Bolivya ikilemi: Devrim ve darbe
Polisi ve ordu ortadan kaldırılarak yerine silahlanmış halkın öz savunması konsaydı karşı devrimci ayaklanmaya karşı halk silahsız kalmazdı. Bolivya'nın bu genel zaaflarının dışında özgünlüğü zenginliğin biriktiği doğu eyaletlerinin özerklik adı altında sürdürdüğü ikili iktidar durumuna halkçı iktidarın devrimci bir saldırı gerçekleştirmemesidir. Bu eyaletlerde karşı devrim iktidarda kalmaya devam etti. Bir kez daha anlaşılıyor ki burjuvazinin siyasi iktidarının tüm kurumları ile yıkılması ve yerine devrimci bir iktidarın kurulması; tekelci burjuvazinin siyasi olduğu kadar iktisadi egemenliğine de son veren proletarya diktatörlüğü dışında bir yol yok.
ABD emperyalizmi ve yerli uşakları Venezuela'da ulaşamadıkları sonuca Bolivya'da şimdilik ulaşmış görünüyorlar. Polisin öncülük ettiği 17 günlük gerici kitle ayaklanmasının ardından ordunun dayatması ile devlet başkanı Morales istifa ettiğini açıkladı. Bu Bolivya'daki halkçı iktidara karşı askeri bir darbeydi.
Morales 20 Ekim'deki başkanlık seçimlerini yüzde 47,08 ile bir kez daha kazanmıştı. Anayasaya göre oyların yüzde 40'ından fazlasını alan ilk adayla ikinci aday arasındaki fark yüzde 10'un üzerindeyse ikinci tura gerek kalmadan seçimin galibi başkan olur. Muhalefetin adayı yüzde 36,51'de kaldığı için anayasaya gereği Morales başkan seçildi.
Ne var ki tekelci burjuvazi ve toprak sahiplerinden oluşan emperyalizmin işbirlikçisi sermaye oligarşisi yenilgiyi hazmedemedi. ABD emperyalizmi tıpkı Venezuela'da olduğu gibi muhalefeti destekledi ve kışkırttı.
Morales'in halkı “barış ve yaşamı her türlü siyasi çıkarın üstünde yüce varlık olarak korumak için barışçıl demokrasiye ve anayasaya” sahip çıkma çağrısı yeterince karşılık bulmadı. Daha da önemlisi Morales birkaç generalle yaptığı toplantıdan sonra “gösterilere askeri müdahale yapılmayacağını” belirtti. Bu açıklama burjuva faşist provokatörleri daha da cesaretlendirdi. Kuşkusuz orduyu göstericilerin üzerine yürütmek belki zaman kazanmaya ve gösterileri kısmen bastırmaya yarasa da uzun vadede sonuç alıcı olamazdı. Bunun en başta gelen nedeni ordunun niteliği idi. Eğer bir halk ordusu bir devrim ordusuna dayanmıyorsa bir halkçı iktidar, süngü darbesini her an sırtında bulabilir. Devrime yönelmeyen, devrimci önlemler almayan bir halkçı iktidar en küçük zayıflık anında darbeye maruz kalabilir. Bolivya'da da olan budur.
MORALES'İN HALKÇI İKTİDARI POLİTİK ÖNLEMLER
Morales'in liderliğini yaptığı “Sosyalizme Doğru Hareket” (MAS), uzun yıllara yayılan bir devrimci kitle hareketinin birikimi üzerine yükseldi. Bolivya tarihi devrimci ayaklanmalar kadar hatta ondan daha çok da askeri darbelerle de doludur. 1825'den bu yana yüzden fazla askeri darbeye maruz kaldı Bolivyalılar.
Bolivya'nın yüzde 95'i yerlilerden oluşmasına rağmen 2006'ya kadar yüzde 5'lik azınlığın egemenliğinde kaldı. Yerli dilleri ve halkları bu tarihe kadar yok sayıldı. Ülke önce İspanyol sömürgecilerinin daha sonra ABD işbirlikçisi bir avuç azınlığın egemenliği altındaydı. Bir yerli olan Morales'in başkan seçildikten sonra parlamento binasına Bolivya bayrağının yanı sıra yerlilerin bayrağının da asması elbette sembolik olmanın ötesinde bir anlam taşıyordu.
Seçimden sonra yüzde 63'lük oy oranıyla yeni anayasanın kabul edilmesi büyük bir zaferdi. Yeni anayasa ile sömürgeci dönemin kalıntıları önemli ölçüde silinerek oligarşinin hakimiyeti sınırlandı. Yeni anayasada o güne kadar yok sayılan 34 farklı yerli halk tanındı, Katolik kilisesinin egemenliği yıkılarak yerlilerin inançlarını serbestçe yaşayabilmelerini sağlayan inanç özgürlüğü getirildi. Su kaynaklarının özelleştirilmesi yasaklandı. Eğitim ve sağlık hizmetleri temel hak sayıldı. Kullanılmayan bütün topraklar, gaz, petrol ve maden sahaları devlete verildi. Kamulaştırılan toprakların bir kısmı halka dağıtıldı. Grev ve sendika hakkı, basın, örgütlenme ve eylem özgürlüğü anayasal güvenceye kavuşturuldu. Bolivya topraklarında yabancı ülkelere ait askeri üslerin varlığı yasaklandı. Yeni anayasa ile birlikte büyük toprak mülkiyetinin 5 bin hektarla sınırlandırılması da oylandı. Kabul edilen anayasa ilerici, demokratik, halkçı nitelikteydi. Ne var ki tekelci burjuvazinin ve toprak beylerinin iktisadi iktidarını yıkmayı içermiyordu.
EKONOMİK ÖNLEMLER
Bolivya, Latin Amerika'nın en yoksul ülkelerindendir. 1990'lardan itibaren bir mali-ekonomik sömürge haline geldi. 1993-97'de başkanlık yapan Sancez de Loza yönetimi hava yolu, telefon, demir yolları, elektrik ve petrol şirketlerini özelleştirdi; Meksika ile serbest ticaret anlaşması imzaladı. Mali-ekonomik sömürgeciliği kurumsallaştıran ekonomi programları emperyalist tekelci sermayeye bağımlılığı giderek derinleştirdi. Büyüme hızı düşük kaldı, borçları yükseldi. İthalat ve ihracat tamamıyla tekelci sermayenin denetimindeydi.
Bolivya'nın en büyük zenginliği sahip olduğu doğal gaz yataklarıdır. Petrobas (Brezilya), Repsol (İspanya), Total (Fransa), British Gas (İngiltere), Shell (Hollanda) gibi dünya tekelleri doğal gaz ve petrol işletmeciliğinde hâkim konumdaydılar. Morales, iktidara gelmesinin hemen ardından hidrokarbonları (petrol ve doğal gaz) ulusallaştırdı. Hidrokarbon gelirlerinin yüzde 82'sinin devlet için ayrılması başlıca amaç olarak açıklandı.
Morales yönetiminde uygulanan halkçı ekonomik programlarla Bolivya 2016'ya geldiğimizde Güney Amerika'nın en yüksek ekonomik büyüme oranına ve en düşük işsizlik oranına sahipti. 2007-2017 arasında aşırı yoksulluk yüzde 38,2'den yüzde 16,8'e düşmüş ve kişi başına düşen GSYİH, 2005-2013 döneminde 1.182 dolardan 2.757 dolara yükselmişti.
Ulusallaştırmalardan elde edilen gelirle halk yararına çeşitli sosyal önlemler finanse edildi. 60 yaş üstünde olanlar, hamileler, bebek ölümüne karşı mücadele için tıbbi harcamaların tümüyle karşılanması, çocukları okuyan ebeveynlere yardım ödenmesi ve 2018'den itibaren herkesin ücretsiz sağlık hakkından yararlandığı sağlık sistemi bu önlemlerden bazılarıdır. Bunun ezilenden, yoksuldan, halktan yana bir düzen olduğu açıktır.
HALKÇI İKTİDARIN AÇMAZLARI
Yunanistan'daki Çipras, Ekvator'daki Carrera, Venezuela'daki Chavez ya da Bolivya'daki Morales iktidarlarının ortak özellikleri halk kitlelerinin devrimci ayaklanmaları ile iktidara gelmiş olmalarıdır. Ne var ki bu halkçı demokratik iktidarlar kitlelerin taleplerine uygun devrimci önlemler almaktan uzak durdular. Sistemi değiştiren önlemler almak yerine sistemi halkçı yönde düzeltmeye çalıştılar. Bunlar emperyalist küreselleşme evresinde ortaya çıkmış halkçı iktidarlardı. Bu evrede her ülkenin kendine özgü özellikleri olsa da emek-sermaye ve devlet-halk çelişkisi bütün dünyada belirleyici hale gelmişti. İsyanlar, devrimci kitle ayaklanmaları bu çelişkilerin bir ürünüydü. Bu çelişkiler kapitalizm sınırları içinde çözülemezdi. Orta burjuvazinin programı bir yana küçük burjuva sosyalizmi de çare olamazdı. Oysa iktidara gelen halkçı parti ve liderler tarihsel olarak miadını doldurmuş, ulusallaştırma önlemleri ile ancak bir müddet ayakta durabilirdi. Yapılması gereken hızla sosyalist önlemlere başvurmaktı.
Morales yönetimi hidrokarbonları ulusallaştırdı, toprak mülkiyetine sınırlama getirdi ama bunlar sermaye oligarşisinin mülksüzleştirilmesini sağlamadı. Oysa atılması gereken en temel adım tam da sermaye oligarşisinin mülksüzleştirilmesi ya da bir başka deyişle tekelci sermaye mülkiyetinin toplumsal mülkiyet altına alınmasıydı. Bankalar, büyük sınai ve ticari tekeller, kısaca temel üretim aletleri ve maliye kamusal mülkiyet altına alınmadan sorunlara çözüm bulmak mümkün değildi. Bütçe gelirlerini artırmak ve bütçeyi emekçilerin çıkarına kullanmak elbette önemlidir ama bunu işler iyi gittiği sürece sürdürebilirsiniz. Kapitalist dünya ekonomisi ile entegre olduğunuz müddetçe dünyadaki bütün kriz unsurlarından etkilenmeniz kaçınılmazdır. Hele hele dünya ekonomisi birkaç yüz dünya tekelinin kontrolü altında ise sizin ekonomik önlemlerinizin bir sınırı olacağı açıktır. Kuşkusuz günümüzde tek ülkede sosyalist önlemlerin de bir sınırı var, uluslararası ekonomik ilişkilerin bu denli birbirinin içine geçtiği, bütün ekonomilerin bütünleşik bir dünya pazarına tabi olduğu koşullarda bağımsız olarak ayakta kalmanın imkânı da azalmıştır. Bu nedenle bölgesel devrimler yoluyla kapitalist pazarın dışına çıkarak hedefi dünya devrimi olan bir sosyalist alan yaratmak bugün çok daha önemli hale gelmiştir.
Sermaye oligarşisinin ekonomik gücünü kırmak yerine sınırlandırmakla yetinirseniz bu gerçekte kendi iktidarınızı sınırlandırmak anlamına gelir. Diğer yandan iktidar olduğunuzda sistemi iktisadi olarak olduğu kadar siyasi olarak da alt üst etmezseniz burada kendi sonunuzu hazırlamış olursunuz. Halk kitlelerinin ayaklanması ve ardından yapılan seçimlerle iktidara gelenler önceki iktidar aygıtlarına yıkmak yerine onları “düzenleme”ye yöneldiler. Polis, odu, yargı sistemi nihayet burjuva mülkiyet düzenini korumaya göre şekillendirilmiştir. Yapılması gereken onlara bir “halkçı ayar” vermek değil yıkmaktır. Bolivya'da Morales iktidarı bu alanda devrimci adımlar atmak yerine uzlaşmayı seçti. Halk kitlelerinin desteği zayıfladığında burjuvazinin bu kurumları karşı devrimci saflara geçmekte tereddüt etmediler. Polisi ve ordu ortadan kaldırılarak yerine silahlanmış halkın öz savunması konsaydı karşı devrimci ayaklanmaya karşı halk silahsız kalmazdı.
Bolivya'nın bu genel zaaflarının dışında özgünlüğü zenginliğin biriktiği doğu eyaletlerinin özerklik adı altında sürdürdüğü ikili iktidar durumuna halkçı iktidarın devrimci bir saldırı gerçekleştirmemesidir. Bu eyaletlerde karşı devrim iktidarda kalmaya devam etti. Sermaye oligarşisi bu eyaletlerde iktidarını hep korudu.
Bir kez daha anlaşılıyor ki burjuvazinin siyasi iktidarının tüm kurumları ile yıkılması ve yerine devrimci bir iktidarın kurulması; tekelci burjuvazinin siyasi olduğu kadar iktisadi egemenliğine de son veren proletarya diktatörlüğü dışında bir yol yok. İşçi sınıfı ve ezilenler bunu bir kez daha acı deneyimlerle test ediyorlar.