22 Kasım 2024 Cuma

Bir yanılsama ve devrimci politika 

Bir burjuva parti olan CHP'nin nesnel olarak egemen ideolojiyi güçlendiren adımlar atmasında şaşılacak bir yan yok. CHP devletin geleneksel reflekslerine sahip bir parti olarak son tahlilde halkın çıkarlarına değil, devletin varlığına ve burjuvazinin çıkarlarına adamıştır kendisini. Milyonlarca emekçinin açlık ve işsizlik gibi gerçek sorunlarına çözüm bulma derdi yoktur. Şovenist bir parti olarak devlet eliyle yapılan Kürt soykırımına da karşı değildir. Ya da milyonlarca Alevi yurttaşın asimilasyona karşı inanç özgürlüğü talebini de anlamlı bir mücadele konusu yapma niyetinden yoksundur.

Birkaç gün arayla burjuva egemen bloklar arasında ardı sıra din ve inanç eksenli politik hamleler yapıldı. Bir tarafta CHP Türk-İslamcı, mütedeyyin kitleye yönelik "başörtüsüne yasal güvence" adımı atarken, bunu "yasal değil, anayasal güvence" hamlesiyle karşılayan AKP-MHP bloku ise Alevilere yönelik "Kültür ve Cemevi Başkanlığı" projesini açıkladı. Her iki egemen burjuva gücün geniş halk kitlelerini kazanmaya, saflaştırmaya dönük yaptığı hamleler bunlar. Ancak bu politik çıkışların inanç ve vicdan özgürlüğüyle bir alakası olmadığını, bu zemini kendi politik çıkarları için kullandığını söylemeye bile gerek yok. Geride kalan yıllardaki pratiklerine bakmak bunu anlamak için yeterli. 

Bu bahiste iktidar bloku olarak AKP-MHP faşist blokunun başta Aleviler olmak üzere farklı toplumsal kesimlere sahte vaatlerle gitmesinin üzerinde durmaya da gerek yok. Bu açıklamalar ve atılması muhtemel adımlar özsel olarak daha önceki Alevi açılımlarından bir farklılık içermiyor. "Alevi İslam inancı" gerici kodlamasıyla Alevileri "Devletin Alevisi" yapma stratejisine bağlı politikalar bunlar. 

Fakat AKP-MHP faşist blokunun bu yaklaşımlarından daha önemlisi CHP gibi sahte sosyal demokrat bir partinin nesnel olarak faşist şeflik rejimi karşısında konumlanmış yığınların önüne koyduğu politikalardır. Zira, "Sokak değil, sandık" yaklaşımıyla faşist şeflik rejimine öfke duyan milyonların ayağına pranga bağlayan, bu yolla AKP-MHP faşist bloku yararına basınç regülatörü işlevi gören CHP'dir. Milyonları etkileme gücüne sahip bir burjuva muhalefet partisi olarak suyu bulandıran, hedef şaşırtan, kitle bilincini körelten, dolayısıyla en az faşist şeflik rejiminin iktidar bloku olarak AKP-MHP kadar teşhiri hak eden, yalıtılması gereken özne de CHP'dir. Son baş örtüsü hamlesi bunu bir kez daha doğruluyor. CHP, attığı bu adımla faşist şeflik rejimine politik hareket sahası ve manevra imkanı kazandırdı. Böylece işçi sınıfı ve ezilenlerin acil sorun ve ihtiyaçları yerine baş örtüsü gibi AKP-MHP blokunun elinde işlevsel olacak bir enstrümanı onlara vermiş oldu.

Milyonların işsizlik, enflasyon ve hayat pahalılığı karşısında büyük zorluklar yaşadığı, AKP-MHP iktidarının faşist terörü tırmandırdığı, Kürdistan'ın tüm parçalarında işgalci saldırıların kesintisiz sürdüğü, sansür yasasıyla haber alma hakkının tümden gasp edilmek istendiği, her gün kadına yönelik türlü erkek egemen şiddetin yaşandığı, on binlerce gencin üniversiteyi kazandığı halde barınma sorunu nedeniyle kayıt yaptıramadığı koşullarda, CHP, halkın bu gerçek sorunlarını değil, pratikte aşılmış, yapay bir gündeme tekabül eden "başörtüsüne yasal güvence" söylemini yükseltti. Üstelik İran'da on binlerce kadının din bezirganı mollalara karşı türbanlarını yakarak politik İslamcı rejime can feda meydan okuduğu konjonktürde geldi bu adım.

Bir burjuva parti olan CHP'nin nesnel olarak egemen ideolojiyi güçlendiren adımlar atmasında şaşılacak bir yan yok. CHP devletin geleneksel reflekslerine sahip bir parti olarak son tahlilde halkın çıkarlarına değil, devletin varlığına ve burjuvazinin çıkarlarına adamıştır kendisini. Milyonlarca emekçinin açlık ve işsizlik gibi gerçek sorunlarına çözüm bulma derdi yoktur. Şovenist bir parti olarak devlet eliyle yapılan Kürt soykırımına da karşı değildir. Ya da milyonlarca Alevi yurttaşın asimilasyona karşı inanç özgürlüğü talebini de anlamlı bir mücadele konusu yapma niyetinden yoksundur. 

Ne var ki, duymak istemeyenden daha sağır, görmek istemeyenden daha kör biri yoktur. CHP'nin son bir hafta içinde ortaya koyduğu bu politik hat, yaklaşan seçimlerde her durumda yalnızca "Erdoğan gitsin de..." pozisyonuyla kendini sınırlayan ve burjuva muhalefete yedeklenmeye teşne reformist, yasalcı, parlamentarist emekçi solun önemli bir kısmı için tam da bu durumu anlatıyor. Belli ki CHP lideri Kılıçdaroğlu'nun "başörtüsüne yasal güvence" adımı, atını CHP arabasına bağlayan emekçi solun bu bölükleri için tam bir hayal kırıklığı oldu. Hayat işte! Gerçeği sere serpe göstermeye devam ediyor. Tabi görebilene, görmek isteyene! 

Din, toplum için bir yanılsama ve yabancılaşma biçimidir. CHP, burjuva düzen partisi olarak son tahlilde egemen ideolojinin ve siyasetin üretimine hizmet etmekte, bu temelde dinin siyasal yönetim için araçsallaştırılması hattından yürüyerek politik İslamcı faşist şeflik rejimi lehine bu yabancılaştırmayı derinleştirmekte, emekçileri yanılsamadan gerçeğe çekecek politikaları ise perdelemektedir. Din-insan veya din-toplum ilişkisinde tersine çevrilerek alt üst edilmiş bilince denk gelen ve aynı biçimde baş aşağı duran bir politik önermedir bu. Bu politik çıkışın ne mütedeyyin kesime, ne kadınlara ne de milyonlarca yoksula bir getirisi yoktur. 

Burjuva sınıf egemenliği ve faşist şeflik rejiminin hüküm sürdüğü koşullarda din ve vicdan hürriyeti, politik özgürlük sorunudur. Çok uluslu ve çok inançlı bir coğrafya olan Türkiye ve Kürdistan'da ister ulusal kimlik ve dil sorunu olsun, ister inanç özgürlüğü olsun, isterse de işçi sınıfının söz, eylem ve örgütlenme hakkının kazanılması olsun, tüm bu temel demokratik talepler, yalnızca politik özgürlüğün kazanılmasına bağlıdır. Politik özgürlük ise ancak ve ancak faşist şeflik rejiminin ve burjuva egemenliğinin yıkılması, diğer bir anlatımla antiemperyalist, antifaşist, cins özgürlükçü demokratik devrimle kazanılabilir. Ne CHP, ne AKP ne de bunların türevi olan herhangi bir burjuva düzen partisi, milyonların demokratik hak ve özgürlüklerini sağlayamaz. 

Devrimci politikanın pratik uygulanışı bu görüş açısından ele alınmalıdır. Milyonlarca Alevi'yi "devletin Alevisi" yapmaya çalışan faşist şeflik rejiminin dümenindeki AKP-MHP'ye olduğu kadar milyonları dikey temelde bölen, egemen ideolojinin üretimine hizmet eden ve yoksulların gerçek talep ve ihtiyaçlarını örterek rejimin ömrünü uzatan CHP de devrimci ajitasyon-propagandanın hedefi olmalıdır. 

Hangi inanç ve kimlikten olurlarsa olsunlar, işçiler ve ezilen toplumsal kesimler zengin-yoksul, faşist-antifaşist, şoven-antişoven temelde saflaştırılmalıdır. Siyasal ajitasyon, propaganda ve örgütlenme çalışmalarına yoğunlaşılmalı, işçi ve emekçilerin kendi talepleri etrafında örgütlenmesi başarılmalıdır. Ancak bu yoldan burjuva düzen partilerin kitleleri edilgenleştiren, yığınları alıklaştıran politikalarının etkisi kırılabilir ve kitleler kendi talepleri uğruna mücadeleye seferber edilebilir. Ve yine ancak bu temelde yığınların sandık yoluyla egemen burjuva güçlerden herhangi biri tarafından yönetilmesine mahkum edilmesi anlayışı aşılabilir. 

Seçim süreci yaklaştıkça halklarımız üzerindeki faşist şeflik rejiminin terörcü politikaları kadar burjuva demagojik vaatler de artacaktır. Öte yandan iktidar perspektifinden yoksun, hayallerini Erdoğan'ın gitmesi ve burjuva parlamentarist anlayışla sınırlayan yasalcı, reformist solun da çizgisi belirginleşecektir. Faşist şeflik rejimine karşı birleşik antifaşist mücadelenin büyütülmesi, buna bağlı olarak devrimci önderlik boşluğunun doldurulması görevi de başta komünistler olmak üzere, tutarlı devrimci-demokratik güçlerin önündeki yakıcı görev olarak durmaya devam etmektedir. Her ulustan ve mezhepten Türkiye ve Kürdistan işçi sınıfı ve ezilenlerin kaderi ise bu görevin başarılmasına bağlıdır.

*İşçi Sınıfı ve Ezilenlerin Sesi ATILIM gazetesinin 14 Ekim tarihli 84. sayı başyazısı.