tam da bu yüzden faşist erkek egemen rejim, toplumsal yaşamı yani ezen-ezilen denklemini erkeğin gücüne ve egemenliğine göre dizayn etmeye çalışıyor.
Kadın isyanını, salt medya-yargı-polis zoru ile bastıramayacağını bildiği için en eski işbirlikçisini yardımına çağırıyor: Aile. Böylece ailenin korunması/güçlendirilmesi adı altında kadını köleleştiren bu erkek egemen düzenin varlığını korumayı amaçlıyor. Bu nedenle ister referandum yoluyla ister meclis çoğunluğu ile olsun anayasanın aile ile ilgili maddelerinin iktidarın isteği yönünde değiştirilmesi, mevcut haliyle kalması veya demokratik bir içeriğe kavuşturulması kadınlar bakımından eşit ve özgür bir yaşamın oluşmasını sağlamayacaktır. Her durumda içinde yaşamaya mecbur bırakıldığımız aile kurumu kendi rolünü oynayacak ve cins özgürlükçü bir yaşam mücadelemizin önünde engel olmaya devam edecektir. Enes Kara'dan Ahmet Yıldız'a, Güldünya Töre'den Pınar Gültekin'e, Ayşe Paşalı'dan Emine Bulut'a kadar birçok kadının, çocuğun ve LGBTİ+'nın kanı; iktidarın tehlikede dediği ailenin reisinin elindedir. Milyonlarca kadının emeği, bedeni, cinselliği, yaşam hakkı evlilik denilen sözleşme ile erkeğe zimmetlenmiştir. Eğitim, sağlık, barınma gibi en temel insani hakları bile ailedeki erkeğin insafına bırakılmıştır. Kadının yaşadığı baskıya, sömürüye, haksızlığa, adaletsizliğe karşı susması gerektiği önce ailede öğretilmiştir. Tüm bunlara ses çıkarıp itiraz ettiğinde, sesini "Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz" diyen başka seslerle birleştirmek istediğinde karşısına kutsal ittifak erkek-devlet çıkmıştır.
Bu nedenle bize geleneksel baskıcı karakterinin demokratikleştirildiği aileden de sağlamlaştırılan aile bağından da fayda gelmez. Ailenin her türlü biçimi elbise değiştirmiş gardiyandır kadın için. Bizim kurtuluşumuz ailede reform yapılmasında değil köleliğimizin devamını sağlayan ailenin ve özel mülkiyetin yok oluşundadır. Görevimiz aileden başlayarak kadın cinsinin sömürüsüne, köleliğine dayanan bu erkek egemen sistemi yerle yeksan etmektedir. Bu denklem içinde aile öfkemizin yöneleceği hedef olur, kurtuluşumuzu sağlayacak araç değil.
Kaynaklar
*Engels; Ailenin, Devletin ve Özel Mülkiyetin Kökeni
*Diana Gitts; Aile Sorgulanıyor