Derinleşen siyasi kriz, hazırlanacak antifaşist hücum
Faşist şeflik rejiminin krizindeki derinleşmeyi ve antifaşist kitle hareketinin seyrindeki canlanmayı, emekçilerin ve ezilenlerin birleşik antifaşist hücumunu hazırlamanın dönemsel dayanağı kılma görevinin, bu en temel devrimci görevin bir kez daha altını çizelim. Siyasi ve iktisadi pislik yığınının her gün yeni bir parçası ortaya saçılan faşist kontrgerilla-mafya rejimine karşı emekçileri ve ezilenleri aktif biçimlerde saflaştırmaya yönelik politik ajitasyon ve eylem pratiklerini artırmak, bu görevin güncel bir politik öğesidir.
Erdoğan, aylar boyunca bir türlü gerçekleşmeyen telefon görüşmesi beklentisinin ardından, 14 Haziran'da Brüksel'deki NATO zirvesinde, ABD Başkanı Biden'le sonunda bir görüşme yapabildi.
Faşist şef, Doğu Akdeniz'de yelkenleri suya indirmiş, Mısır'ın Amerikancı askeri diktatörüyle barışma adımı atmış, Amerikalı emperyalist sermaye tekellerine ucuz işgücü sömürüsü için sınırsız imtiyazlar vadetmiş, Ukrayna ve Polonya'yla askeri ilişkileri yoğunlaştırıp NATO'nun Rusya karşısındaki yeni hamlesine angaje olacağı mesajını vermiş halde Brüksel'e gelmişti. O, son olarak, ABD'nin ve NATO'nun emperyalist işgal güçleri Afganistan'dan çekildiğinde Türk burjuva ordusunun Kabil havalimanı ve çevresinde emperyalizmin koruma polisliğine devam etmesi teklifini masaya koymuştu. Faşist şefin savaş bakanı Hulusi Akar da ABD'yle aralarındaki en büyük problemin ne F-35, ne S-400, ne de başka bir şey olduğunu, bütün bu problemlerin öyle veya böyle çözülebileceğini, esas problemin ABD'nin YPG'yle ilişkisi olduğunu duyurmuştu.
Faşist şef Erdoğan, Brüksel'de yaptığı görüşmelerdeyse, Fransa'yla Libya ve Suriye konusunda anlaşmaya açık davranma, Almanya'ya göçmen akışını frenleme, Yunanistan'la kırmızı hat çekip tansiyonu yükseltmekten kaçınma, ABD'den Patriot füzesi alamayınca Rusya'dan S-400 füzesi almak yerine NATO uyumlu başka füzeler temin etme gibi uzlaşı söylemlerini art arda sıraladı. Nihayetinde, Biden ile Erdoğan arasındaki 48 dakikalık görüşmede, ABD emperyalizmi ile Türk burjuva devleti arasındaki siyasi gerilimin Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Libya, Suriye, YPG'yle ilişki, S-400, F-35, Halk Bankası, Fethullah Gülen gibi irili ufaklı başlıklarında herhangi bir somut sonuç çıkmadı. Biden'ın temsil ettiği emperyalist iktidarın "evrensel insan hakları" demagojisininse, tıpkı Kolombiya'nın narko faşist rejimiyle yürüttüğü sımsıkı ilişkide hiçbir yeri olmadığı gibi Türkiye'nin faşist şeflik rejimiyle Brüksel'de oturduğu masada da zaten yeri yoktu. Buna karşın, faşist şeflik rejiminin ABD ile Rusya arasındaki emperyalist rekabet sahasında kendine özgü bölgesel manevra yapma marjındaki kritik daralmaya, emperyalist sermaye girişinde ve finansal kaynak temininde yaşadığı tıkanmaya çare bulma arayışı halen karşılık üretmedi. ABD emperyalizminin NATO üyesi Türk burjuva devletiyle ilişkilerde idare-i maslahatı sürdüreceği görüldü.
Hasılı, Erdoğan'ın faşist şeflik rejiminin Brüksel tablosunda iyice belirginleşen tek renk, onun uluslararası düzlemde yüz yüze bulunduğu büyük siyasi, iktisadi ve mali açmazları, ABD ve AB'yle ilişkilerde tansiyonu düşürerek, Türk burjuva devletinin Batılı emperyalizme siyasi bağımlılığını tazeleyerek, NATO'nun Rusya ve Çin'e yönelik yeni kuşatma stratejisine eklemlenerek giderme yönelimi oldu.
O arada, Biden-Erdoğan görüşmesi nedeniyle "Tayyip abiyle helalleşme" videosunun yayınını ertelediğini duyurmuş olan faşist mafya ağası Sedat Peker'in Dubai istihbaratı tarafından alıkonulduğu anlaşıldı. Fakat Peker, bunun hemen ardından, faşist şefin kontrgerilla-mafya rejiminin bazı yeni pisliklerini ortaya dökmeye devam etti.
Peker'in işaret ettiği, zorbalıkla el konulmuş oteller ve araziler, süper lüks otellerde misafir edilmiş gazeteciler, televizyoncular, siyasetçiler, yargıçlar ve savcılar, devlet bankalarından alınıp geri ödenmemiş devasa krediler, banka yönetimlerine çöreklendirilmiş kodamanlar, korunup kollanmış kripto para vurguncuları diye uzayıp giden pislik zincirinin bu en güncel halkalarının uçları, yine faşist mafya bakanı Soylu'ya, resmi veya gayriresmi faşist saray zevatına, en nihayetinde faşist şef Erdoğan'a bağlandı. Emekçi köylünün birkaç bin liralık kredi borcuna derhal icra takibi başlatan Ziraat Bankası'nın saraya kapılanmış Demirören'in 750 milyonluk kredi borcunun basbayağı üzerini örtmesi, tek başına bu olay bile faşist şeflik rejiminin ne denli asalak ve vurguncu, ne denli emekçi düşmanı olduğunu göstermeye yetti.
Peker'in faşist kontrgerilla-mafya devletine dair ifşaatı, faşist şef Erdoğan'ın arkasında toplanmış en gerici siyasi ve iktisadi odaklar arasındaki yarılmaların ve hesaplaşmaların ifadesi olduğu gibi, onun partisi saflarındaki çekişmelerin ve huzursuzlukların da dışavurumunu sağladı. Saray zevatının o rezil suskunluk örtüsü aralandığında, faşist mafya bakanının miadının dolmak üzere olduğu, AKP'li vekillerin bir bölümünün Erdoğan'dan Soylu'nun görevden alınmasını talep ettiği ortaya çıktı.
Daha önceki burjuva siyasi iktidarlar gibi Erdoğan iktidarının da altından kalkmayı başaramadığı rejim krizi, siyasi hükmünü icra etmeyi sürdürdü. Faşist mafya ağası Peker'i, sosyal medya platformlarındaki ifadeleriyle, faşist saray iktidarının yaşadığı toplumsal ve siyasal meşruiyet bunalımını daha da derinleştiren bir nevi "tanık" konumuna getiriverdi. Faşist şefi asıl korkutansa, Peker'in çıktığı bu "tanık" kürsüsünün, salt sosyal medya platformlarında takip edilen bir iç hesaplaşma sahnesinin dekoru olmanın ötesine geçip, sokakta kurulacak bir halk mahkemesinin unsuruna dönüşme riski oldu. Ne de olsa, bütün o dizginsiz faşist devlet terörüne, sınırsız yalana dayalı faşist psikolojik savaşa rağmen, emekçilerin ve ezilenlerin antifaşist direniş ocakları söndürülememiş, Kürt ulusal demokratik hareketinin iradesi kırılamamış, yeni bir Gezi-Haziran ayaklanması kabusundan uyanılamamıştı.
Nitekim aynı günlerde, Metîna, Avaşîn ve Zap'ta, faşist "çöktürme planı"nın ıskartaya çıkmış olduğu gerçeği bir kez daha tescillendi. Kürdistan özgürlük gerillasının kahramanca direnişi karşısında bu son sömürgeci işgali genişletmeyi ve yerleşikleştirmeyi halen başaramayan faşist şeflik rejimi, ulusal ihanetçi işbirliği batağına çektiği KDP'yi doğrudan sömürgeci savaş sahasına sürmekten başka çare bulamadı.
Sömürgeci işgalin faturasını işgalciye değil direnişçiye kesmeye girişen, faşist sömürgeciliğe açıkça lojistik sağlayan, hava bombardımanları için istihbari koordinatlar aktaran KDP yönetimi, faşist şef Erdoğan'ın direktifi üzerine, Metîna'da direnen gerillayı düpedüz sırtından hançerlemeye kalkıştı. KDP'nin bu işbirlikçi saldırgan tutumunun önüne geçmeyi hedefleyen heyetler, yine faşist şefin isteği sonucu, Almanya'da ve Hewlêr'de bloke edildi. Ama faşist şeflik rejiminin Barzanici işbirlikçilik silahını bu şekilde ateşlemesi de gerilla direnişini kırmaya yetmedi. Üstelik, Murat Karayılan tarafından paylaşılan, birkaç ay önce Erdoğan'ın PKK'den Kuzey Kürdistan'da ateşkes ilan etmesini istediği, buna karşılık Kürdistan'ın diğer parçalarında PKK'ye müdahale edilmeyeceğini söylediği bilgisi de sömürgeci faşist şeflik rejiminin Kürdistan ulusal demokratik direnişi karşısında yaşadığı siyasi açmazın derinliğine işaret eden yeni bir veri oldu.
Zagroslardaki bu son tarihi direniş, gerillanın, dört parça Kürdistan'da ulusal varlık hakkını ve bütün ulusal demokratik kazanımları savunan temel antisömürgeci kuvvet olduğunu tekrar tekrar kanıtlamak kadar, Türkiye ve Kuzey Kürdistan bakımından da faşist şeflik rejimine karşı antifaşist mücadelenin en etkili siyasi dinamiği olduğu hakikatini yeniden gözler önüne serdi. Bu aynı zamanda, Türkiye emekçi sol hareketinin mücadeleci bölüklerini ve Kürt ulusal demokratik güçlerini daha geniş ölçüde ve daha etkin biçimde birleştirecek bir antifaşist cepheleşmenin faşist şefin sonunu getirmekte ne denli esaslı bir rol oynayacağını da yeniden gösterdi.
Faşist şeflik rejiminin içine saplanmış olduğu derin siyasi krizin burada özellikle ele aldığımız en güncel üç öğesi, yani onun emperyalist arenadaki olağanüstü sıkışmışlığı, daha fazla dizginleyemediği rejim içi hesaplaşmalara tutulmuşluğu ve Kürt ulusal direnişi karşısındaki çaresizliği, politik mücadelenin antifaşist kitle hareketinde canlanmayla karakterize olan bu yeni döneminde, faşist şef Erdoğan'ın emekçilere ve ezilenlere yönelik faşist devlet terörünü daha da tırmandırma ve yalana dayalı faşist psikolojik savaşı daha da yoğunlaştırma dışında bir seçeneği olmadığı anlamına geliyor.
Öyleyse burada, faşist şeflik rejiminin krizindeki derinleşmeyi ve antifaşist kitle hareketinin seyrindeki canlanmayı, emekçilerin ve ezilenlerin birleşik antifaşist hücumunu hazırlamanın dönemsel dayanağı kılma görevinin, bu en temel devrimci görevin bir kez daha altını çizelim.
Kadınları daha da köleleştirmek ve LGBTİ+'ları hiçleştirmek için İstanbul Sözleşmesi'nden çekilen faşist erkek egemenliği rejimine karşı 1 Temmuz'da hayatı durdurma çıkışını ve bu çıkışın ateşleyeceği muhtemel bir kadın isyanını örgütlemek, bu görevin öncelikli güncel politik eşiğidir.
Siyasi ve iktisadi pislik yığınının her gün yeni bir parçası ortaya saçılan faşist kontrgerilla-mafya rejimine karşı emekçileri ve ezilenleri aktif biçimlerde saflaştırmaya yönelik politik ajitasyon ve eylem pratiklerini artırmak, bu görevin güncel bir politik öğesidir.
Halihazırdaki Kobanê davasından başlayarak HDP'nin kapısına kilit vurmaya kalkışan faşist yasaklar rejimine karşı HDP'yi kapattırmayacak aktif savunma hattını ve kitlesel sahiplenme hareketini geliştirmek, bu görevin güncel bir politik uğrağıdır.
Kürdistan'da soykırımcı saldırganlığa soyunmuş, Metîna, Avaşîn ve Zap'ı da işgale girişmiş faşist sömürgecilik rejimine karşı gerillanın öncü direnişinin Kuzey Kürdistan ve Türkiye kentlerinde demokratik yankı bulmasını sağlamak, bu görevin kritik güncel politik halkasıdır.
*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 18 Haziran tarihli 17. sayı başyazısı.