18 Aralık 2024 Çarşamba

Derya Çelik yazdı | Sınırsızlaşma çağrısı: Sınırsız

Serpil Arslan, savaş, göç, insan hakları ve toplumsal adalet gibi evrensel temalarla şekillenen ilk romanında, bireylerin özgürlük arayışlarını, onların içsel değişimlerini derinlemesine işliyor. Sınırsız, kayıpların ve direnmenin izlerini sürerken, okuyucuyu, ezilen insanlığın evrensel bir düzeyde toplumsal adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin parçası olmaya çağırıyor.

Serpil Arslan'ın ilk romanı "Sınırsız", savaş, göç ve insan hakları temaları etrafında şekillenen derin bir toplumsal mücadelenin izini sürerken, okuyucuya sınırların ötesine geçen bir hikaye sunuyor. Roman, kayıpların, direnmenin ve insanın içsel dönüşümünün hikayesini anlatıyor.

Ceylan Yayınları'nın yayımladığı kitap, muktedirlerin çizdiği sınırların iki yakasında, arafta bırakılan bir halkın mücadelesini anlatırken, bu sınırların insanın ruhunda ne kadar derin izler bırakabileceğini ortaya koyuyor.

Sınırların yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda duygusal ve psikolojik çitler örerek insanın dünyasını nasıl sınırlandırmaya çalıştığını gözler önüne sererek, bireylerin yalnızca coğrafi sınırlarla değil, kendi sınırlarıyla da yüzleştiği bir yolculuğun arka planını oluşturuyor.

Nusaybin'e sınır olan Qamişlo'nun bir köyünde yaşayan Bawer, Ronahi ve çocukları Demhat, Berdan, Berzan ve Roni; bir zamanlar birlikte yaşadıkları akrabalarından, komşularından aralarına çekilen dikenli sınır telleriyle ayrılarak iki farklı ülkenin insanlarına dönüştürülmüşlerdir. Ancak bu sınırlar yalnızca toprağın parçalara bölünmesi değil, zihinlerin, kalplerin ve hayallerin de sınırlandırılmasıdır. Birbirinden koparılmaya çalışılan halk bu zorlayıcı koşullar altında birbirine tutunarak dillerini, kültürlerini ayakta tutmaya çalışmaktadır.

Ronahi ve Bawer'in aşkı, sınır tellerinde şekillenir. Birbirlerine duydukları güçlü sevda, mayınların patlamasıyla ayrılığa dönüşür. Ronahi, savaşa ve yoksulluğa rağmen çocuklarıyla hayata tutunmaya çalışırken, Bawer'in kardeşinin teşvikiyle Avrupa'ya göç etmeye karar verirler. Göç yolculuğunda yaşadıkları travmalar, her birini farklı biçimlerde sarsarak, ruhlarında derin yaralar açar. Roni'yi göç yolunda kaybeden Ronahi'nin ağıdı Meriç Nehrine karışırken, diğer çocukları Avrupa'da hayata yeniden tutunmaya çalışır.

Demhat, babasını sınır tellerinin diğer tarafında, kardeşini göç yolunda kaybeder. Tek itkisi Avrupa'da kendisine ve değerlerine yabancılaşarak para kazanmak olan amcası; mültecilere dönük ırkçı, ötekileştirici yaklaşımlar onu sorgulamaya iter. Ülkesindeki işgalin giderek genişlemesi büyük bir öfkeyi açığa çıkararak hayatında bambaşka bir sayfa açmasına neden olur.

Romanın bir diğer önemli karakteri Dildar, ailesinin yaşadığı devlet baskısı ve şiddetiyle şekillenen iç dünyasında, sürgünün, mülteciliğin ve savaşın yol açtığı travmaları taşır. Anne ve babasının çektiği acılar onu derin bir hüzünle donatırken, sevgilisi Ivana onu farklı sorgulamalara ve özgürleşme arayışına iter.

Annesi Alman, babası Togolu olan komünist Ivana, Avrupa'daki konforunu terk eder. "Kapitalist barbarlığa karşı özgürlük mücadelesi karşımda dururken ben daha fazla eylemsiz duramam" diyerek Rojava Devrimine katılır. Güçlü bir savaşçı olarak kendisini sınırsızca Rojava Devrimi savunmasına adar. Til Temir'i DAİŞ'e karşı savunurken ölümsüzleşir.

Ivana'nın ölümsüzlük haberini alan Dildar, büyük bir duygusal sarsıntı yaşar. O güne kadar bir ayağı mücadelede, bir ayağı düzende olan Dildar zamanla büyük bir sorgulama içerisine girer. Rojava Devrimi haberlerini büyük bir dikkatle takip eder.

Yol Dildar'ı da çağırır… Ancak böyle sakınımsızca kanatlanırsa özgürleşebileceğine karar verir. Romandaki anlatımla; "Artık annesinin, babasının çamursuz, tehlikesiz, gri sokaklarından geçip zile basmayacaktı bundan sonra. Ne olduğunu bilmediği yollardan geçecek, bilmediği kapıları çalacaktı. Sürekli kendisinden veren cömert bakışlı annesi değil; risk ve tehlike açacaktı kapıyı bundan böyle. Sıcak yemeğin buharıyla sevgiyle yoğrulmuş yemek masalarından uzak, azığı cebinde bir hayata gidiyordu O'nun gibi..." Kimliğini bulma yolculuğunda Ivana'nın ayak izlerine basarak, yaşadığı acıları savaşçı bir kadın kimliği yaratma mücadelesinin kaldıracına dönüştürür Dildar.

Romanda göç olgusu derinliğine işleniyor. Savaş, işgal, gözaltında kaybetme saldırıları nedeniyle çıktıkları ve ne ile karşılaşacaklarını bilmedikleri kıtalar arası yolculukta; kah Roni'nin kıyıya vuran bedeni, kah Avrupa sokaklarında ötekileştiren 'yabancı" oluyorlar… Muktedirlerin dayattığı bu koşullara karşı çıkanların özgürlük yolculuğu ise Demhat, Roni, Ivana ve Dildar'ı eşitlik, adalet, özgürlük saflarında buluşturuyor.

Sınırsız, bireylerin içsel dönüşümünü ve toplumsal adalet için verilen mücadelenin evrensel bir zeminde nasıl şekillendiğini gözler önüne sererken, okuyucuyu sınırların ötesindeki ezilen insanlık mücadelesi hakkında derin düşüncelere sevk ediyor.

Serpil Arslan, savaş, göç, insan hakları ve toplumsal adalet gibi evrensel temalarla şekillenen ilk romanında, bireylerin özgürlük arayışlarını, onların içsel değişimlerini derinlemesine işliyor. Sınırsız, kayıpların ve direnmenin izlerini sürerken, okuyucuyu, ezilen insanlığın evrensel bir düzeyde toplumsal adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesinin parçası olmaya çağırıyor.

Roman, 'sınırlarla hapsedilmeye çalışıldığımız bir dünyada, gerçekten özgür olabilir miyiz' sorusunu ortaya atarak, okuyucuyu toplumsal adalet, özgürlük ve kimlik üzerine evrensel bir sorgulamaya davet ediyor.