22 Kasım 2024 Cuma

Cinsel şiddete karşı direniyoruz

Cins çelişkisi keskinleştikçe, egemen erkekliğe karşı direnişinde hem tek tek kadınların hem de örgütlü kadınların özgürlük uğruna ödediği bedeller arttı. Erkek devletin saldırılarının kapsamı ve boyutu kadar kadın hareketinin ufku ve eylemi de gelişti. Kadınların bilinci berraklaştı, birlikte direnme eğilimi somutlandı, mücadele araç ve biçimleri muazzam zenginleşti. Özsavunma hakkında ısrar korundu.

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında gündemleşen sayısız erkek şiddeti raporunun yanı sıra, bir rapor daha açıklanmıştı. Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu ile Cinsel Şiddete Karşı Hukuki Yardım Derneği, kendilerine yapılan başvuruları değerlendirerek devletin kadınlara yönelik işlediği cinsel işkence suçları raporunu kamuoyuyla paylaştı. Rapora göre bu yıl, 1 Ocak 2020-24 Kasım 2020 tarihleri arasında yaşları 18 ila 67 arasında değişen 75 kadın cinsel işkenceye maruz kaldığını söyleyerek başvuru yaptı. Bu kadınların beyanlarına göre 5 kadın tecavüz, 70 kadın cinsel taciz saldırısına uğradı. Bir kadın da kayıtsız olarak gözaltındayken taciz ve tecavüz saldırısına maruz kaldı. Beyan sahibi kadınlardan 20'si hapishanede tutuklu bulunuyor.

Rapordaki suçu işleyen faillerin dağılımına bakacak olursak... 49'u polis; 15'i jandarma-asker; 3'ü özel tim; 19'u gardiyan; 1'i bekçi ve 1'i DAİŞ'li. 30'u da "diğer kamu görevlileri" tanımıyla rapora geçmiş.

Devletin cinsel işkencesine maruz kalan kadınlardan 20'si kendisinin ve sevdiklerinin başına gelebileceklerinden duyduğu korku nedeniyle hukuki süreç başlatamamışken, bir kadın da davasını geri çekmiş. Sürmekte olan yalnızca 29 dava ve soruşturma bulunuyor.

"Devlet ne yaptı bu ifşa ve suç duyuruları karşısında?" diye açıklamanın devamına baktığımızda ise ataerkil devlet gerçeğine uygun bir şekilde şikayetleri değerlendirmiş olduğunu görüyoruz! İki kadına karşı dava açmış ve hapishanede hukuki süreç başlatmış olan mahpus kadınlar hakkında da disiplin soruşturması açılmış.

Başvuruda bulunanların sayısının az olması, devletin kalkan olduğu ve cezasızlık politikasıyla failleri koruduğu gerçeğinin bir parçası. Devlet üniformasını zırh yapanlar, sokak eylemlerinde, ev baskınlarında, gözaltında, ring aracında, hastanelerde, hapishanelerde katbekat fazla cinsel saldırılarda bulunuyor. Cezasızlık politikası başvuru sayısını sınırlarken, bir diğer neden ise cinsel işkenceye maruz kalanların can güvenliği kaygısıyla birlikte, beyan-ifşa sonrası maruz kalacakları toplumun cinsiyetçi baskının etkili olması.

Devrimci, sosyalist ve yurtsever kadınlar, yıllarca gözaltında, hapishane girişlerinde ve tutukluluk süreçleri boyunca dizginsiz, azgın cinsel saldırılara maruz kaldı. 12 Eylül sürecinde, kadınlara ve erkeklere yapılan coplu tecavüz cinsel saldırısına ilişkin cuntacı asker Turgut Sunalp, "Copa ne gerek var, aslan gibi çocuklar var" diyerek; tecavüzün bir devlet geleneği olduğunu açıkça savunmuştu. 

Sınıf hareketi ve devrim mücadelesinin yeniden yükseldiği '90'lı yıllarda da Kürdistan'da sömürgeci faşizmin Kürt kadınlarına ve Türkiye'de devrimci sosyalist kadınlara cinsel şiddet saldırısı sistematik olarak sürdürüldü. O dönem, sosyalist, yurtsever kadınlar, devletin kadın düşmanı ataerkil cinsel şiddetine karşı siyasal eylem-kampanyalar yürüttüler. 1997 yılında Emekçi Kadınlar Birliği öncülüğünde başlatılan ve çeşitli kadın örgütleri, sendika ve demokratik kitle örgütlerinin de katılımıyla ortaklaşa yürütülen "Cinsel Şiddete Hayır" kampanyası örgütlendi ve sonrasında oluşturulan "Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Girişim" yoluyla birçok kadının gözaltında uğradığı cinsel taciz ve tecavüzü açıklaması sağlandı. Açılan davalara kitlesel katılım sağlandı. Kadın cinselliği üzerine inşa edilen "namus" kavramı ilk kez bu denli toplumsal sorgulamanın konusu haline getirildi.

Ardından 2000 yılında, "Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Hayır Kurultayı" toplandı. Gözaltında cinsel taciz ve tecavüz işkencesine maruz kalan kadınlar, kürsüden yüksek sesle devletin tecavüzcü yüzünü teşhir etti ve yargıladı. Kadınların ses ve cesaretlerini yükselttikleri bu özgün mücadele ve dayanışma deneyimi oldukça önemlidir. Çünkü uluslararası katılımcıların da yerini aldığı bu kurultay, coğrafyamızda ve dünyada devletin cinsel işkence suçlarına karşı kadınların ilk örgütlü mücadele pratiği olmuştur. Ayrıca bu eylemli sürecin kendisi devrimci sosyalistlerin, gözaltında uygulanan cinsel taciz ve tecavüzü diğer işkence suçlarından ayıran özgünlüğü bilince çıkardıkları; ataerkil devlete karşı tutum geliştirdikleri ilk örgütlü eylemdir.

Cins çelişkisi keskinleştikçe, egemen erkekliğe karşı direnişinde hem tek tek kadınların hem de örgütlü kadınların özgürlük uğruna ödediği bedeller arttı. Erkek devletin saldırılarının kapsamı ve boyutu kadar kadın hareketinin ufku ve eylemi de gelişti. Kadınların bilinci berraklaştı, birlikte direnme eğilimi somutlandı, mücadele araç ve biçimleri muazzam zenginleşti. Özsavunma hakkında ısrar korundu.

Patriarkal devletin tüm olanaklarını elinde tutan politik İslamcı faşist iktidar, kadın ve LGBTİ+'lara karşı açtığı savaşta cinsel şiddet ve işkenceyi yeniden sokağa taşıdı. Yakın zamanın örneklerinden biri Merve Demirel'dir.

Geçtiğimiz hafta ise HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, hapishanelerde ve gözaltında cinsel işkence suçunu; Uşak emniyetinde 30 üniversiteli genç kadının çıplak arandığı örneğini vererek gündemleştirdi. AKP Grup Başkanvekili Özlem Zengin ise "Türkiye'de çıplak arama yok, inanmıyorum" dedi. Diğer AKP Grup Başkan vekili Cahit Özkan ise "Çıplak arama iddiası varsa belgesini getirsinler" diyerek çıplak aramanın olmadığını iddia etti. Gergerlioğlu'nun çıplak arama işkencesini yaşayanların beyanlarını paylaşmasını istemesi üzerine farklı politik görüşten ve hareketten onlarca kadın ve insan yaşadıklarını anlatarak devletin cinsel işkencesini teşhir etti. Zaten AKP'lilerin reddettiği ve belge istediği cinsel işkence suçu, Mart 2020 tarihli resmi gazetede yönetmelik olarak yayımlanmıştı. Adalet Bakanlığı da meseleye dair yayımladığı açıklamada, on yıllardır uyguladığı cinsel işkence suçunu yönetmeliği üzerinden savunmuş oldu.

Kadınların, sosyal medya üzerinden tanınmış yazar, sanatçı, fotoğrafçı ve kendini solcu-sosyalist olarak tanımlayan erkeklerin işlediği taciz suçlarına karşı "uykularınız kaçsın" diyerek başlattığı ifşa hareketi toplumsal yaşamın her alanındaki erkek iktidarını sarstı. Kadın hareketinin özneleri ifşa-teşhir hareketinin ortaya çıkardığı olanakları erkek şiddeti ve tahakkümünün geriletilmesiyle kadın devriminin gelişimi için daha büyük mevzilere dönüştürmenin yol ve yöntem arayışı içinde.

Memleketin MeToo'su olarak toplumsal erkeklikten beslenen, tek tek erkeklerin işlediği cinsel suçlara karşı açığa çıkan birikmiş öfkeyi; söz konusu toplumsal erkekliğin sırtını dayadığı ataerkil devletin tüm kurum ve dayanaklarına karşı örgütlemeliyiz.

Sömürgeci faşizmin erkek karakteri, kadın ve LGBTİ+'lara en azından son beş yılda şunu çok net gösterdi; O'nu yenmediğimiz sürece şiddet sarmalına mahkum edileceğiz. Kadın özgürlük hareketinin gelişen her nüvesini, ataerkil devletin tüm maddi toplumsal dayanaklarıyla yıkılması için antifaşist, cins özgürlükçü bir devrim mücadelesinin politik gündemi haline getirmediğimiz sürece; kadına yönelik erkek-devlet şiddeti toplumsal çürümeyi daha da derinleştirecektir. Bu da ezilen cinsel kimlik ve yönelimlerin okulda, üretimde, evde, sokakta, sosyal yaşamda, siyasi dernek ve partilerde daha yoğun bir erkek şiddetine maruz kalması demektir. İşte bu yüzden deneyimlerimizin ışığında, toplumsal erkeklikle birlikte erkek devleti alt üst edeceğiz.

* Atılım Gazetesi'nin 25 Aralık tarihli 458. sayı Özgür Kadın köşesi.