Bu bir intihar mektubu değildir
Antalya’da bir evde önce iki çocuk ve bir kadın öldürülmüş, fail daha sonra kendini öldürmüştür. ‘İşsizlik’ nedeni ise, her cinayette gördüğümüz gibi bir gerekçe olarak yansımış ve cinayet ‘makul’ sınırlara çekilmiştir. Peki biz kadın ve çocuk cinayetlerine neden karşı çıkıyoruz, katil erkeğin gerekçelerine göre mi?
İnsanların ya da insan topluluklarının yaptığı eylemleri nasıl anlamlandırmalıyız, anlamaya çalışmalıyız? Kiminle ya da kimlerle empati kurmalıyız ve tüm toplumun da empati kurmasını istemeliyiz?
Antalya’da ikisi çocuk, biri kadın dört kişinin yaşamlarının sona ermesi ile sonuçlanan olayın üzerine yanıt vermemiz gereken sorular bunlar. Hayır, bu bir “insan neden intihar eder” yazısı değil. Toplumda maddi gerekçelerle artan intihar vakalarını da incelemeyeceğiz. Odaklanacağımız nokta, bir kişinin önce çocuklarını ve karısını zehirlemesi, ardından intihar etmesi…
Fatih’te dört kardeşin maddi nedenlerle yaşamlarına son vermesinin hemen ardından Antalya’da yaşanan bu olay kamuoyunda benzer bir biçimde tartışıldı. Ekonomik krizin faturasını aldığı her nefeste ödeyen, neredeyse her güne yeni zamlarla uyanan bir toplum için gerekçe ‘makul’ gelebilir. Yaşanan ekonomik sorunların bireysel olmadığı bu yüzden esas tartışılması gereken noktanın toplumu intihara sürükleyen koşulların ortadan kaldırılması olduğu da muhakkak. Ancak birbirinin aynısı, tekrarı ya da benzeri gibi görünen olayların mutlaka kendi özgünlüğü olur ve önemli olan bu özgünlüğü açığa çıkararak değerlendirmektir. Antalya’da bir ‘baba’nın iki çocuğunu ve karısını ölüme götüren hareketi de kendi özgünlüğüyle ele alınmalıdır. Antalya’da bir evde önce iki çocuk ve bir kadın öldürülmüş, fail daha sonra kendini öldürmüştür. ‘İşsizlik’ nedeni ise, her cinayette gördüğümüz gibi bir gerekçe olarak yansımış ve cinayet ‘makul’ sınırlara çekilmiştir.
Biz bu yaşanana “aile intiharı” dersek, kapitalizmin varoluşsal krizinin sonuçları olan işsizliğe, açlığa, sefalete karşı çıkacağız derken erkek şiddeti gerçeğinin önüne perde çekmiş oluruz. Evet, kapitalizmin sonucu olarak hayatlar sona erdi ancak diğer yandan bir erkek şiddeti yaşandı. Eğer bunu görmezden gelirsek, erkek egemen kapitalist sistemin sonuçlarını bütünlüklü değerlendirmekten uzak bir pozisyonda buluruz kendimizi.
Bakın, Çatlak Zemin’de yayınlanan, 2-8 Kasım tarihlerinde yaşanan kadın cinayetlerine dair haberlerin bazıları şöyle:
Diyarbakır’da Can Y. karısı Güllü Y.’yi benzinle yakarak öldürdü, kızını ise yaraladı.
İstanbul’da Esenler’de bir ilkokulda öğretmen Nadir D. 6 yaşındaki bir öğrenciyi döverek hastanelik etti.
İstanbul’da Ercan A. sevgilisi Seda Kurt’u öldürdü.
Diyarbakır’da Hasip A. karısı Muteber A.’yı öldürdü.
İstanbul’da Celal T. sevgilisini ağır yaraladı.
Haberler böyle uzayıp giderken kadınların ömürleri de böyle kısalıp gidiyor…
Kadınları katleden erkeklerin hep bir gerekçesi var. Üstelik kimi gerekçeler mahkemelerce kabul görüyor. Sonucu da ‘haksız tahrik indirimi’ veya ‘iyi hal’ durumuyla cezasızlıkla ödüllendirilmek oluyor.
2018 yılında katledilen Emine Akgül’ü hatırlayalım. Emine, boşanma aşamasında olduğu kocası Levent Akgül tarafından bir alışveriş merkezinde silahla vurularak öldürüldü. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası istenirken, katilin ‘evinden erkek sesi geliyordu’ sözleri ‘ağır tahrik’ indirimi kapsamına alınarak 17 yıl 6 hapis cezasına çarptırıldı. Örneğin katil, cinayetin ardından kendisini de öldürseydi daha mı az suç işlemiş olacaktı? Aynı şekilde erkeğin önce karısını sonra kendisini öldürdüğü çok sayıda kadın cinayeti yaşanmıyor mu?
Uzak bir zamanda da aramaya gerek yok üstelik. Geçtiğimiz Eylül ayında İzmir’in Çiğli ilçesinde, emekli polis Erdoğan Sarıyıldız, boşanmak isteyen karısı Özlem Sarıyıldız’ı tabancayla vurup öldürdükten sonra intihar etti.
Peki ya katil, kadını yaşadığı ekonomik bunalım nedeniyle öldürdüğünü söylese suçu makul mu olacaktı? Biz kadın cinayetlerine neden karşı çıkıyoruz, katil erkeğin gerekçelerine göre mi? Üstelik Antalya’daki örnekte bir kadınla birlikte iki çocuk hayatını kaybetti. Böyle bir kararda kendi iradesi olamayacak iki çocuğun hayatı ellerinden alındı. Erkek egemenliği ve dört duvar arasında inşa edilen erkek iktidarı, çocukları ve kadını kendi mülkiyeti olarak gören anlayış, onlara yaşam hakkı tanımadı. Çocukların ve kadının yaşamlarını sürdürüp sürdüremeyeceğine ‘erkek’, ‘baba’ olarak kendisi karar verdi.
Neoliberalizmin bireyleri yalıtılmış bir yalnızlığa itişinin ve bireylere bütün başarısızlıklarının ve mutsuzluğunun asıl sorumlusunun kendisi olduğuna inandırışının bir sonucu olduğunu biliriz. Ekonomik krizlerin intiharları artırdığını da… Kişilerin yaşamlarına son vermelerini yüceltmeyiz, kabullenmeyiz ama bu noktalardan hareketle anlamlandırabiliriz. Ancak hangi gerekçe ile olursa olsun kadın ve çocuk cinayetlerini masum gösteremeyiz, meşrulaştıramayız, yokmuş gibi davranamayız. Çünkü bu yalnızca bir intihar değildir. Erkek egemen kapitalist düzenin birey erkekte somutlaşmış cinayetidir.