22 Kasım 2024 Cuma

Devlet duvarına karşı Cumartesi Meydanı

Mehmet Ağar, o tuğlayı çekemezdi, çünkü altında kalanlardan biri olurdu. Yıkılmasından korktuğu ?devlet duvarı?nı oluşturan tuğlalar, kendisinin ?Devlet adına bin operasyon yaptık? dediği suikastlar, katliamlar, gözaltında kayıplar, işkencede ölümlerdi. Devlet, halkların, canı, kanı, teri üzerine inşa edilmişti.
Yönetmen Costa Gavras’ın 1982 yapımı “Missing” filmi, diktatörlük günlerindeki Şili’de gözaltındaki kayıpları anlatır. Söz konusu ülkenin Şili olduğu belirtilmez ama film Santiago’dan görüntüler ile açılır. Amerikalı bir kadın, ortadan kaybolan eşini bulmak için yollara düşer. Amerikalı bir muhafazakâr olan baba Ed Horman da arayışa katılır. Ancak karşılarında hep bir duvar yükselir. Bu duvar, kimi zaman şiddet ve kimi zaman sessizlik ile halkların üzerine karabasan gibi çöker.
 
Bu duvara, kendi coğrafyamızın halkları da yabancı değil elbette. Eski kontrgerilla şefi Mehmet Ağar, 20 yıl kadar önce, Güldal Mumcu ile yaptığı bir görüşmede, Uğur Mumcu suikasti için "Bir tuğla çekersem devlet yıkılır" demişti. Ağar bu sözü Güldal Mumcu’nun “Bir tuğla çekin o zaman, gerçekler ortaya çıksın” sözü üzerine söylemişti. Mehmet Ağar, o tuğlayı çekemezdi, çünkü altında kalanlardan biri olurdu. Yıkılmasından korktuğu “devlet duvarı”nı oluşturan tuğlalar, kendisinin “Devlet adına bin operasyon yaptık” dediği suikastlar, katliamlar, gözaltında kayıplar, işkencede ölümlerdi. Devlet, halkların, canı, kanı, teri üzerine inşa edilmişti. 
 
Duvarın tuğlaları arasında, 21 Mart 1995 tarihinde İstanbul’da gözaltına alınan Hasan Ocak’ın işkence yapılarak Beykoz’da bir ormanlığa atılan cansız bedeni vardı.  12 Eylül faşist darbesinin hemen ardından idam edilebilmesi için yaşı büyütülen Erdal Eren ile 1981 yılında idam edilen ve 37 yıldır mezarı ailesinden gizlenen Veysel Güney’in bedeni de bulunuyordu.  Liste o kadar uzun ki. Çünkü kontrgerilla şefi Ağar’ın altında kalmaktan korktuğu bu duvar, devletin halklara karşı işlediği insanlık suçları ile inşa edildi. AKP iktidarı da bu suçları işlemeye devam etti ve aynı duvarın tuğlalarına yenilerini ekledi. 2016 yılının Şubat ayında özyönetim direnişi sırasında Cizre bodrumlarında dünyanın gözü önünde kitlesel bir şekilde katledilen Kürt yurtseverlerinin canı da o duvarın tuğlası oldu. Taybet İnan’nın günlerce sokak ortasında bırakılan cansız bedeni ile Cemile’nin defnedilmesine izin verilmediği için buzdolabında saklanan küçük bedeni üzerinden yükseldi devlet duvarı.
 
Dünden bu güne devlet duvarı tamamen yıkılmadı ancak ezilenlerin adalet, özgürlük ve eşitlik mücadelesi bu duvarda gedikler açmayı başardı. Gözaltında kaybedilen insanların ailelerinin 23 yıldır sürdürdükleri kararlı mücadelesi, bu ölüm duvarının karşısına dikilenlerin başında geldi. 
 
Bugün Saray diktatörlüğünün hedefinde olan Galatasaray Meydanı ve onun sahiplerinin, 702. haftaya ulaşan sessiz çığlıkları, devlet duvarının temellerini sarsan hakikat oldu. 
 
İstiklal Caddesi’ndeki o meydanı her cumartesi günü saat 12.00’de mesken eyleyen kayıp yakınlarının taşıdığı bir gün devletin kaybettiği canlarının mezarlarına kavuşacakları ve kaybedenlerin kaybedeceği umudu, devlet duvarının yarattığı karanlığa karşı hepimizin kalbimini aydınlattı. 
 
Şimdi bu meydan, tutamadığımız yasımızın ve umudumuzun simgesi bu meydan tehdit altında. Saray diktatörlüğü gözünü yine ezilenlere, bize ait olan bir şeye; Cumartesi Meydanı’na dikmiş durumda. İki haftadır kayıp yakınlarının üzerine polis gücünü sürüyor. Ağar yetiştirmesi Süleyman Soylu televizyon ekranlarında boy gösterip, kayıp ailelerine hareket ediyor. Ardından Hükümet sözcüsü "Artık izin vermeyeceğiz" diyor.
 
Neden?
 
Çünkü, bu toprakların hakikatini hatırlatacak tek bir ses istemiyorlar.
 
Diyarbakır’ın simgesi Sur'u boşuna dümdüz etmediler, özyönetim direnişi sırasında tarihi mekânları boşuna hedef almadılar. İktidar, Taksim’de yıllardır “meydan muharebesi”ni neden yürütüyor? 
 
Ömürlerini uzatmak için yeni bir tarih yazımına ihtiyaç duyuyorlar. “Kurgusal bir tarih”, “kurgusal bir gerçek” inşa etmeye çalışıyorlar. Bunun için de geçmiş ile bugün ve gelecek arasındaki her türlü bağı yok etmek niyetindeler. Halkları hafızasız, geçmişsiz bırakarak, bugüne mahkûm etmek ve hatıraları yok etmeyi amaçlıyor. Biliyorlar ki, dün yoksa sadece bugün varsa, gelecek de olmayacak. Bu nedenle Cumartesi Meydanı'nı düşürmek istiyorlar. Bu meydan düşerse, soluksuz kalacağız. 
 
Cumartesi Meydanı, ezilenlerin hakikat ve adalet arayışı ile toplumsal hafızasının bir simgesi olarak savunulmak zorunda. Bu sorumluluk sadece kayıp yakınlarına ve insan hakları savunucularına bırakılamaz. Saray diktatörlüğüne karşı adalet, eşitlik ve özgürlükten yana sözü ve eylemi olan herkes bu sorumluluk ile karşı karşıya değil mi?