22 Kasım 2024 Cuma

Divan-ı Harp dili

Bütün cepheleriyle rejim çürüdü, kokuyor. Sosyalizme açılacak bir devrimden başka her yol çıkışsızlıkla neticelenir. Bunu öngören birleşik devrimci-demokratik mücadele, ezilenlerin egemenlerle ideolojik, düşünsel ve duygusal iliyet bağını koparıp atacaktır.
Cemal Süreya'nın, yasa dışı liderliğini bibere verdiği sebzeler, elli yıl sonra düpedüz 'beka meselesi' olarak iktidarın hedefinde: Gıda terörü. Bir bu kalmıştı o da oldu sonunda.
 
Haliyle, ucuz sebze meyve kuyrukları, iş bulma kuyrukları gibi güvenlik tehdidi. Kürdistan'da politik özgürlük talebiyle sokağa çıkanlar da tehdit ki onların üzerine katar katar polis yollanmakta çok şükür.
 
Her iktidar kucağında türlü sorunlar bulur. Kimi tavırları yeni sorunları da doğurabilir. Önemli olan, meselenin nasıl halledildiğidir. Kapasitesi ve bu arada politik zekası olan hiç bir iktidar, mecbur ve mahkum olmadıkça bunları vatan-millet ekseninde ele almaz.
 
Peki ya alıyorsa? İş gelip zerzevatı teröre bağlamaya varmışsa? Bir de üstüne tüy dikercesine, pahalılıktan  yakınan halkı 'siz mermi fiyatını biliyor musunuz' diye azarlamaya dayandıysa?
 
Tükeniş demleri tam da bu oluyor. Milliyetçiliğin her araç ve biçimle, devlet eliyle damarlarına zerk edildiği yoksulları yine bu sözlerle hakiki meselelerden uzaklaştırıp devlete asker yazılmaya ikna edeceğine inanıyor iktidar. Günden güne daha ağır bir yıpranmayla sonuç elde ediyor ki kupkuru bir faşizme kilitlenmek, sözünü tüketmek budur.
 
Kim olduğu fark etmiyor. İktidara itiraz eden, azıcık şikayetlenen herkes hedeftir. Tıpkı yola birlikte çıktıkları insanları bu tür itirazların ardından saflarından kovdukları gibi.
 
İş, ucuz sebze meyve yahut başka bir talep, iktidarın kuşandığı, köpürttüğü, ürettiği militarist dili sere serpe kullanması istisna hali sayılmaz. Geniş kitleleri suçlamaya, muarızlarını haklamaya hazır vücut dili ve öfke sıtması süreğendir.
 
Teyakkuz diyorduk, şimdi kendileri teyakkuzda olduklarını söylüyor ve devleti kullanarak "kıyama" hazır olunmasını istiyorlar. Bu apaçık, divan-ı harp dilidir.
 
İçerik üretemeyen, dolaşıma soktuğu sözleri hızla eskiyen AKP, politik ömrünü uzatmak amacıyla MHP ile giriştiği fiili koalisyon sırasında kendi geleneksel tabanına da hızla yabancılaştı. Günü kurtarmanın bedeli yarınını feda etmek oldu. Bu nedenle AKP'de vizyon arayan, 2002'ye döneceğini sanan herkes hayal kırıklığına uğrar.
 
Bu arada bir sosyolojik değişime dikkat çekmek, hiç değilse gözden kaçırmamak gerek. Düne kadar ucuz meyve sebze arayan, iş kuyruğunda bekleyen yoksullar kameralardan utanırken artık bu duygu iyice eriyor. Üstelik yoksullar yoksulluklarını, varsıllara hınç duyan dolaylı ifadelerle dışa vuruyor. Daha açık ekonomik ve politik çatışmaların dışa vurma olasılıkları bu tür onlarca detayla dışa vurmaktadır.
 
İllüzyon ve ceberut devlet imkanlarının azami derecede kullanımı yoluyla ezilenlerin örgütlenmelerini dağınık, merkezsiz bırakma iktidarın hala işlevsel olan iki dayanak noktasıdır.
 
İllüzyon bilhassa da politikada belirgin. Şu ise net: Sınırların ötesinde rejimin ve AKP'nin dikkate değer stratejik bir gücü yok. Son 'Soçi Zirvesi'nde konuşulanlar ve AKP'nin isteği hilafına Suriye'de yeni bir politik düzlemle haber veren yönelim bunun göstergelerinden. Hemen her emperyalist kuvvet türlü ve yeni ittifaklarla Ortadoğu sathında ittifaklar-saflaşmalar peşinde. AKP, hiç birinde stratejik önemde değil. Hemen her kuvvet için AKP evvela güvenilmezliğiyle öne çıkmaktadır. Kürt politikasındaki kendini var ediş biçimi ve buradaki MHP'leşme, kendini dünyaya dayatma hırsı sonuç vermeyecek.
 
İçerideki en başarılı yanı muhalefeti dağınık tutma başarısıdır. AKP cenahında yeni parti tartışmalarının ihanetle ve derhal itham edilmesi dikkate değer. Hizipler koalisyonu halindeki CHP'nin, MHP refleksleriyle davranan İyi Parti'nin toplumsal alternatif yaratma kapasiteleri bulunmuyor ve kaldı ki bulunsa dahi buradan bir sonuç çıkmaz.
 
İhtiyacın, ezilenlerin, yeni araç ve biçimlerle zenginleşecek birleşik muhalefetini yaratmak olduğu hakikatini hatırlatacağız.
 
AKP'nin elini rahatlatan bu dağınıklıktır ancak konu bundan ibaret değil. Gezi onur ve özgürlük isyanı başta olmak üzere, türlü mücadeleler, itirazlar yükseldi.
 
Ne var ki bu isyanlar kendi ateşli dönemini geride bırakınca, demokratik ve sürekliliği sağlanmış örgütlenmelere dönüştürülmedi. Devrim ve sosyalizm mücadelesi asıl olarak politik bir mücadeledir ve pratik politik devrimciliği, devrimin zaferinin güncelliği bilincini diri tutmak yaşamsaldır.
 
Bununla birlikte, bunun tamamlayıcısı olan bir başlık eksiktir. Mücadelenin sosyal ve toplumsal bir harekete dönüşmesi, kendi toplumsal derinliğini ve ekonomik-kültürel-sosyal hinterlandını yaratmak. Gezi tipik örnektir.
 
Devrimci sosyalistler dağılmaya, dağınıklığa karşı ezilenlerin birleşik devrimci-demokratik mücadele cephesini oluşturmayı, geniş katılımlı, emekçi solu mücadelelerin muhatabı haline getiren çabayı başından beri yaşamsal saydı. İhtiyaç sürüyor ve devrim gerçekleştirilmeyi bekliyor.
 
Bütün cepheleriyle rejim çürüdü, kokuyor. Sosyalizme açılacak bir devrimden başka her yol çıkışsızlıkla neticelenir. Bunu öngören birleşik devrimci-demokratik mücadele, ezilenlerin egemenlerle ideolojik, düşünsel ve duygusal iliyet bağını koparıp atacaktır.