GÜNCEL
Büyük İstanbul mitingi: Özgürlüğün fragmanı
Arkalarına aldıkları soğuk, tek düze ve adaletten arındırılmış Bakırköy Adliye Sarayı'na inat, bütün saraylara düşman bir biçimde, tüm renkleriyle bir araya gelen devrimci, demokrat ve yurtsever kitleler, yani Demirtaş'ın deyimiyle ?Tek adama karşı çok insan? 17 Haziran'da o meydanda ?özgürlüğün fragmanını? yaşadı.
Newroz'lar, 1 Mayıs'lar, halk toplantıları, bölge mitingleri... Ezilenlerin birleşik demokratik cephesi olmasından kaynaklı olarak büyük buluşmalara aşina olan HDP kitlesi bunların hepsinden daha coşkulu, kalabalık ve enerjik şekilde bir araya geldi Büyük İstanbul Mitingi'nde. Mitingin başlama saatinden çok önce alanı dolduran yüz binler uzun süre hafızalardan çıkmayacak bir ana imza attılar.
Buluşmanın nasıl bir seyir izleyeceği alana giriş öncesindeki coşkudan belli oluyordu aslında. Bakırköy metrobüs durağından giriş noktalarına ilerleyen kitle selinin coşkusu kadar öfkesi de büyüktü. Her “HDP halktır, halk burada” sloganına hemen akabinde “Katil Erdoğan, katil AKP” eşlik ediyordu. Bu varoluş ülke siyasetinin temel ekseninin fotoğrafını da gösteriyordu. Nasıl ki faşizm özgürlüğün reddinden ayrı tanımlanamıyorsa, özgürlük de (en azından tarihin bu döneminde) faşizmin yıkılmasında somutlanmış durumda.
Kitledeki bu coşku ve heyecan şüphesiz her şeyden önce toplumsal muhalefetin seçim sürecinde elde ettiği hegemonik üstünlükle ilgili. Siyasi iktidarın idam tehdidi, Kandil operasyonu, sandıkları taşıması, katliam, saldırı vb. hiçbir provokasyon girişiminin kitlelerde ırkçı ve şoven bir rüzgar estirememesi, tam tersine, 7 Haziran – 1 Kasım sürecinden öğrenen toplumsal muhalefetin diğer kesimlerince de teşhir edilmesi ve HDP'nin barajı geçmesinin matematiksel öneminin bu kesimlerce de iyice anlaşılmaya başlanması HDP'nin meşruiyet algısını arttırdı, kendine güvenini tazeledi.
Mitinge sıradan bir gözle bakanın bile en hızlı şekilde kavrayacağı gerçek, mitinge katılan nüfusun genç olmasıydı. Devrimci, demokrat ve yurtsever gençliğin baskın olması enerjinin miting sonuna kadar yüksek seyretmesini sağladı. 2 gündür yağan yoğun yağmur sebebiyle teknik donanımın büyük kısmının işlemez hale gelmesi ve mitinglerin “bel kemiği” olan konserlerin iptal olması kitlenin moralini düşürmedi.
Dikkat çeken diğer bir şey de tarihsel bir alışkanlığımız olan “uzun konuşmaların”, konserlerin iptal edilmesiyle birlikte daha da uzamasının insanları yıldırmamasıydı. Bilakis, kitle sahne ile devamlı temas ve diyalog halinde oldu. Sunucuların ve konuşmacıların her sorusuna cevap verdi, her slogana katıldı, her “pası” alıp gole çevirdi. Denilebilir ki yer yer konuşmacıları motive eden kitlenin kendisi oldu. Bunda HDP'nin yeni yüzleri olan adayları tanıma ve dinleme isteğinin payı büyük oldu.
Konuşmacıların kitle ile en yüksek teması kurduğu anlar AKP teşhiri, Demirtaş vurguları yanında Deniz-Mahir-İbo selamlamaları oldu. Türkiye Devrimci Hareketi'nin önderlerinin nasıl bir maya, nasıl bir ortak zemin olduğunu, açtıkları yolun kitlelerin duygularında hala nasıl canlı bir yer taşıdığının göstergesiydi bu anlar...
16:00'da alanı hınca hınç doldurmaya başlayan kitlenin 21:00'e kadar tam 5 saat boyunca mitingde kalabilmesinin en önemli sebebi, kuşkusuz Cumhurbaşkanı adayı Selahattin Demirtaş'ın TRT'deki propaganda konuşmasının dev ekranlardan yayınlanacak olmasıydı. Vakit geldiğinde ekranda Demirtaş'ı gören kitlelerin coşku ve duygu selini tarif edebilmek gerçekten çok zor. Demirtaş Seyit Rıza'nın “Ben sizin hilelerinizle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ancak size boyun eğmedim, bu da size dert olsun” sözlerini ve Hasan Hüseyin'in “Ekilir ekin geliriz/Ezilir un geliriz/Bir gider bin geliriz/Bizi vurmak kurtuluş mu!” dizelerini dile getirmesiyle coşku katlanarak büyüdü. Sevinci, mutluluğu, özgürlüğü ve refahı bir kenara bırakın, “normalliği” bile yasaklanan emekçi halklar için liderlerinin siyasi iktidara teslim olmayacağını yüksek perdeden ve alenen dile getirmesinin, onların da bu coşkuya İstanbul'un göbeğinden yüz binlerle eşlik edebiliyor olmalarının değerini ölçmek mümkün değil.
Büyük bir buluşmaydı bu. Birbirinden ayrı düşmüş yoldaşların, kavga arkadaşlarının bir çok badire ve savaş atlattıktan sonra bir araya geldiklerinde birbirlerine sarılmaları kadar mağrur ve neşe doluydu. Evet, henüz zafer elde edilmedi. Ancak arkalarına aldıkları soğuk, tek düze ve adaletten arındırılmış Bakırköy Adliye Sarayı'na inat, bütün saraylara düşman bir biçimde, tüm renkleriyle bir araya gelen devrimci, demokrat ve yurtsever kitleler, yani Demirtaş'ın deyimiyle “Tek adama karşı çok insan” 17 Haziran'da o meydanda “özgürlüğün fragmanını” yaşadı.
24 Haziran'a giderken kavgamızın başkenti İstanbul'da yüksek bir moral depolayan, meşruiyet bilincini ve cesaretini yeniden kuşanan yüz binler hem kazanmaya hem de kazandıklarını bedeli ne olursa olsun korumaya hazır görünüyorlardı. Alanı daracık kapılardan terk etmeye zorlanan kitlelerin, kendi zamanını bekleyen, öfkeli bir sakinlik takınarak dağılması da bunun işareti sayılabilir.