20 Eylül 2024 Cuma

Deniz Aktaş yazdı | Truss, Akşener ve Meloni'nin yükselişi tesadüf mü?

Kadın düşmanı politikalar karşısında ataerkillikle suçlanan iktidarların kadın liderlerle temsil edilmesi suçlarını gölgeleme amacı taşıyor. Bu kadınlar eliyle erkek egemen burjuva sistem içine hapsettiği kadınlara "sizi ben temsil ediyorum" derken, erkeklere de "sizin çıkarlarınızı koruyorum, korkmayın" diyor. Kadın düşmanı politikalara itirazlara kalkan oluyor, meşruluk kazandırmaya çalışıyorlar.

2022 yılını geride bırakırken dünyada faşist, milliyetçi, muhafazakar partilerdeki kadın/siyasetçilerin öne çıktığına şahitlik ettik. İtalya'da Giorgia Meloni, İngiltere'de ömrü kısa olsa da Liz Truss, Türkiye'de Meral Akşener...

2023'te yeni bir seçim dönemine girerken milliyetçi, faşist partilerde neden kadın liderlerin öne çıktığını hatırlamak/hatırlatmak önemli bir yerde duruyor.

Erkek egemen faşist-milliyetçi iktidarlar, dünya çapında derinleşmekte olan kriz, sömürü düzeniyle yoksullaştırdığı işçi ve emekçilerden oy devşirmenin yollarını arıyor. Tam da burada "kutsal aile", "dini" ve "ahlaki değer" tartışmaları, LGBTİ+ düşmanı söylem ve politikaların yanı sıra savaş politikaları imdadına yetişiyor erkek egemen iktidarların. Böylece toplumun en geri bilincine hitap ederek kitlesini konsolide etmeye çalışıyor.

Dünyanın birçok ülkesinde kürtaj yasakları, nafaka hakkına göz dikilmesi, İstanbul Sözleşmesinden çıkılması vb. uygulamalarla kadınlar güvencesiz, şiddete karşı savunmasız bırakılıyor. "Kutsal aile" cenderesinin yanı sıra istemediği çocuğu doğurarak "kutsal annelik" rolünü en iyi şekilde oynaması, her türlü zulme, ev içi emek sömürüsüne katlanması bekleniyor. "Kutsal aile"nin güçlendirilmesinde ucuz işgücü, güvencesiz çalışma, çocuk ve yaşlı bakımı vb. kadının üstüne bırakılarak kapitalizmin yapı taşlarından biri olan sömürü meşrulaştırılmaya çalışılıyor.

Savaş politikalarıyla ülkenin tehdit altında olduğu naraları atılarak şovenizm körükleniyor. Savaşın da, ekonomik krizin de yükünün en çok kadınlar üzerine yüklendiği bilinen bir gerçek.

Kadınlar kendilerine dayatılan bu sömürü düzenini kabul etmiyor, hayatlarına, bedenlerine müdahale eden, kazanılmış haklarını ellerinden alan politikalara, erkek egemen iktidarlara karşı hayatın her alanında özgürlük talebini yükseltiyor, direniyor, sokakları terk etmiyor. Yasakları tanımıyor, önlerine kurulan barikatları yıkma iradesi gösteriyor, örgütlülüğünü güçlendiriyor.

Bir taraftan da faşist şeflik rejiminin bizzat örgütlediği, "nafaka mağduru erkekler", "büyük aile buluşması" adı altında düzenlenen mitinglerle örgütlenmeye çalışılan politika ile LGBTİ+'lar yok sayılıyor, kadınlar geleneksel sınırlara sıkıştırılmak isteniyor.

Bir yanda kendini aile dışında korumasız hisseden, öğretilmiş toplumsal cinsiyet rolleri dışına çıkamayan ve böylece erkek egemen burjuva sisteme yedeklenen kadınlar, diğer yanda ise bu politikaların sürdürücüsü, gelişen kadın hareketini söndürmek için burjuvaziye hizmet eden büyük burjuva kadınlar var.

Kadın düşmanı politikalar karşısında ataerkillikle suçlanan iktidarların kadın liderlerle temsil edilmesi suçlarını gölgeleme amacı taşıyor. Bu kadınlar eliyle erkek egemen burjuva sistem içine hapsettiği kadınlara "sizi ben temsil ediyorum" derken, erkeklere de "sizin çıkarlarınızı koruyorum, korkmayın" diyor. Kadın düşmanı politikalara itirazlara kalkan oluyor, meşruluk kazandırmaya çalışıyorlar.

Saydığımız kadın liderlerin bulundukları ülkelere göre söylemleri değişse de birçok ortak özelliği olduğunu söyleyebiliriz.

Meloni, hayranı olduğu Mussolini'den devraldığı "Tanrı, Aile, Anavatan" üçlemesini seçim kampanyasının sloganı yaptı; "Ben Giorgia'yım, kadınım, anneyim, İtalyanım, Hristiyanım. Bunların bizden alınmasını kabul etmiyorum" söylemiyle seçimi kazanarak başbakan koltuğuna oturdu. Bu söylemlerin kadın bir liderin ağzından çıkıyor olmasının verdiği güvenin boyutları da oldukça genişti.

Son dönemde faşist bir kadın siyasetçi olarak öne çıkan bir diğer isim yakından tanıdığımız Meral Akşener. Ülkücü hareketin Asena'sı Akşener, 8 Mart'ta mor giyinerek, "İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz" yazılı maske takarak, erkek siyasete başkaldırdığını iddia ederek kadınlardan oy istiyor, kızkardeşlik ortaklığına sığınıyor.

Onca erkek siyasetçinin yer aldığı ülkücü faşist hareket ve onun bir parçası olan İYİP içerisinde öne çıkan ve kendi siyasi çizgisinde "tutarlı" bir profil çizen Meral Akşener'in hemcinslerine, ezilen halklara karşı işlediği suçlar sayesinde o koltukta oturduğunu hatırlatalım. Refah Partisi-DYP koalisyon hükümetinde Susurluk kazasının ardından Mehmet Ağar'ın istifa etmesiyle 8 Kasım 1996'da İçişleri Bakanlığı görevine geldi Akşener. 30 Haziran 1997'ye kadar sürdürdü bu görevi. Ve bu süreç içinde Kürtlere, devrimcilere karşı işlenen birçok suçun faili olarak tarihe geçti. Gözaltında cinsel işkence de bu suçların başında bulunuyor. Bunları unutmadık. Kadınları en çok vuran, yoksullaştıran, insanları göç etmek zorunda bırakan savaş politikalarının altında Tansu Çiller gibi Meral Akşener'in de imzası bulunuyor. Akşener'in Kürtlere karşı tutumu zaten belli, ancak Kürt kadın hareketinin Kürt özgürlük mücadelesine kazandırdığı eşbaşkanlık, eşit temsiliyet, meclisteki kadın grubu vb. kazanımlarını ortadan kaldırmaya yönelik saldırılarda; kadın eşbaşkanların tutuklanmasında, belediyelere atanan kayyumların kadın kazanımlarını tarumar etmesinde ve son olarak HDP Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel'in vekilliğinin düşürülmesinde imzası bulunuyor. Teoriyle pratiğin aynı olması şeklindeki literatürizmdeki sözü halkımız, "ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz" şeklinde formüle etmiş. 8 Mart'ta mor kıyafet giyinerek, "İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz" yazılı maske takarak kadınları temsil ettiği yanılgısı yaratmaya çalışan Akşener, torununun kendisine "dede" demesini övünerek anlatırken, ne denli bir erkek siyaset yaptığını da itiraf ediyor. Resmi internet sitesinde kendisini önce anne, sonra öğretmen ve politikacı olarak tanımlayarak, öğretilmiş kadınlık rollerini yerine getirme konusundaki özenine de işaret ediyor.

Meral Akşener'in yanı sıra erkek egemen faşist iktidarın koruculuğunu üstlenen, tampon görevi gören birçok kadın siyasetçiden söz edebiliriz. İstanbul Sözleşmesinin kaldırılma girişimleri sürecinde başta AKP olmak üzere erkek egemen burjuva partilere oy veren hatta içinde yer alan kadınlardan gelişen itirazlar üzerine yine bu kadın siyasetçiler devreye sokuldu. Dönemin Aile Bakanı Derya Yanıt ve AKP Sözcüsü Özlem Zengin gibi isimler erkek egemen sistemin kurtarıcılığında başı çekti. Ve İstanbul İstanbul Sözleşmesi karşıtı sözler ve aile vurgusu bu kadınlar tarafından yapıldı.

Irkçı, göçmen karşıtı, işçi düşmanı politikaların temsilcisi olarak tanınan Lizz Truss da başbakanlığa benzer söylemlerle seçilmişti. Sermaye önündeki engelleri kaldırarak işçi ve emekçiler üzerine daha büyük bir yük bindirmesi, grev oylamasını zorlaştırma çabası, göçmenler konusundaki stratejisi vb. Truss'u istifaya götüren sebepler oldu.

Muhafazakar Parti lideri Truss'un hayata geçirmeye çalıştığı politikalar partisinin ideolojisinden bağımsız değilken, Truss'un bireysel başarısızlığı olarak gösterildi, "ekonomiyi evde kocasına soruyor", "okuduğunu anlamıyor", "okuma yazma bilmiyor" vb. aşağılamalarla istifa etti Truss.

Truss örneğinde de gördüğümüz gibi burjuva partilerin kadın başkanlarının erkek egemenliğinin vazgeçilmez bekçisi olmaları onları cinsiyetçi hakaret, saldırılardan korumuyor. Burjuva kadın siyasetçilerin erkek egemen siyasette öne çıkmak için Tansu Çiller örneğinde gördüğümüz gibi erkekleşmeleri ya da daha zalim olmaları onları kurtarmaya yetmiyor.

Bütün bu tablo içerisinde, erkek egemen burjuva sistemin bir parçası olan burjuva kadınların çıkarlarıyla, ezilen, sömürülen işçi ve emekçi kadınların çıkarlarının aynı olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Erkek egemen siyaset içerisinde burjuva kadınların kendilerine oldukça zor olan açtıkları bir gerçek. Ancak bu kadınların Tansu Çiller, Meral Akşener, Liz Truss, Giorgia Meloni örneklerinde olduğu gibi geldikleri yerlerde hizmet ettikleri burjuva düzen ve erkek egemenliğidir.