Demir: Halk özgücüyle sorunlarına çözüm üretebileceğini gördü
HDK Eş Sözcüsü Demir, yönetememe krizi derinleşen iktidarın, halk nezdinde inandırıcılığını kaybettiğine işaret etti. 2014 yılında yapılan MGK toplantısında oluşturulan savaş konseptinin sürdüğünü kaydeden Demir, iktidarın ırkçı, şoven politikalarına halkın itibar etmediğine dikkat çekti. Orman yangınları ve sel döneminde iktidarın çözümsüzlüğünü gören halkın, kendi çözümünü oluşturmaya yöneldiğini kaydeden Demir, halkın örgütlülük ihtiyacına işaret etti.
Halkların Demokratik Kongresi (HDK) Eş Sözcüsü Esengül Demir, 2014 yılından bu yana uygulanan savaş konsepti ve son dönem iktidar eliyle geliştirilen ırkçı-şoven politikalara ve saldırılara değindi. ETHA'nın sorularını yanıtlayan Demir, iktidarın tüm saldırılarına rağmen demokrasi güçlerinin yan yana gelişini engelleyemediğine işaret etti.
Halkın özellikle son dönemdeki orman yangınları ve sellerde daha net bir şekilde devletin çözüm gücü olamadığını gördüğüne dikkat çeken Demir, "Halk kendi dinamiğiyle, toplumsal dinamiklerle çözüm aramaya çalıştı. Bu dönemde bizim ortaya koyduğumuz gelecek tahayyülümüzün yaşama geçtiğini, devletten beklemeden, halkın özgücüyle sorunlarına çözüm üretebileceğini gördük" diyerek, örgütlü yapılara çok daha fazla ihtiyaç olduğunu vurguladı.
İktidarın ırkçı kışkırtmalarının halkta karşılık bulmadığını kaydeden Demir şöyle konuştu: "O köpürtme politikalarının toplumda ciddi karşılık bulmadığını söyleyebilirim. Her ne kadar dar gruplar yangın bölgesinde yol keserek, insanları kimlik kontrolünden geçirmeye çalışsa da, yöre halkının bu insanların içinde olmadığı, belli grupların ve çevrelerin bilinçli olarak örgütlediğini biliyoruz."
'SAVAŞ KONSEPTİ DEMOKRASİ GÜÇLERİNİN YAN YANA GELİŞİNİ ENGELLEYEMEDİ'
Faşist saray rejiminin başta Kürtler, Aleviler, kadınlar olmak üzere toplumun tüm ezilen kesimlerine yönelik saldırılarının amacını ne?
Son dönem yoğunlaşan saldırılara bakarsak devletin barış sürecini sonlandırıp barış sürecinde ortak masaya oturduğu Kürt halkının temsilcilerine, siyasetçilerine dönük özel bir savaş konsepti başlattığını biliyoruz. 2014'de o dönemin MGK'sında alınan karar sonucu, barış sürecinin sonlandırılmasından sonra göreceli bir özgürlük atmosferi sona erdi. Ardından Kürt halkının temsilcilerine ve Kürt halkına, diğer bütün muhaliflere dönük başlayan bir saldırı politikası gelişti.
Erdoğan, bu süreçte; Kürt siyasetçilerinin pek çok kesime kendini anlatıyor, bu ülkeye dair gelecek tahayyüllerini aktarıyor olması ve bunların kabul görmesinden kaynaklı olarak istediği oranda Kürtlerin desteğini ve oyunu alamayacağını, onun siyasi partisi olan HDP'nin de ciddi bir güç kazandığını fark etti. Ve savaş konsepti başladı. Kasım seçimlerine gidişi hazırlayan süreçti. Ardından Kürt demokratik siyaset ağında mücadele yürüten Kürt siyasetçiler ve tabi onların bileşenleri tek tek tutuklandı, cezaevinde rehin alındı; Kürt kentlerinde bombalar patladı, kentler yerle bir edildi. Türkiye'deki muhaliflerin, sesini çıkaran, bu siyasete ve saldırılara itiraz eden gazetecisinden, akademisyenine kadar, hemen hemen bütün muhalefete dönük de saldırı konsepti devam etti. Bizi bugüne, buraya kadar getirdi.
'BU ÜLKEDE DEVRİMCİ MÜCADELE GELENEĞİ VAR'
Erdoğan'ın arzusu, tek adam rejiminin kurumsallaşması ve bütün kararların bir adamın iki dudağının arasından çıkmasıydı. Toplumu da bu şekilde dizayn etme ve yönetmesiydi. Her ne kadar korku iklimi yayılmaya çalışılırsa çalışılsın, demokrasi güçlerinin yan yana gelişini engelleyemedi. Ki Suruç ve Ankara katliamları bunun en belirgin örneğidir. Bu saldırıları yoğunlaştırsa da devrimci bir mücadele geleneği var bu ülkede. Bütün saldırı atmosferine rağmen Erdoğan, yüzde 40-45 civarındaki oyu konsolide edemedi, yanına çekemedi.
Belki Cumhurbaşkanı olarak tek adam rejiminin bazı süreçlerini başlatabildi, parlamento etkisizleştirildi, kararlar tek bir kişinin onayı ve iradesiyle alınmaya başlanmış oldu, ama toplumun itirazlarını, demokrasi güçlerinin yan yana gelişini engelleyemedi.
'ULUS ÖTESİ SAVAŞLAR KRİZİ DERİNLEŞTİRDİ'
Sürecin bu haliyle yönetilemeyeceği belliydi. Ekonomik, siyasal, sosyal krizler oluştu. Türkiye'nin Suriye ve Libya savaşına müdahalesi, kendi sınırları dışında da hegemonik, yayılmacı bir yaklaşımla yürüttüğü ulus ötesi savaşlar krizi daha da derinleştirdi. Temelde Kürt düşmanlığı ve Kürtlerin kazanımlarına dönük devlet aklı, özelde ise Erdoğan'ın neo Osmanlıcı bakış açısından kaynaklı Ortadoğu'nun tek lideri olma ve Ortadoğu halklarına hükmetme arzusu yatıyordu. Dolayısıyla krizleri derinleştiren ve o savaşın yansımalarını içeriye de taşıyan bir süreç oldu.
Ulusal ve uluslararası düzeyde işlediği suçlar, toplumun birikimlerini dar bir kadro ve çevreye akıtması, yüksek enflasyon, işsizlik, sınıflar arası büyük uçurum kaotik bir sürece yol açıyor. Yani kritik süreçle baş başayız.
'FAŞİZM ÖNÜNDEKİ TAŞLARI TEMİZLEMEYE ÇALIŞIYOR'
Bunu yönetemeyen iktidar, şiddetini, saldırılarını yoğunlaştırıyor. İtirazını yönelten örgütlü demokrasi güçlerine daha fazla saldırıyor. İçinde bulunduğumuz süreç aslında AKP iktidarının devletle beraber aldığı Kürt sorunu temelinde müzakere sürecini tüketmesi, toplumu yeniden dizayn etme politikalarının sonucudur. Faşist, gerici aynı zamanda da dinci diye tanımladığımız bu tek adam rejiminin inşası için önündeki bütün engelleri ve bütün taşları temizleme politikasının sonucudur. Ama bunu da yönetemedikleri için başka bir boyuttayız bugün.
HDP'ye, Kürtlere, Alevilere yönelik katliamlar, katliam tehditleri sürüyor. Saray rejimi orman yangınlarından bile ırkçılık üretiyor. Bununla nasıl mücadele edilir?
Ciddi bir krizin içinde iktidar ve bu krizi yönetemiyor, ülkeyi de yönetemiyor. Küresel ısınmanın, ekolojik tahribatın sonucu olarak Türkiye'de başlayan çok da tehlikeli boyutlara ulaşan orman yangınları -ki aynı dönemde Avrupa'nın pek çok yerinde benzer yangınlar oldu, Afrika'nın ortası neredeyse yandı, yok oldu- bu kapitalist burjuva sisteminin on yıllardır sürdürdüğü politikaların, kar hırsının sonucudur.
'HALK DEVLETİN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜNÜ GÖRDÜ'
AKP-MHP iktidarı yangınları söndürmek için en ufak müdahalede bulunmadı, bulunulacak mekanizmaları da yok etmişti. Her ne kadar devlet dediğimiz mekanizmanın bazı organları, yapıları tahribata uğramışsa, içi boşaltılmışsa da bazı kilit ve kritik işlevleri olan yapıların devam ediyor olduğunu var sayıyordu toplum. Hastalık sürecinde sağlık sisteminin, yangınlarda da buna müdahale edecek mekanizmaların yok olduğunu gördü. Bir tarafta yangın öbür tarafta sel. Ve halk yaşadığı felaketlerle baş başa kaldı. Buna rağmen kendi dinamiğiyle, toplumsal dinamiklerle buna müdahale etmeye, çözüm aramaya çalıştı. Burada da engelle karşılaştı. İşin vahim tarafı o. Çözüm üretmeyen, müdahale etmeyen sistem, müdahale etmek isteyen halka da izin vermedi.
'HALK ÖZGÜCÜYLE SORUNLARINA ÇÖZÜM ÜRETMEYE BAŞLADI'
Bu süreçte bizim ortaya koyduğumuz gelecek tahayyülümüzün yaşama geçtiğini, devletten beklemeden, halkın kendi özgücüyle kendi sorunlarına çözüm üretebileceğini gördük. Devlet dediğimiz mekanizma kağıttan kaplan, içi boş. O yüzden o mekanizmadan bir beklenti içine girmesin halklar. Osmanlı'nın 600 yıllık geleneğinde yer alan, iktidardan, padişahtan bekleme hali yerle bir oldu artık.
'ÖRGÜTLÜ YAPILARA DAHA FAZLA İHTİYAÇ VAR'
Erdoğan Muğla'ya gitti, havadan yangın yerlerini izledi, sonra gidip o yangında evi, ormanı, ağacı, hayvanı yanmış insanlara çay atarak adeta alay etti. Bu da bence ciddi bir kırılmaya yol açtı halk nezdinde. Kendini örgütsüz hisseden bir halkın bu dönem örgütlü yapılara çok daha fazla ihtiyacı olacaktır.
'İKTİDAR IRKÇILIĞI KÖRÜKLÜYOR'
Toplumun taleplerine cevap veremeyen, canını malını koruyamayan iktidar buradaki çaresizliğini, işlevsizliğini örtmek için bilinçli olarak ırkçılığı ve şovenizmi körükledi. Bu AKP-MHP iktidarının uzun süredir yürüttüğü bir politika. Kürt, Alevi, Ermeni düşmanlığı, yani halklara dönük bu düşmanlaştırıcı ve ayrıştırıcı dil AKP'nin beslendiği alan. Kendi kitlesini bu kutuplaştırma üzerinden konsolide ediyordu. Bu süreçte bu politikaları daha fazla körükledi.
'IRKÇI KARA PROPAGANDA HALKTA KARŞILIK BULMUYOR'
Konya'daki Kürt ailenin canice, planlı, tasarlanarak katledilmesi, Kürtlere dönük düşmanca yaklaşımı besleyen politikaların sonucudur. Yine benzer şekillerde Kürt işçilere yönelik saldırılar gerçekleşti. O köpürtme politikalarının toplumda ciddi karşılık bulmadığını söyleyebilirim. Her ne kadar dar gruplar yangın bölgesinde yol keserek, insanları kimlik kontrolünden geçirmeye çalışsa da, yöre halkının bu insanların içinde olmadığı, belli grupların ve çevrelerin bilinçli olarak örgütlediğini biliyoruz.
Yangınların olduğu dönemde, önceden yaptığımız planlamalar dolayısıyla HDK olarak Muğla'daydık, Aydın'daydık. Orada yaşayan köylüler, yöre halkı, yol kesenlerin kim olduğunu bilmediklerini söyledi. Ormanları Kürtlerin yaktığı kara propagandası yapılıyor, ama bu kara propaganda halkta büyük bir karşılık bulmuyor. Bu önemli bir şey. Bunda aynı zamanda demokrasi güçlerinin bu dili teşhir etmesi ve Türkiye'nin her tarafında birleşik bir şekilde sokağa çıkarak, ırkçı faşist saldırıları protesto etmeleri de etkili olmuştur.
'BU DÖNEM HDK'YE DAHA FAZLA İHTİYAÇ VAR'
HDK önümüzdeki dönem nasıl bir çalışma yürütecek?
HDK'nin misyonu, rolü önemli. HDK Türkiye'de yan yana gelemeyen birçok yapıyı buluşturdu. Hem düşünsel, hem fiziki anlamda birlikte bir yola çıktık. HDK, eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik bir ortak yaşamı inşa etme iddiasını taşıyor. Bahsettiğimiz devlet mekanizmasının yerle bir olduğu ve her şeyi devletten bekleyen vatandaş konumundan çıkıp aslında kendi yaşamımızı, yaşam alanlarımızı, geleceğimizi kuracağımız örgütsel mekanizmaları inşa etme sürecindeyiz.
HDK'nin hem politik perspektifi, hem de bileşen, çoğulcu yapısı itibariyle bundan daha iyi bir önerme olmadığını düşünüyorum. Bu dönem HDK'ye daha fazla ihtiyaç var.
Genel kurulda da epeyce tartışma yürütüldü. HDK'nin bütün bileşenleriyle süreci yeniden tartışma ihtiyacı olduğunu fark ettik. Neyi yapamadığımıza yönelik tartışmalarımız yeni dönemde oluşturacağımız politik hattımıza katkı sağlayacaktır. HDK'nin misyonuna uygun, örgütsel mekanizmaya kavuşmasını sağlamaya çalışacağız. Umarım hep birlikte bu alanda başarılı olacağız. Toplumun beklentileri ve ihtiyaçları bize bunu dayatıyor.