19 Eylül 2024 Perşembe

Birlikte güçlüyüz, birlikte yeneceğiz

Belki dünden de daha fazla kadın dayanışması ve birlikte mücadele etme, hem mücadele içinde olan kadınlara hem de adım atmak isteyenlere güç ve enerji katacaktır. Dayanışma, mücadele ile birlikte güçlüyüz ve erkek egemenliğini birlikte yeneceğiz.
Önce tutsak siyasi kadınlar adına Figen Yüksekdağ ve Sebahat Tuncel'in mesajında, ardından HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan'ın konuşmasında dile geldi "Kadın ittifakı" kavramı.
 
İstanbul'da 4 Mart'ta düzenlenen mitingin dikkat çeken vurgusu bu kavram oldu. Yüksekdağ ve Tuncel, "8 Mart alanlarında kadınların birliği ve özgürlük, adalet, eşitlik ittifakı asıl gücümüz ve geleceğimizdir. İşçisi, ev ve kamu emekçisi, öğrencisi, köylüsü, esnafı, Kürt'ü, Türk'ü, Alevi'si, Sünni'si ve tüm farklılıklarıyla kadınların ortak itirazı yarını belirleyebilir" mesajı verdi.
 
Buldan ise bu kavramı "Bizim de ittifakımız var ancak bizim ittifakımız seçim ittifakı değil. Seçimden sonra da devam edecek olan bir ittifak gerçekleştiriyoruz. Bu ittifakın adı kadın ittifakı. Bu ittifakın adı Türkiyeli kadınlarla yapılan ittifaktır. Türkiye'nin değişmesini isteyen her kadına bu ittifak çağrısını yapıyoruz" şeklinde tarif etti.
 
Sadece konuşmalarda veya kısacık metinlerde dile getirilen bir söylemin ötesinde ele almaya ihtiyaç olan bir kavram "kadın ittifakı".
 
"Cumhur ittifakı"nda kristalize olan erkek egemenliğine karşı -genel toplumsal muhalefetin ittifak, birlik adı ne olursa olsun bir şekilde tartışmalardan bağımsız olarak- yeni bir kavramla, yeni bir yaklaşım ortaya koymak, niyetlerin ötesinde zorunluluk olarak dayatıyor.
 
80'li yıllardan bu yana feminist, sosyalist ve Kürt kadınlarının erkek egemen kapitalist ve sömürü sistemine, sömürgeciliğe karşı yürütegeldiği mücadele, önce kadın dayanışması farkındalığını yarattı, ardından birleşikliği örerek yol aldı, önemli kazanımlar elde etti. Deneyimlerini biriktirerek on yılları bulan süre içinde yer yer yan yana, yer yer kendi kulvarında parçalı şekilde mücadelesini sürdürdü. Binlerce kadının katıldığı 8 Mart kutlamaları, erkek devlet şiddetinin protesto edildiği 25 Kasım'ları, kadın emeği sömürüsüne karşı işçi ve emekçi kadınların mücadelesine ortak olmaları, taciz ve tecavüze karşı mücadele kurultayları, kirli savaş ve sonrasındaki inkar ve imha siyasetine karşı kadın barış hareketinin yaratılması, Berçalan'dan Gezi'ye, Gezi'den Cerattepe direnişine, kadın cinayetleri davaları, özsavunma uygulayan kadınların özgürlüğü mücadelesi, kadınların siyasetin merkezine yürüyüşünde sembolleşen yüzlerce kadın ve daha nicesi...
 
Bunca mücadele, birleşik kadın hareketinin eseri. Onlarca kurulan birliğin, ittifakın, platformun veya tek tek kadın örgütlerinin başarısı.
 
AKP/Saray faşizminin baskı ve zor aygıtlarını tümüyle devreye soktuğu son iki yıllık dönemde ise kadın hareketi sokakları zorladı, erkek egemenliğinin cinsiyetçi kadın politikalarına karşı yine kadınların birleşik mücadelesi tarihine not düşülecek mücadele yürüttü. OHAL koşullarında sokakları zorladı, kurumları gasp edilse de ev ev, sokak sokak sürdürmeye devam etti. Bu süre içinde en önemli başarısı tecavüz yasasını geri çektirmek oldu. Ancak tüm bu direnişe rağmen, kadın hareketi saldırı ve baskıların da etkisiyle güç kaybına uğramaya da başladı. (Bu durumun sadece kadın hareketine özgün olmadığını, diğer toplumsal muhalif kesimlerin bu duruma daha erken girdiği bile söylenebilir.)
 
Gelinen aşamada ise kadın özgürlük hareketi sokakları zorlasa ve iradesini sergilese de duraklama devrine girdiği görülüyor. Bunun dışsal nedenleri herkesin malumu. Tekrarlamaya gerek yok.
 
Bu tıkanıklıkları aşma sorumluluğunu tek başına kadın hareketine yüklemeden, öznel nedenler üzerine kimi başlıklara değinebilir.
 
Öznel nedenlere gelindiğinde ise hem erkek egemenliğinin faşist baskını dağıtacak yaklaşım ve yeni araç biçimlerini ele almak temel bir noktada duruyor. Bu anlamıyla, kadın özgürlük hareketinin parçaları bu yeni yol ve model üzerine tartışmalarına devam ediyor. Kimisini açık platformlarda kimisini de pratik faaliyet içerisindeki konumlanışında görüyoruz. Yeni tipte dernek, inisiyatif, dayanışma forumları olduğu gibi, teorik-politik yeni tartışmalarla da bu yol arayışına yanıt olunmaya çalışılıyor.
 
Bir yandan yeni yol arayışlarının çabası görülürken, bir diğer yandan da parçaların birbirinden daha ayrık durduğu, durma ihtiyacı hissettiği veya var olan 'ideolojik' sınırları biraz daha kalınlaştırılmaya çalışıldığı da sorunlu bir gerçeklik.
 
Birkaç örnekle devam edelim:
 
Bunlardan biri, feministlerin İstanbul gece yürüyüşü için belirlediği slogan ve yürüyüş için geçmiş dönemlerde de kimi örneklerinin yaşandığı dayatıcı tutumları. Bu yıl 16.sı gerçekleşen yürüyüşün mimarı elbetteki feminist hareket. Reddi miras yapmalarını kimse beklemezken, "Hayatımız, isyanımız, mücadelemiz: Feminizm" belirlemesinin, kendilerinin de çok sıkça dile getirdiği ve motto olarak da kullandıkları kadın dayanışmasına pek de uygun düşmüyor. Yine bu yıl da, yürüyüşe katılmak isteyen sosyalist kadınları veya farklı örgütler içinde yer alan kadınların ortaklaşma isteği ve girişiminin de "sizler feminizmi eleştiriyorsunuz" yaklaşımlarıyla dıştalayıcı bir tutum sergilenmesinin, 'ideolojik' sınırların kalınlaştırılması olarak yorumlanabilir. Benzer tutumların geçen yıl da sergilendiğini de bir not olarak ekleyelim.
 
8 Mart'in tarihsel çıkış noktası ve dünya kadınlarına mal olmasının mimarının sosyalist kadınların öncülüğünde işçi ve emekçi kadınların, ezilen tüm kadınlara mal etmeleri veya 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nün devrimci Mirabel kardeşlerin, Dominik diktatörlüğüne karşı yürüttüğü mücadelede katledilmesine atıfla yapıldığını da hatırlatmakta fayda var.
 
Kadın özgürlük mücadelesinin sembolü olmuş bu tarihsel günler için, tam da ezilen kadınların, erkek egemen kapitalist düzene karşı isyanını ortaklaştırmanın tek 'biricik' adresinin 'feminizm' ideolojisi olmadığını kendilerinin de malumudur.
 
AKP/Saray'ın kadın düşmanlığı için referans aldığı politik İslamcı faşist ideolojiye karşı dile getirilen 'laiklik' talebi de, hareketin parçaları arasına çizilen başka bir kalın çizgi. Tartışmalarında 'laiklik olmadan asla' yaklaşımı da, ezilen kadınların yan yana gelme konusunda tereddüde düşüren bir başka sınır.
 
Veya "İnsanlığa dönüş çağrısı" şiarıyla Çanakkale'den Ankara'ya yapılan "3 insan, 3 kadın, 3 anne" yürüyüşüne katılmak için Çanakkale'den başvuran Cemile Karakaş'ın "HDP üyesi" olması gerekçesiyle diğer katılımcılar tarafından kabul edilmemesi gerçeği...
 
Örnekler elbetteki çoğaltılabilir.
 
Farklılıkları bir araya gelişlerin engeli değil, kadın özgürlük hareketinin zenginliği ve renkliliği olarak görme geleneğini yeni kuşaklara taşımakta emek harcayanların, bu sert süreçlerde, yan yana olmamanın gerekçesi haline getirilmesi kimseye kazandırmayacaktır.
 
Seçim eksenli Erdoğan'ın bekası için gündeme getirilen 'cumhur ittifakı', toplumsal muhalefeti ayrıştıra ayrıştıra ilerlerken, bu yöntemin antitezinden birleşe birleşe ilerleme çıkarsaması yapmak, bunca deneyime sahip hareketler bakımından zor olmamalı. Erdoğan faşizmi, tüm baskı araçlarına rağmen, toplumsal muhalefeti sindiremedi, kadınlar ise boyun eğmedi. Bunu sağlayan da, kadınların birleşik hareketinin gücü oldu.
 
Elbette arada durup, ne eyliyoruz, nasıl eyliyoruz diye sormak da yolu aydınlatır. Ancak ne kadar doğruyu bilirsek bilelim, söylersek söyleyelim, karşımızdakini sarıp sarmalamıyorsa da düşünmekte fayda var. Bu doğrular, milyonlarca ezilen kadının erkek egemen kapitalist dünyanın zincirini kırması için güç ve ışık vermiyorsa, hoş bir sedadan öteye gitmeyecektir.
 
Belki dünden de daha fazla kadın dayanışması ve birlikte mücadele etme, hem mücadele içinde olan kadınlara hem de adım atmak isteyenlere güç ve enerji katacaktır.
 
Dayanışma, mücadele ile birlikte güçlüyüz ve erkek egemenliğini birlikte yeneceğiz.