Çelebi: Çare intihar, uyuşturucu değil örgütlü insan
Artan yoksulluk, üretilen umutsuzluğa ilişkin değerlendirmelerde bulunan Marksist Teori dergisi yazarı Arif Çelebi, yoksul emekçi halkın bu koşullarda intihara sürüklendiğini söyledi. Örgütlenme ve eylem hakkına yönelik darbelerin umutsuzluk ve çaresizliği büyüttüğüne işaret eden Çelebi, devrimcilerin de umutsuzluğa sevk edilmek istendiğini söyledi: "Pandemiden hemen önce 40 ülkede ayaklanma vardı. Pandemi sonrası ise dünya alev alev yanacaktır. Çünkü kapitalizm çaresizdir. Emekçiler ise muazzam biçimde öfke barutuna dönüşmüştür. Türkiye'de artan intiharlar bu öfkenin bireysel dile getirilişidir. Bütün mesele bu öfke potansiyelinin açığa çıkarılmasıdır."
Kapitalizmin yapısal krizinin pandemi koşullarında derinleşmesi emekçileri, yoksulları işsizliğe, açlığa, umutsuzluğa ve hayatına son vermeye sürüklüyor. İşsizlik oranlarındaki artış, zenginlerin daha zenginleştiği, yoksulların yoksulluğunun derinleştiği koşullarda, son verilere göre Nisan ayında 129 kişi intihara sürüklendi. Bunlar sadece basına yansıyan veriler. Bu sayının daha yüksek olması ihtimali de oldukça yüksek.
Peki, intiharların nedenleri neler, artan devlet baskısı, şiddeti karşısında ne yapılması gerekiyor? Dönemin en önemli sorunu ve sorun karşısında emekçi sol hareketin, devrimcilerin ne yapması gerektiğini Marksist Teori dergisi yazarı Arif Çelebi ile konuştuk.
BİLİNÇLİ BİR YOKSULLAŞTIRMA SALDIRISI
Türkiye'de intiharlar özellikle salgın sürecinde arttı. Basına yansıyan verilere bakıldığında Nisan ayında 129 kişi intihar etti. İnsanları intihar etmeye sevk eden nedenler nelerdir?
TÜİK tarafından 2020 enflasyon oranı 14,6 olarak açıklandı. Bu, kendi başına çok yüksek bir oran. Ne var ki gerçek enflasyon oranını yansıtmaktan çok uzak. Bağımsız gözlemcilere, sendikalara ve bilim insanlarına göre gerçek enflasyon oranı yüzde 36 ile yüzde 50 arasında. Resmi ve gerçek enflasyon oranı arasındaki bu büyük açı farkının nedeni TÜİK'in başta gıda gelmek üzere hesaplamada halkın temel tüketim maddelerini esas almamasından kaynaklanıyor. Elbette bu basit bir hesap hatası değil. Resmi enflasyon hesabı ücretlerin belirlenmesinde temel alınıyor. Ücret artışlarının resmi enflasyon oranının dahi altında kaldığı Türkiye'de gerçek enflasyonun resmi enflasyon oranının üç beş kat üstünde olduğu dikkate alınınca ücretlerin enflasyon karşısında nasıl eridiği ve emekçilerin nasıl olağanüstü bir düzeyde yoksullaştığı kolaylıkla görülür. Yapılan hesaplara göre son iki yılda ücret maliyetleri yüzde 30 azalmıştır. Elbette bunu bir yoksullaşma olarak değil de açık biçimde bilinçli ve planlı bir yoksullaştırma saldırısı olarak okumamız gerekir. Mali ekonomik kriz koşullarında krizin bütün yükünün halkın sırtına yıkılarak büyük sermayenin palazlandırılması faşist şeflik rejiminin başlıca ekonomik politikasıdır.
Yoksullaştırma saldırısı sadece ücretler ile enflasyon arasındaki farkın katlanılamaz boyutlara ulaşmasından kaynaklanmıyor. Pandemi ile birlikte ağırlaşan kriz koşullarında işsiz sayısı 11 milyona ulaştı. TÜİK'e göre halihazırda işsizlik oranı 13,4. Bu dünyadaki en yüksek işsizlik oranlarından biri ama bu da gerçek işsizlik oranını yansıtmaktan uzak. DİSK gerçek oranın yüzde 30 sınırına dayandığını belirtiyor. Sonuçta TÜİK de geniş tanımlı işsizlik oranının 29,1 olduğunu ve bu oranın kadınlarda yüzde 37,3 olduğunu kabul etmek zorunda kaldı. Bu demektir ki başka hiçbir geçim kaynağı olmadığı için çalışmak zorunda olan neredeyse her üç kişiden biri işsiz durumundadır ve bunların büyük bölümü iş bulma ümidini yitirmiştir. Pandemi sürecinde yaklaşık 4 milyon emekçi kısa çalışma ödeneğine mahkum edildi, asgari ücretle çalışan birinin eline ücretinin yüzde 60 olan aylık 1580 günlük yaklaşık 52 lira geçti. Bu açlık sınırının altında ya da dibinde bir gelir demek. Yine de kısa çalışma ödeneği alanlar kendini şanslı görebilir, zira pandemi sürecinde 2 milyon işçi ücretsiz izne çıkarıldı.
BİREYSEL KREDİ BORÇLANMASI ARTTI
Çalışmak zorunda olanların üçte birinin işsiz olduğu, henüz çalışmaya devam edebilenlerin de ücretlerinin enflasyon karşısında hızla eridiği koşullarda küçük esnafların da ayakta kalması mümkün değil. 2020 yılında yüz bin esnaf iflas ederek işsizler kervanına katıldı.
Emekçiler denize düşenin yılana sarılması misali bireysel kredi borçlanmasına sarıldı. Sadece bir yıl içinde kredi borcu olanların sayısı 2 milyondan fazla artarak 34 milyonu aştı. Yoksulluk ve işsizlik artarken borcu borçla kapatmanın bir sınırı var. Çıkışsızlık ve çaresizlik emekçilerin günlük hayatını tarumar etmekte, fiziksel ve ruhsal sağlığını bozmaktadır.
Bu koşullar altında devlet yardımları devede kulak kalmış, ne işsizlerin ne ücretlilerin ne de esnafların yaralarını birazcık olsun sarabilmiştir. Devede kulak yardımlar da esasen işsizlik fonundan karşılanmıştır.
MİLYARDERLERİN SAYISI ARTTI
Buna karşın Türkiye'de milyarderlerin sayısı çoğaldı. Pandemi döneminde, son bir yılda dolar milyarderlerinin serveti yaklaşık 15 milyar dolar artarak 53,2 milyar dolara çıktı. Böylece, Türkiye milyarderlerinin serveti Covid-19 salgınına rağmen son bir yılda yüzde 39 arttı.
Keza yüksek devlet bürokrasi bütçeyi adeta arpalık olarak kullanmakta, emekçiler ya işsiz ya da yarı aç ücretli iken bu bürokratlar çok sayıda yerden kendilerini yüksek maaşa bağlayarak büyük zenginler sınıfına demir atmaktadır.
Yoksullaşma böylesine yaygınlaşmakta ve derinleşmekte, zengin ve yoksul arasındaki fark böylesine büyümekte iken, halk yoksulluktan kırılırken devleti yönetenler tam bir vurdumduymazlık içinde bütün kaynakları zenginlere peşkeş çekmektedir. Emekçiler, yarı aç ücretliler, aç işsizler ve iflasla yüz yüze esnaflar geleceğe dair umutlarını yitirmiş ya da yitirmektedirler. Yoksulluk ve açlıkla birlikte emekçiler arasında ümitsizlik de yaygınlaşmakta ve derinleşmektedir. Ümitsizlik içindeki insanlarımız en kestirme ve kolay yol olarak gördükleri intihar girdabına sürüklenmektedirler.
KAYNAKLAR İŞGALCİ SÖMÜRGECİ SAVAŞA AYRILIYOR
Ekonomik ve mali krizde, faşist şeflik rejiminin salgını da bahane ederek durmaksızın tırmandırdığı baskı ve terörün rolü nedir?
Öncelikle şunu belirtmek isterim, faşist şeflik rejimi aynı zamanda sömürgeci bir rejimdir. Her nerede olursa olsun Kürtlerin kazanımlarını yok etmek için devlet kaynaklarını halkın acılarını biraz olsun hafifletmek yerine işgalci savaşlara harcamaktadır.
Türkiye emekçileri pandemi ile birlikte daha da ağırlaşan ekonomik krizin pençesinde kan ağlarken diğer yandan kaynakların işgalci sömürgeci savaşa ayrılması nedeniyle çok daha büyük bir yükün altına sokulmaktadır. 2016'da 15 milyar dolar olan saldırı ve işgal sanayi beş yılda beş kat artarak 75 milyar dolara ulaştı. Faşist şef Erdoğan'ın gıda fiyatlarının yüksekliğinden şikayet eden halka 'Bir mermi kaç paradır, siz biliyor musunuz', 'bir F-16 ne kadar benzin yakıyor' demesi, 128 milyar dolar nerede sorusuna yanıt veren Merkez Bankası Başkanı'nın da 'O SİHA'lar, İHA'lar parasız uçmuyor. O askerler oraya bedava gitmiyor' açıklaması, emekçilerin işsizlik ve geçim sorununun işgalci sömürgeci politikayla, Kürt düşmanlığı ile ne derece bağlantılı olduğunu yeterli açıklıkta ortaya koyuyor.
Resmi harcamalar bir yana, burjuva Türk devleti Kürtlere karşı savaşı ve Ortadoğu'da yayılmacı siyaseti finanse etmek için her türlü kirli yola başvurmaktan geri durmamaktadır. Torbacıların kemiklerini kırmaktan bahseden SS özentisi İçişleri Bakanı, kontra şefi M. Ağar'ın milyarlarca lira değerindeki 5 tonluk kokaini ile ilgili kılını kıpırdatmamıştır. Mesele yalnızca uyuşturucu ticareti değildir. Devlet mafyası kripto para piyasasına da el atmış bu yolla milyarlarca dolar bürokrasi-mafya-kontrgerilla üçgeninde gasp edilmiştir. Yine de bunlar küçük rakamlar sayılır. Brecht'in dediği gibi 'banka soymak yerine banka kur.' Evet, asıl vurgun burada. Faşist şeflik rejimi Merkez Bankası'nı tam da bu şekilde kullanıyor. Bankalar üzerinden kendi yandaşlarına ucuza sattığı dövizi yine onlardan pahalıya alarak muazzam bir soyguna imza attılar. Buradaki yandaşlık sadece kişisel servet kazananlar anlamına gelmez, bu tür soygunlardan elde edilen gelir aynı zamanda kirli, işgalci savaşı finanse etmek için kullanılmaktadır.
HALK DÜŞMANI REJİM FAŞİST BASKIYLA AYAKTA KALIYOR
Bu denli çürümüş, kokuşmuş, halk düşmanı bir rejim ancak halk üzerindeki faşist baskıyı artırarak ayakta kalabilir. Bir yandan insanlar açlık ve yoksulluk altında inim inim inletilirken diğer yandan buna karşı sesini yükseltenlerin gırtlağına sarılmaktır faşizm. Çaresizlik ve çıkışsızlık içinde öfke barutuna dönüşen emekçilerin örgütlü bir sosyal bomba olmasını engellemek için faşist devlet terörünü en üst düzeye ulaştırmaktır faşizm. Söz, örgütlenme ve eylem hakkını ezip geçmek için durmadan yeni saldırı yasaları çıkarmak, yeni saldırı kuvvetleri istihdam etmek, gözaltında kaçırma ve kaybetmeleri, işkence ve tutuklamaları yaygınlaştırmaktır faşizm. Elbette bütün bunları yukarıdan aşağı kurumsallaşmış bir devlet ağı içinde gerçekleştirmektir faşizm. Başta halkın öncülerine yönelerek, öncülerle halk arasındaki olası bağları koparmak böylece yalnızlaştırılmış insanları zenginlerin çıkarları doğrultusunda istedikleri gibi yönetmektir amaçları. Faşist devlet pandemi bahanesi ile örgütlenme ve eylem hakkına yeni darbeler indirmektedir. Bu, sosyal krizi daha da derinleştirmekte, halk arasında umutsuzluk ve çaresizliği büyütmektedir.
FAŞİST DEVLET TERÖRÜ İNSANLARI YALNIZLAŞTIRIYOR
İşsizliğin, yoksulluğun yayılması, gelecek kaygısı, toplum üzerinde faşist baskının artışı ve güçlü bir siyasi çıkış da olmayınca çürümeye mi yol açıyor? İntihara sürüklenen kitleler için ne önerilebilir, kitlelere ne önerilmeli?
Toplumsal çürümeyi iki açıdan ele almak gerekir. Halk düşmanı ekonomik politika, sömürgeci ve işgalci savaş siyaseti ve bunları gerçekleştirmek için uygulanan faşist yönetim burjuva devleti çürütmektedir. Yolsuzluk, kayırmacılık, devlet eliyle uyuşturucu kaçakçılığı, devletin mafyalaşması, her türden kara para ticareti, halk yoksulluktan kırılırken, emekçiler intihar ederken bir avuç zenginin zevkusefa içinde sürdüğü lüks hayat bu çürümenin öne çıkan birkaç görünümüdür. Buna karşın toplumun geri kalanı yani emekçiler çürümüyor, çürütülüyor. Emekçi semtlerde yoğunlaştırılan faşist devlet terörü ile paralel oluşturulan yerel mafyaların başta gelen hedefi ilerici devrimci ortamı yozlaştırmak, emekçilerle devrimciler arasındaki her türden ilerici bağı koparmaktır. Devlet aparatı mafya eliyle uyuşturucu kullanımı ve fuhuş yaygınlaştırılmaktadır. Bunlar bir yana en büyük çürütme emekçileri yalnızlaştırmaktır.
Burjuva saray rejimi mali ekonomik krizin yükünü emekçilere yıkarak onları yoksullaştırırken faşist devlet terörü ile de insanları yalnızlaştırmaktadır. Yoksullaştırılan ve yalnızlaştırılan insanların giderek artan sayısı intihara sürüklenmekte, büyük bir kısmı da ruhsal hastalıklardan mustarip olmaktadır.
ÇARE İNTİHAR, UYUŞTURUCU DEĞİL ÖRGÜTLÜ İNSAN
2021 yılının sadece ilk iki ayında işini kaybeden ve yoksullaştırılan 95 kişi intihar etti. Sadece Nisan ayında bu sayı 129 oldu. 2018'den 2019'a antidepresan artış oranı yüzde 1,8 iken 2019'dan 2020'ye artış oranı yüzde 9,6'ya yükseldi. İstanbul, uyuşturtucu kullanımında dünya ikincisi. Bunlar halk düşmanı ekonomi politikalarının ve faşist devlet terörünün dolaysız sonuçlarıdır.
Emekçilerin fiziksel, düşünsel ve ruhsal olarak çürütülmesine karşı biricik yol yalnızlaştırılma çemberini kırarak örgütlenmektir. Kapitalizme, faşizme ve sömürgeciliğe karşı hangi biçimde olursa olsun ekonomik ve demokratik haklar için bir araya gelerek intiharların önüne geçilebilir. Toplumu bu denli acılara mahkum eden, çürüten, çaresizliğe iten bir avuç zengin ve onların faşist devletidir. Milyonlarca emekçi birleştiğinde bu zengin ve yönetici sınıfı tükürüğü ile boğacak güce erişir. Çare, intihar, uyuşturucu ya da antidepresan değil örgütlü insandır.
DEVRİMCİ UMUDUN BİLİNÇ HALİDİR
Emekçi sol hareket derinleşmekte olan bu toplumsal duruma nasıl müdahale etmeli, nasıl bir mücadele hattı geliştirmelidir?
Herhalde en can alıcı soru veya sorun budur. Emekçi sol hareket ya da daha dar anlamıyla devrimciler de içinde yaşadıkları toplumsal gerçeklikten azade değil. Emekçiler yoksullaştırılarak yalnızlaştırılarak çaresizliğe itilirken devrimciler üzerindeki faşist terör ve devrimcilerin etkin oldukları alanların mafyatik yozlaşmaya tabi tutulması at başı gider. Amaç devrimcileri umutsuzluğa sevk ederek onlarla emekçiler arasındaki bağı yok etmektir. Burada asıl hedef devrimcileri umutsuzlaştırarak ideolojik ve siyasi tasfiyeye uğratmaktır. Etrafı giderek boşaltılan devrimciler arasında; kitleler bizden yüz çeviriyor, bu iş böyle olmayacak, bu halk için fedakarlığa, bir dava için kendini adamaya gerek yok bilinci ve duygusu egemen kılınmaya çalışılırken, halk arasında da bizim derdimizi dinleyen kimse yok bilinci yaygınlaştırılıyor.
Devrimciler her şeyden önce kendi çevrelerinde egemen kılınmak istenen ideolojik çürümeye, umutsuzluğa ve çaresizliğe karşı dimdik durmalıdır. Bir devrimci umudun bilinç halidir. Halka güvensizlik ve umutsuzluk küçük burjuva ideolojik bir hastalık ve çürüme halidir.
DÜNYA ALEV ALEV YANACAK
Pandemiden hemen önce 40 ülkede ayaklanma vardı. Kolombiya'da görüldüğü gibi bu süreç yeniden başlamakta. Pandemi sonrası ise dünya alev alev yanacaktır. Çünkü kapitalizm çaresizdir. Emekçiler ise muazzam biçimde öfke barutuna dönüşmüştür. Türkiye'de artan intiharlar bu öfkenin bireysel dile getirilişidir. Emekçiler burjuvazinin ve onun devletinin kalbinde ve beyninde patlayacağına kendini patlatmaktadır. Yine de bu büyük bir devrimci öfke potansiyelinin halkın bağrında biriktiğini gösteriyor. Bütün mesele bu öfke potansiyelinin açığa çıkarılmasıdır.
DEVRİMCİLERİN GÖREVİ AYAKLANMALARI TETİKLEMEK
Devrimcilerin görevi bir ayaklanmayı tetiklemek ya da çıkacak bir ayaklanmaya devrimci bir rota kazandırmaktır. O halde bütün mesele bir ayaklanma için güç biriktirmektir. Bu da gün gün saat saat halkın sorunlarını mücadele konusu etmekle, fabrikalardan okullara, emekçi semtlerden atölyelere halkla her zamankinden daha sıkı temas içinde olmakla, mücadele ve örgüt gücünü yükseltmek için canla başla çalışmakla mümkün olur.
Gezi-Haziran ayaklanmasından hemen önceki aylara bakın, umutsuzluk diz boyuydu. O umutsuzluk koşullarında 'Türkiye'de devrim olur mu' tartışmasıyla toplumsal koşulların bir ayaklanmaya gebe olduğunu belirtmiştik. Bugün çelişkiler çok daha keskin. Öfke çok daha yaygın. Bugün devrimcinin görevi devrim için devrimci hazırlık içinde olmaktır.