24 Kasım 2024 Pazar

Deniz Tepeli yazdı | Anşa bacıların direniş mirası

Alevi kadınları, inanç ve cins özgürlük mücadelesinde, tarihteki Anşa Bacılar gibi direnişçi kadınların mirasını da yüklenerek aklıyla, iradesiyle, örgütüyle, özsavunmasıyla kuşanıp, "Kellem de gitse ben boyun eğmem" kararlılığıyla savaşmaya ve kazanmaya, tarihi yeniden yazmaya çağırıyor.

Alevilere dönük katliam ve asimilasyon politikası, Yavuz Sultan Selim'den bu yana bir devlet geleneği olarak sürdürülüyor. Bugünün yezitleri, Yavuzları olan politik İslamcı faşist rejim Alevileri yolundan,  özünden saptırma ve yok etme saldırılarına burjuva cumhuriyetin 100. yılında daha da hız vermiş durumda.

Kadınlar bu saldırıların baş hedefindeler. Alevilik, güçlü bir insan, doğa ve hayvan sevgisinin yanında eşitlikçi, anayanlı bir öze sahiptir. Bunların izlerini bugüne dek taşınmasıyla da politik islamcı faşizmin tam karşısındadır. Egemen iktidarların saldırıları da bu öze dönüktür. Kadının ikinci cins olduğuna yönelik saldırılarını kurumlarıyla yapmaktadır. Bu nedenlerle, hayatın her alanında aktif olarak yer alan, emeğini cömertçe akıtan Alevi kadınlar, birbirine sıkı sıkıya bağlı olan cins ve inanç gerçekliğinden hareketle özgürlük mücadelesinin de aktif özneleri olarak aklıyla, bilinciyle, iradesiyle, özgüveniyle, özsavunmasıyla daha fazla yer almalıdır.

Alevi kadınların soylu tarihsel mirası, böyle öncü, özne, direnişçi kadınların ilham, güç veren örnekleri ile bezelidir. Zulme, katliamlara, sömürüye, cinsel köleliğine, baskıya, ayrımcılığa karşı, eşitlikçi öz yapılarını korumalı, kendi kimliğini özgürce yaşamak için Alevi kadınlar baba isyanlarında Bacıyan-ı Rum’da, Şeyh Bedrettin Hareketinin komün ve ordularında, Kırklar Meclisinde, nice ocaklarda, Dersim, Koçgiri, Gazi-1 Mayıs mahallesi isyanlarında ve nice alanda Beseler, Zerifeler, Pir Analar olarak elde kılıcı, silahı, aklı, emeği, örgütçülüğü ile kuşanıp mücadele etmiş, öncüleşmiştir.

Bu direnişçi öncü kadınlardan biri de Anşa Bacı'dır. Anşa Bacı, Osmanlı zulmüne boyun eğmeyen bir kadın olarak öncüleşmiştir. Mücadeleci kişiliği, Alevi kimliğini savunmasındaki tavizsiz, radikal duruşu, Aleviliğin öz değerlerine bağlılığı sonucu bir kadın olarak en saygın, talibi en çok olan ocaklardan birini kurmuş, başka kadınlara da yol açmıştır.

Anşabacılar Sıraç’tır. Türk Alevisi olan Hubyar Sultan Ocağının bir koludur. Hubyar Sultan 13. yüzyılda yaşamıştır ve eşi Gönül Ana da evliyadır. Hubyar Sultan Ocağı mensupları da eşitlikçi, paylaşımcı, zulme boyun eğmeyen özlerine sarılarak, Alevi düşmanı ve sömürücü Osmanlı’ya karşı 16. ve 17. yüzyılda 100 yıl kadar süren Celali İsyanlarında yer almış, Baba Zünnün Ayaklanmasına katılıp önemli roller üstlenmişlerdir. Anşa bacılar da bu direnişçi geleneğin mirasçılarıdır. Anşa Bacı'nın türbesi Tokat Zile, Acısu köyündedir.

Ocağın kuruluşu da sıra dışıdır. Hubyar Sultan Ocağında posta kimin oturacağı konusunda uyuşmazlıklar ve çekişmeler vardır. Normalde Hubyar Sultan soyundan bir erkeğin oturması söz konusudur. Ancak Hubyar inancının kurallarının bozulduğunu, özünden uzaklaştığını görüp müdahil olan Kurtoğlu Veli, Sofuoğlundan el alıp posta oturur. Bu nedenle "dede" değil "baba" olarak adlandırılırlar. Veli Baba'nın 1864'te ölmesiyle, yine sıra dışı bir durum yaşanır, yerine eşi Anşa Bacı posta oturur. Posta oturmak, babadan oğula olmak üzere, erkekten erkeğe geçtiğinden, bu, alışılmadık ve pek kabul görmeyen bir durumdur. Fakat Anşa Bacı çok zeki, adaletli, dürüst, etkili kişiliğiyle kısa sürede büyük bir saygınlık ve güven toplar. Öyle ki, artık Ocak bile eşinin adıyla değil, Anşa Bacı olarak kendi adıyla anılır. Hubyar Ocağı'nın tamamı ve Sıraç toplulukların çoğu kendisine bağlanır.

Anşa Bacı'nın ve ocağın bu gücü ve prestiji, Alevilerin birbirine ve değerlerine daha güçlü kenetlenişi ezenlerin de dikkatini ve öfkesini çeker. Erkek-devlet işbirliğinin hedefi yapılır. Aleviliğin değerleri yerine iktidar tutkusuna düşen bazı erkekler, Alevilerin kadim düşmanı Osmanlı'ya Anşa Bacı'yı şikayet eder; bazı anlatılara göre, Hubyar Sultan Ocağı'ndan Hatip Efendi, Abdülhamit'in Hariciye Nazırlığını yapmış olan, Kazova'da yaşayan Bekir Sami Paşa'ya, üstelik de Kızılbaşlık propagandası yapıyor diyerek Anşa Bacı'yı şikayet eder.

Erkek egemenliğinin ve devletin kadına karşı bu konumlanışı çıkar ortaklıkları, kadının ikili ve kesintisiz mücadelesinin zorunluluğunun da göstergesidir. Anşa Bacı'nın ve ocağın etkisinin, gücünün tam da bu işbirliğine karşı cüretkar, mücadelesi sonucunda katlanarak artması da bunu gösterir.

10 Nisan 1894'te Ankara valisi, padişah Abdülhamit'e Anşa Bacı ve Anşabacılar hakkında rapor iletir. Aynı yıl, Anşa Bacı ile çocukları ve damadı, önce Tokat'ta 6 ay boyunca işkenceli, eziyet dolu sorgulardan geçirilir. Ardından gemilerle İstanbul'a gönderilmek üzere Samsun'a getirilirler. İşkenceli sorgulardan hasta düşen Anşa Bacı'nın oğlu Hüseyin Samsun'da ölür. Acılarına evlat acısını da ekleyenlere karşı Anşa Bacı'nın öfkesi ve direnci de bilenir. İstanbul'da da yoğun işkenceli sorgulara, soruşturmalara maruz bırakılırlar. Biat etmeyen, inancından taviz vermeyen kadın direnci ezenleri panikletir; hakkında idam kararı verilir. Fakat kendisi de bir Sıraç olan ve talibi tersane paşası Osman Paşa'nın çabalarıyla idam cezası sürgüne çevrilir. Abdülhamit'in emriyle Suriye-Şam'a sürgüne gönderilirler.

Sürgünde de baskı, eziyet, zindan, yoksulluk yaşar, tüm işkence ve asimilasyon saldırılarına karşı direnirler. 3 yıl sonra sürgün sona erer ve gemilerle önce İstanbul'a, oradan da Samsun'a gelirler. Onların dönüşünü duyan binlerce Alevi, karşılamak için Amasya'ya akın eder. Büyük bir coşku, hürmet ve sevgi seliyle onlara büyük bir kalabalık Acısu köyüne kadar eşlik eder. Osmanlı'nın imha, sindirme, asimilasyon politikaları Anşa Bacı'nın direnişine çarpmıştır. Halktaki birlik, dayanışma, kadın öncüye inanç, güven kat kat artmıştır. Osmanlı, Anşa Bacı'yı baskı, sürgün politikalarıyla etkisizleştirmeyi, tecrit etmeyi ve teslim almayı umuyordu. Bunda kadını küçük görmenin ve kitlelerin de kadın aklına güvenmeyip onu yalnızlaştıracağının ön kabulü vardır. Ancak sürgün dönüşünde Anşa Bacı'nın Aleviler üzerindeki etkisi, sevenleri, talipleri daha da artmıştır. Tüm köylerden akın akın gelenlere önderlik etmiştir. Kararlı, mücadeleci, diz çökmeyen, inancı uğruna büyük bedel ödeyip yolundan dönmeyen duruşunun doğal sonucudur. Anşa Bacı bunu "Kellem de gitse ben boyun eğmiyorum. İster sürgüne göndersinler ister katletsinler. Benim inancım bu" diyerek net bir şekilde ifade etmiştir. Bir kadın olarak posta oturması, talip kitlesinin artması, ocağın adının onunla anılması, kadınların varlığının ve direnişinin daha görünür olması, Sıraçlar için söylenen "ser verip sır vermeyen" ilkesine bağlılığı öncü duruşundan ileri gelir.

Aynı dönemde bu onurlu duruşu sergileyen başka Alevi kadınların da olduğunu hatırlatmak gerekir. O süreçlerde Osmanlı, Alevilere karşı yeni bir imha ve asimilasyon saldırı planı yürürlüğe sokmuştur; 1890'da Alevilere "İslam eğitim" dayatmasında bulunmuş, bu politikaya karşı direnen Alevi topluluklarını da Şam'a sürmüştür. Sürgündeki Sıraç Hüseyni dedelerin ölümü sonrası da yerlerine, posta eşleri oturmuştur.

Posta oturanlardan biri de Zöhre Bacı'dır. Afyon'un Çal İlçesi Karacalar köyünden Zöhre Bacılar olarak anılırlar. Alevi kadınların o dönem de devletin politikalarına özel olarak hedef alındıkları ve Anşa Bacı, Zöhre Bacı gibi Alevi kadınların da güçlü bir direniş çıkışı yaparak bu saldırı yanıtladıkları görülüyor.

Artık dünyanın her yerindeki ezilenlerin isyan, direniş, mücadele ve zaferlerine kadınlar öncülük ediyor. Bu duru gerçek, Alevi kadınları inanç ve cins özgürlük mücadelesinde, tarihteki Anşa Bacılar gibi direnişçi kadınların mirasını da yüklenerek birlikte, aklıyla iradesiyle, örgütüyle, özsavunmasıyla kuşanıp, "Kellem de gitse ben boyun eğmem" kararlığıyla savaşmaya ve kazanmaya, tarihi yeniden yazmaya çağırıyor.