23 Kasım 2024 Cumartesi

DİSK 52. yılını 'işçi sınıfının ayağa kalktığı yerde' kutladı

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu'nun 52. kuruluş yılı kutlaması Saraçhane Parkı'nda yapıldı. DİSK Başkanı Arzu Çerkezoğlu, ?Yaşanabilir bir ülke için emeği, demokrasiyi, barışı, laikliği temel alan; akla, bilime ve sosyal hukuk devleti anlayışına dayalı yeni bir toplumsal sözleşme şarttır. Bu toplumsal sözleşme esas olarak nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve ülkenin tüm değerlerini üreten işçi sınıfının taleplerini esas almalı, toplumun sermaye ve servet sahibi yüzde 1'inin değil, yüzde 99'unun korunmasını hedeflemelidir? diye konuştu. DİSK, 52. kuruluş yıl dönümünü Saraçhane Parkı'nda kutladı. DİSK'e bağlı sendikalara üye işçilerin katıldığı etkinlik yoğun yağış altında gerçekleşti. CHP milletvekillerinin yanı sıra HDK Eş Sözcüsü Sedat Şenoğlu ve ESP Genel Başkan Vekili Şahin Tümüklü'nün katıldığı etkinlikte “52. yılımızda ayağa kalktığımız yerdeyiz” yazılı pankart açıldı. Ayrıca DİSK Çoksesli Korosu kısa bir konser verdi.

Saraçhane Meydanı'nın DİSK'in kuruluşuna giden yolda önemli bir kilometre taşı olduğu vurgulanan etkinlikte, “Saraçhane Meydanı Türkiye işçi sınıfının ayağa kalktığı yerdir. 31 Aralık 1961'de sendika, toplu sözleşme ve grev hakkını savunmak için on binlerce işçi Saraçhane meydanını doldurdu ve o gün işçiler bir sınıf olarak sahneye çıktılar. Saraçhane mitinginin ve sonrasının giderek yükselen işçi sınıfı hareketinde filizlenen DİSK, 50 yılı aşkın bir süredir bu topraklara kök saldı” denildi.

DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu yaptığı konuşmada “İşçi sınıfının 1961'de ayağa kalktığı yer olan Saraçhane Meydanında, 58 yıl sonra bir kez daha ifade etmek isteriz ki; vakit işçi sınıfı için yeniden ayağa kalkış vaktidir. Çünkü ülkemiz ve dünyamız büyük bir felaketle karşı karşıyadır” dedi.

Çerkezoğlu sözlerini şöyle sürdürdü: “1970'lerin sonlarından bu yana, emeğin toplumsal, siyasal ve sendikal gücünü kırmaya dayanan sermaye politikaları, yani neoliberal politikalar dünyayı büyük bir sosyal, ekonomik, siyasal ve çevresel felakete sürüklemektedir. Uzun ve zorlu mücadelelerle kazanılmış olan toplumsal ve sendikal haklar tahrip edilmiş, sömürü, eşitsizlik ve adaletsizlik derinleşmiş, çalışma güvencesizleşmiştir. Sadece sosyal ve sendikal hakları değil, siyasal hakları da umursamayan neoliberal küreselleşme demokrasi karşıtlığını güçlendirmiş, otoriter rejimler tüm dünyada güç kazanmaya başlamıştır.”

“Eşitsizliğin ve yoksulluğun derinleştiği koşullarda, otoriter-popülist rejimler sermayenin çıkarlarını korumak için demokratik kazanımları ortadan kaldırmayı birincil görev olarak almış; ırk/cinsiyet/inanç ayrımcılığını körükleyen, insanlığın ve emeğiyle yaşayanların birleşip haklarını savunmasını engelleyen siyasi liderler/partiler küresel çapta güç kazanmıştır.

“İşçi sınıfı mücadeleleri ve devrimleriyle kazanılan sosyal ve sendikal haklar ve bunlara dayalı toplumsal sözleşmeler sermaye ve hükümetler tarafından yok edilmektedir. Neoliberal, anti-sosyal ve otoriter dünya tasarımı gezegenimizi bir felakete, bir barbarlık çağına doğru sürüklemektedir.

“Ülkemizde yaşadıklarımız da bu gelişmelerden bağımsız değildir. Türkiye'de cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi adı altında kurulan yeni rejim, sermaye birikiminin çıkarları ve kendi iktidarının devamı dışında hiçbir şeyi umursamamaktadır. Hukuk devleti ile birlikte sosyal ve sendikal haklar da tahrip edilmektedir. Grev yasaklamakla, işçilerin anayasal hakları olan grev ve toplu sözleşme düzenini fiilen yok etmekle övünebilen bir Cumhurbaşkanı ve bir siyasi irade ile yönetiliyor olmamız bunun en somut göstergesidir.

“Ekonomik kriz sosyal ve sendikal haklardaki tahribatı daha da artırmaktadır. Ekonomik krizin faturasının krizin sorumlularına değil de çalışanlara kesilmesi, enflasyon, pahalılık ve işsizlik; sorunları daha da ağırlaştırmaktadır. Otoriter başkanlık rejiminde kararların giderek tek kişide toplanması, sorunların çözümünü ve işçilerin hak aramasını daha da zorlaştırmaktadır. Sermayenin çıkarları doğrultusunda, böylesine hukuksuz ve keyfi bir biçimde yönetilen bir ülke, işçi sınıfı başta olmak üzere halkın yüzde 99'u için yaşanabilir bir ülke olmaktan daha da uzaklaşmaktadır.

“Emekçilerin alım gücünü arttırmayan, işsizlere iş yaratmayan, kadınların istihdama katılımının önündeki engelleri kaldırmayan ekonomik büyüme masallarının işçi ve emekçiler için hiçbir inandırıcılığının kalmadığı bilinmelidir.

“Yaşanabilir bir ülke için emeği, demokrasiyi, barışı, laikliği temel alan; akla, bilime ve sosyal hukuk devleti anlayışına dayalı yeni bir toplumsal sözleşme şarttır. Bu toplumsal sözleşme esas olarak nüfusun çoğunluğunu oluşturan ve ülkenin tüm değerlerini üreten işçi sınıfının taleplerini esas almalı, toplumun sermaye ve servet sahibi yüzde 1'inin değil, yüzde 99'unun korunmasını hedeflemelidir."