21 Eylül 2024 Cumartesi

Darbe ve girişim: Peru ve Brezilya

Latin Amerika'da yeni reformist sol dalganın bir parçası olarak görülen, hatta marksist leninist olduğu iddia edilen Pedro Castillo başkanlığa gelir gelmez ilk ziyaretini ABD'ye yaparak tavizler vereceğini ilan etmişti. Abimael Guzman öldüğünde Aydınlık Yol'dan neofaşist kesimlerle aynı dili kullanarak bahsetti. Yaşananların ardından Lula'ya destek sözleri sadece Kolombiya'dan Küba'ya, Meksika'dan Şili'ye reformist sol hükümetlerden değil, Biden'dan Macron'a, Scholz'dan Putin'e tüm emperyalist güçlerden destek geldi. Ayrıca Bolsonaro'nun aktif bir şekilde kullandığı basın da beklenen darbe gelmeyince Peru'dakinin aksine "Brezilya demokrasisi"ni korumak için Lula'nın arkasında duruyor gibi görünüyor.

Peru'da 7 Aralık'taki ilk yerli başkan Pedro Castillo'nun tutuklanmasıyla gerçekleşen darbenin ilk şokunun ardından başlayan kitlesel eylemlerde şu ana kadar çoğu, yerlilerin yaşadığı güneydeki And dağları bölgesinden 57 kişi öldü, en az 1658 kişi yaralandı.

27 Ocak eylemleri

Eylemler giderek bir halk isyanına dönüşürken darbecilerin istifası, kongrenin kapatılarak yeni seçimlere gidilmesi, yeni anayasa için kurucu meclis ve Castillo'nun serbest bırakılması talepleri öne çıkıyor.

Peru son 45 yılda, biri 1968'deki darbeyle iktidarı alan askeri yönetimin sona erdiği 1980'de, diğeri ise 2000'de diktatör Alberto Fujimori'nin ardından iki geçiş hükümeti dönemi yaşayan bir ülke.
Son 6 yılda 6 başkanın göreve geldiği ülkede 7 Aralık'ta Pedro Castillo'nun tutuklanmasıyla, Castillo'nun verdiği tavizlerden biri olarak başkan yardımcısı olan, Kongrede göreve getirilen şimdiki başkan Dina Boluarte de bir geçiş hükümetinin başında.

1980 ve 2000'lerdeki sözde demokrasiye geçişin temel sosyal programlar yerine neoliberalizme entegrasyona yönelmesi mevcut krizin de temelini oluşturuyor.

1992'deki darbeyle iktidarını pekiştiren Fujimori'nin (Fujimori'nin suçları, kaçırmalar, katliamlar, zorla kısırlaştırma, zimmete para geçirme vs.) neoliberalizme uyumlu 93 anayasasının değiştirilmesi 2000'ler boyunca sermayenin siyasi temsilcileri tarafından engellendi.

Halkın "güvenlik" vaadiyle Peru Komünist Partisi- Aydınlık Yol ve Tupac Amaru Devrimci Hareketi dahil silahlı gerilla mücadelelerine yönelik katliam politikalarına ikna edildiği Fujimori döneminde yoksulların, yerlilerin ve emekçi solun tepkileri "terruqueos", yani teröristler olarak damgalandı.

Fujimori sonrası bu damgalamayı sürdüren başkanların tamamı görevlerinin ardından yolsuzluk ve usulsüzlükler nedeniyle cezalar aldı.

Geleneksel kıyafetleriyle bugünkü eylemlere katılan yerli halklardan Aşaninkalar terörizmle suçlanıyor örneğin bugün.

Oysa 1980'lerde devlet, Eylül 2021'de tutsak iken hayatını kaybeden, Başkan Gonzalo olarak bilinen Abimael Guzman'ın liderliğini yaptığı Aydınlık Yol'un etkisini kırmak için Aşaninkaları "topraklarını savunmaları" amacıyla destekliyordu.

Latin Amerikalı bir aydın olan Fidias Roldan, Kongre'nin ve Dina Boluarte'nin madencilikle ilgili sözleşmelerin bu yıl sona ermesi nedeniyle 2023'te seçimlere gitmeyi kabul etmeyeceğini belirtiyor.


2019'dan maden karşıtı bir protesto

Büyük paraların döndüğü bu sözleşmeler yolsuzlukların gerçekleştiği başlıca yerler.

Peki Castillo'nun başına neler geldi?

6 Haziran 2021'deki seçimlerin ikinci turundaki oyların 19 Temmuz'da tekrar sayılmasıyla yalnızca 44 bin oy farkla seçilen Castillo'nun adayı olduğu, Latin Amerika sol partilerinin yıllık konferansı Sao Paulo Forumu üyesi birleşik sol cephe partisi Özgür Peru'nun 130 üyeli kongrede yalnızca 37 sandalyesi bulunuyor.

Daha Ekim 2021'de, imalat sanayicilerinin örgütü Ulusal Sanayi Derneği liderleri, Peru Multimodal Nakliyat Sendikaları Birliği lideri Geovani Villegas, başka partilerin siyasi liderleri ve diğer şirket yöneticilerinin, Castillo hükümetini istikrarsızlaştırmak için Kasım 2021'deki ulaşım grevlerinin finansmanı da dahil çeşitli eylemler planladığını ortaya koyan video kayıtları yayınladı.

Partinin madencilikte kamu denetimi, toprak reformu, daha yüksek sosyal harcamalar ve kurucu meclisle yeni anayasa vaatleri bulunan seçim programı kongredeki azınlığına takıldı.

Korona krizi, Ukrayna-Rusya savaşı ve enflasyonla birlikte Castillo'ya olan halk desteği de zamanla azaldı.

Castillo hükümetleri güven oyu alamadı ve 67 kez bakan değişikliğine gitti, 2 kez kendisi hakkında görevden alma oylamasına gidildi.

3. kez 7 Aralık'ta yapılacak bu oylama öncesi Castillo bu kez kongreyi feshetme yetkisini kullandı, ancak birkaç dakika içinde bakanları istifa etti, kongre ise "darbe suçlamasıyla" onu görevden aldı, ordu ve polis işbirliğiyle tutuklandı.

Castillo'nun yeni atadığı savunma bakanı Gustavo Bobbio'nun ABD'nin Peru büyükelçisiyle görüştükten sonra orduya Castillo'nun emirlerini dinlememe talimatı verdiği anlaşılıyor.

Alberto Fujimori'nin kızı, Fuerza Popular partisinin başkanı, son üç seçimdir başkanlık seçimlerinde yarışıp hepsinde kıl payı kaybeden ve yine yolsuzluktan hapis yatmış Keiko Fujimori ise Boluarte'yi destekleyerek istifa etmesine gerek olmadığını söylese de eylemlerin büyümesinin ardından 27 Ocak'ta bu yıl içinde bir erken seçim çağrısı yapan bir açıklama yayınladı.

Keiko, ülkedeki kaos karşısında yine "güvenlik" vaadiyle bu kez seçileceğini umuyor.

Eylemler yerli ve işçi örgütlerinin katılImıyla sürerken 4 Ocak'tan bu yana ülkede genel grev ilan edilmişti.

Tıpkı İran'daki gibi eylemlerde hayatını kaybedenlerin cenaze törenleri de büyük mitinglere dönüştü.

İşçi Sendikaları Konfederasyonu (CGTP) istifa, seçim ve yeni anayasa talepleriyle 19 Ocak'ta bir genel grev çağrısı daha yaptı.

Ardından ülkenin farklı bölgelerinden kitleler halinde başkent Lima'ya 2 Mayıs Meydanı'nda buluşmak üzere yürüyüşler başlatıldı.

Başkent Lima'nın polis şefi, "halkı korumak" için başkentin tüm ana meydanlarının tutulması için onbinlerce polisi görevlendirdiklerini açıkladı.

Ülkedeki 26 bölgeden 18'inde yaşamı kitleyen ulusal greve destek için köylü ve yerlilere üniversitenin kapılarını açan öğrencilere yönelik 21 Ocak'ta San Marcos Üniversitesi polis tarafından basıldı.

25 Ocak'ta Puno bölgesindeki Macusani kentinde 35 yaşında bir kadın ve Salomon Valenzuela isimli bir yurttaş keskin nişancı ateşiyle öldürüldü.

Macusani katliamının ardından Puno bölgesindeki olağanüstü hal 25 Ocak'ta 10 gün daha uzatıldı.

Lima sokaklarındaki gösterilerde yerli kadınlar "dökülen kan unutulmayacak" sloganları atarak yürüyüşler gerçekleştiriyor.

Ucayali bölgesindeki Aguaytia kentinde de halk Boluarte'nin istifası talebiyle eylemler gerçekleştiriyor.

Ocak ayındaki bir ankete göre Peruluların yüzde 71'i fiili başkan Dina Boluarte'yi onaylamıyor ve yüzde 60'ı darbe karşıtı eylemleri destekliyor. Bu sayı gençler arasında yüzde 72'ye yükseliyor. 14

Arjantin'de süren Karayip ve Latin Amerika Devletler Topluluğu (CELAC) zirvesinde Honduras Devlet Başkanı Xiomara Castro'nun darbeyi kınaması ve meşru başkan olarak gördükleri Castillo'nun serbest bırakılmasını talep etmesiyle ABD destekli darbe karşısında Latin Amerika ülkelerinin ortak bir tutum sergilediği görüldü.

Peru'da önemli bir yer tutan Ombudsmanlık Kurumu 26 Ocak'ta kongreyi en kısa zamanda seçimleri ilan etmeye çağırdı.

Darbenin üzerinden 2 ay kadar geçmişken Boluarte ise ölümlerin eylemcilerin birbirlerini vurmasından kaynaklandığını söylerken uyuşturucu kaçakçıları ve yasadışı madencilik yapanların eylemleri kışkırttıklarını belirtiyor.

Temel ürünler ve petrolün tedarikinde sorunların başladığı Peru'da Boluarte eylemlerin 1,3 milyar dolarlık zarara yol açtığını iddia ediyor.

8 milyon 836 bin oyla seçilen Castillo'ya darbe yapan sermayenin temsilcileri "demokrasiyi savundukları" propagandasını yapıyorlar.

Özellikle yerli halkın öfkesi dinene kadar eylemler sürmeye devam edecek gibi görünüyor. Ama vurgulayalım Latin Amerika'da yeni reformist sol dalganın bir parçası olarak görülen, hatta marksist leninist olduğu iddia edilen Pedro Castillo başkanlığa gelir gelmez ilk ziyaretini ABD'ye yaparak tavizler vereceğini ilan etmişti.

Abimael Guzman öldüğünde Aydınlık Yol'dan neofaşist kesimlerle aynı dili kullanarak bahsetti. Kabinesinde yolsuzluk yapmış sağcılara yer verdi, ormanların madencilik yağmasına yeni izinler verdi.

Castillo'nun halk hareketlerine dayanarak kendi reformist programını dahi uygulama çabasına girmeyip bunları ABD'nin kıtadaki hegemonyasıyla uzlaştırma yönelimi onun sonunu getiren zaafı oldu.

Gelelim benzer bir süreçten geçen Brezilya'ya.

Latin Amerika'da ikinci "pembe dalga" olarak adlandırılabilecek reformist sol hükümetler serisine 30 Ekim'de 213,6 milyon nüfuslu Brezilya'da Luiz Inácio Lula da Silva'nın ikinci turda seçilmesiyle Bolivya, Meksika, Arjantin, Peru, Honduras, Şili, Kolombiya'nın ardından bir halka daha eklendi.

Neoliberalizme tepki olarak yükselen ilk reformist sol hükümetlerin aksine bu kez, toplumsal güçlerin desteğinin daha kırılgan olduğu ve önceki faşist hükümetlerin bakiyesiyle sermayeye daha fazla taviz vermeye meyilli başkanlar, genelde burjuva solun da dahil olduğu geniş cephe ittifaklarıyla seçilebildiler.

ABD emperyalizmi askeri darbeler yerine ilk dalgaya karşı 2002'de Venezuela, 2009'da Honduras, 2012-15 arasında Paraguay, Ekvador, Brezilya ve 2019'da Bolivya'da desteklediği güçlerle sivil darbeler gerçekleştirmişti.

Ama darbelere zemin hazırlayan da, darbeler olmadan iktidardan düşmelerini sağlayan da burjuvazilerini ürkütmemek için toplumsal hareketleri güçsüzleştiren bu reformist uzlaşmacı anlayıştı.

Oysa devrimci hareketlerden uyuşturucu kartellerine, paramiliter çetelere ve bunlara karşı özsavunma hareketleri olarak örgütlenen topraksız köylülere ve yerli gruplara Latin Amerika siyasetinde şiddet çoğu zaman yasal zeminden daha belirleyici oldu.

90'larda neoliberal uyum programları ve ortak pazar hedefiyle Güney Amerika Ortak Pazarı (MERCOSUR) veya daha sonraki dönemde Latin Amerika İçin Bolivarcı İttifak (ALBA) ve Güney Amerika Uluslar Birliği (UNASUR) gibi girişimler çoğunlukla tüm Latin Amerika'yı kapsamasa da ABD hegemonyası karşıtı bir bölgesel bütünleşmeyi hedeflemişti.

Brezilya, Arjantin, Uruguay, Paraguay, Venezuela'dan oluşan MERCOSUR ortak pazarı 1 trilyon doları aşan pazarı ve 200 milyonluk nüfusuyla entegrasyon girişimleri içinde AB ve NAFTA'nın ardından üçüncü büyük girişimdir.

Lula da ilk döneminde keza Çin ile ticari ilişkileri geliştirmiş ve BRICS oluşumunda yer almıştı.
Bugün ise kıtadaki ekonomik durgunluk bu hükümetleri ABD ile ilişkilerinde daha çekingen davranmaya iterken Küba, Venezuela gibi daha uzun erimli olanlarla başta olmak üzere birbirleriyle işbirliğinden de uzaklaştırmaktadır.

Peki 8 Ocak'ta yaşananlar basitçe Trump destekçilerinin kongre baskınıyla benzer, başarılı olmayacağı bariz bir darbe girişimi miydi?

Zira Bolsonarocular iki aydır askeri kışlaların önünde kamp kurmuş orduyu darbeye çağırıyordu.
Hatta noelin hemen öncesinde bir Bolsonarocu başkent hava alanına yönelik bomba yüklü bir kamyon ve silahlarla birlikte yakalanarak tutuklanırken ifadesinde kaosun orduyu duruma el koymaya yöneltmesi amacını taşıdığını belirtti.

Lula daha 1 Ocak'ta yerli halkların yaşadığı ve koruma altındaki topraklarda madenciliğe izin veren, Brezilyalıların ateşli silah edinmesini kolaylaştıran, çevre suçları için ceza verilmesini zorlaştıran kimi Bolsonaro dönemi kararnamelerini iptal etti.

Ardından binlerce kişi daha büyük toprak sahipleri ve sermayedarların finansmanıyla otobüslerle başkente taşındı.

Yasama, yürütme ve yargı organlarının bulunduğu kompleksin yaklaşık 5 bin Bolsonaro destekçisi tarafından basıldığı 8 Ocak'taki 4 saatten uzun süren olaylarda 300 kişi tutuklanırken daha sonraki günlerde kampı finanse eden kimi isimler dahil 1500'ün üzerinde Bolsonarista daha gözaltına alındı.

Sel bölgesi olan Sao Paulo'daki Lula hemen bir kararname çıkararak federal güvenlik güçlerine müdahale emri verdi.

Bu noktada ordu "tarafsız" kalamadı ve kışla önündeki kamplar dahil Bolsonarocular dağıtıldı.

Lula, göreve başlamadan hemen önce 30 Aralık'ta atanan ordu komutanı Julio Cesar de Arruda'yı olaylara göz yumduğu gerekçesiyle görevden alırken Yüksek Mahkeme, Brasilia Eyalet Valisi ve bir Bolsonaro müttefiki olan Ibaneis Rocha'yı "90 gün süreyle" görevden aldı.

1964-85 yılları arasında askeri diktatörülükle yönetilen ülkede eski bir asker olan Bolsonaro'nun ordu içinde halen belirli bir nüfuzunun olduğu biliniyor.

Onun döneminde 6 binden fazla aktif asker, devlet bürokrasisinde kimi konumlara getirildi.
Hava ve Deniz Kuvvetleri'nde baskından önce gösterileri meşru gördüğünü ilan eden generaller oldu.

"Tanrı, vatan, aile değerlerini" öne çıkararak kimi liberal teorilere göre "popülizm" ile destek toplayan Bolsonaro kaybetse de seçimlerin ikinci turunda 58 milyon oy alarak bir önceki seçimlere göre oyunu artırmış oldu.

Yaşananların ardından Lula'ya destek sözleri sadece Kolombiya'dan Küba'ya, Meksika'dan Şili'ye reformist sol hükümetlerden değil, Biden'dan Macron'a, Scholz'dan Putin'e tüm emperyalist güçlerden destek geldi.

Ayrıca Bolsonaro'nun aktif bir şekilde kullandığı basın da beklenen darbe gelmeyince Peru'dakinin aksine "Brezilya demokrasisi"ni korumak için Lula'nın arkasında duruyor gibi görünüyor.

Lula, Arjantin'deki Karayip ve Latin Amerika Devletler Topluluğu (CELAC) konferansında 24 Ocak'ta yaptığı konuşmada Brezilya'nın topluluğa geri döneceğini ve kıtasal entegrasyonu hızlandıracağını ilan etti.

Diğer önemli duyurusu ise Arjantin ve Brezilya arasındaki ticarette dolar baskısından çıkmak için öngörülen yeni para birimi Sur üzerine yapılan görüşmelerdi.

Ortak para birimi devletin kontrolü dışındaki "bağımsız" merkez bankaları ya da teknokratik kurumların kontrolünde çıkarılırsa yaratacağı tek sonuç mali oligarşinin hızla kontrolü ele alması ve devletin ekonomi üzerindeki kontrolünün daha da azalması olacaktır.

Her biri özgün yanları olan Trump, Bolsonaro, Salvini, Erdoğan, Modi ya da Orban gibi isimlerin ötesinde bu neofaşist kitle tabanı, dünyada 2008 sonrası varoluşsal krizdeki kapitalizme yönelik kimi sermaye kesimlerinin ırkçılık, kadın ve LGBTİ+ düşmanlığı, siyasal dincilik üzerinden örgütlediği bu faşist lider figürleriyle birlikte geçici olmayan gerici bir siyasal gücü oluşturuyor.

Tıpkı Evo Morales ve Pedro Castillo gibi, başarısız da olsa tıpkı Maduro gibi Lula da eğer bu neofaşist kitle tabanını çözmekten ve bunları kışkırtan ordu, polis, yargı kurumlarındaki kesimleriyle yüzleşmekten kaçındığı ölçüde 8 Ocak'taki ilk örneğinde olduğu gibi benzer saldırıların hedefi olacak.

Brezilya'dan çıkarılacak derslerden biri belki de faşist Erdoğan'ın örgütlediği çete güçlerinin Bolsonaro'nun tabanına göre çok daha uzun süredir hazırlıklı olması ve süreci bir iç savaşa evriltebilecek lojistik ve nüfuz gücüne sahip olmaları.

Brezilya örneğinde olduğu gibi bürokrasinin ve ordunun Erdoğan'ın olası bir seçim yenilgisi sonrası faşist kitle tabanının seferber edilmesi karşısında "tarafsız" kalması da 20 yılda tüm kurumları faşist rejimin parçası haline gelen bir ülkede pek mümkün değil.

Kaldı ki sivil ya da askeri darbelere rağmen Latin Amerika'da halkın örgütlenme düzey ve niteliği Türkiye'ye göre yüksek olduğundan faşist güçler yine de dengeleri gözetmek durumundadır.

Korkut Boratav'a göre kıtada devrimci dönüşümler için faşizm tehlikesini savuşturacak bir "ara dönem" bu reformist hükümetlerle mümkünken, Ertuğrul Kürkçü'ye göre bu dalgadaki hükümetlerin yerli hakları gibi "demokratik haklar" konusundaki standartlarına Kürt sorunu konusunda yaklaşacak bir muhalefetten geriye düşülemez.

Her iki ismin de bu noktanın çok gerisinde olduğunu vurguladığı Altılı Masa burjuva egemen blokuna dair beklentileri bu açıdan sürüyor.

Nihayetinde tarihte hiçbir faşist rejim tek başına seçim yoluyla devrilmemiş olsa da bu süreçleri emekçi solun devrimci demokratik mücadelesini yükseltmenin bir kaldıracına dönüştürmek için politikleşen atmosferi kullanmak için her anı direnişlerle örmek gerekiyor.

Lula'nın seçim zaferi tam da böyle bir kitle seferberliğinin ardından geldi, ancak reformist programıyla yürüyeceği yolun çok uzun olmayacağı, yola devam etmek için sermeyenin üzerine yürümesi gerektiği şimdiden görünüyor.

Geçmişi ve temsil ettiği sınıfsal kesimler belli olan Lula'nın "devrimcileşmesi" umuduyla bekleyişe girmektense Brezilya işçi sınıfı ve ezilenlerinin bu süreçte güç vereceği devrimci örgütlerin birleşik bir devrimci önderlik yaratarak düzen içi tüm çizgilere bir alternatif yaratması Bolsonaroculuk gibi yılgın bir ehven-i şer siyasetine de son verecek tek seçenek olarak görünmektedir.

Lula'nın yaldızları hala parıldarken bu yönlü iddiaları olan partilerin varlığı henüz cılız kalmayı sürdürmektedir ve belki de Brezilya halkının emperyalizm karşıtı mücadelesinin önündeki en büyük engel de budur.