KADIN
Bir düşün peşinde: Ulrike Meinhof
Ulrike Meinhof... Ünlü bir gazeteci ve iki çocuğuyla birlikte rahat bir yaşama sahipken, bütün bunları geride bıraktı, profesyonel devrimciliğin ve illegal yaşamının en ağır koşullarını tercih etti. Nedeni ise yüreğini ve bilincini aydınlatan özgürlük düşüydü.
Kadınlar, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için bir kez daha özgürlük düşlerinin peşine takılıp sokaklara akmaya hazırlanırken, Ulrike'yi hatırlamak ve hatırlatmak önemli. Çünkü o, özgürlük düşünün peşine düşen bir kadının sınırsızlığını gösterdi.
NAZİZMİN İKTİDAR OLDUĞU KOŞULLARDA DOĞDU
Ulrike, 1934 yılında Nazizmin ülkede iktidar olduğu bir siyasi ortama doğdu ve Yahudilere karşı yapılan soykırımın izleri belleğinde küçük yaşta yer etti. Ulrike'nin çocukluk yaşamında belirleyici olan kişi, bulunduğu kentteki okula eğitim için gelen Renata Riemeck'ti. Ulrike'nin üniversite eğitimi için girdiği Philipp Üniversitesi'nin öğrencilerinin büyük bölümü memur çocuğuydu. Sadece küçük bir bölümü işçi ailelerinden gelen öğrencilerdi. Öğrencilerin geneli politikadan uzak duruyordu. Ulrike ise manevi annesi Renate Riemeck gibi Almanya'nın Nazi felaketinden sonra yeni bir felakete yuvarlanmakta olduğunu düşünüyordu.
ABD'NİN VİETNAM İŞGALİ POLİTİKLEŞTİRDİ
Ulrike, öğrenci dergisi olarak çıkan ancak daha sonra yayın politikası ve içeriğini de değiştirerek çok geniş bir okur kitlesine ulaşan Kontret dergisinde resmen gazeteciliğe başladı. Demokratik Alman Cumhuriyeti tarafından mali olarak desteklenen derginin, 1961 tarihinde sorumlu başyazarlığına Ulrike Meinhof getirildi.
ABD'nin Vietnam işgali, Alman gençliğini de radikalleştirirken, Ulrike de bu gelişmeleri takip ediyor, köşesinde yazıyordu. Fiili olarak öğrencilerin eylemlerinin yanında yer alıyordu. Bu dönemlerde, RAF'ın diğer kurucuları olan Andreas Baader ve Gudrun Ensslin gibi isimlerle de tanıştı.
YAPTIKLARININ YETMEDİĞİNİN FARKINA VARIYORDU
1968 yılının Haziran ayında Olağanüstü Hal Yasaları devreye girdiğinde Ulrike Meinhof, yaptıklarının yetmediğinin biraz daha farkına varıyordu. Çalıştığı gazetenin karşı devrimci düşüncelere hizmet etmeye başladığını düşünen Ulrike, gazeteyle ilişkisini keserken, daha fazla politikanın günlük ihtiyaçlarıyla ilgilenir olmuştu. Andreas Baader ile Gudrun Ensslin'in tutuklanması üzerine yaptıkları tutukluları kaçırma planı, onun hayatının da dönüm noktası oldu. Baader'in bir kitap çalışması içinde olduğu gerekçesiyle götürüldüğü Alman Merkez Enstitüsü binasında gerçekleşen kaçırma eylemine katılanların hepsi de kadındı.
İLLEGAL YAŞAMA ADIM
Daha önce sık sık giderek çalışmalar yaptığı kütüphanedeki eylem sırasında Ulrike'nin, olay yerinde her şeyden habersizce şaşkın kalması planlanmış ancak o eylem sırasında bu planı uygulamayarak, camdan atlamış ve illegal yaşama adım atmıştı.
FİLİSTİN KAMPLARINDA EĞİTİM
Alman polisi tarafından çok sıkı bir biçimde aranan Ulrike ve RAF kurucuları, bir süre El Fetih'in eğitim kamplarında kaldı. Daha sonra Almanya'ya dönen grup, illegal yaşam için para gerekli olduğunu düşünerek, 29 Eylül 1970 tarihinde Berlin'de aynı anda 3 bankayı soydu. Soygundan kısa bir süre sonra bazı RAF üyeleri tutuklandı. Ulrike ise sürekli yoldaydı. Yeni evler arıyor, silah bağlantılarını sağlıyor, bir barınaktan diğerine koşuyordu. Ulrike bu süre içerisinde örgütün teorik altyapısını da kurma çabasındaydı.
TUTSAKLIK GÜNLERİ
Ulrike, 1972 yılında tutuklanarak tecrit hücresine kapatıldı. Tecrit hücresini, "Beyninizin infilak edeceğini, kafatasınızın parçalanacağını, patlayacağını, omuriliğinizin beyninize sokulduğunu hissedersiniz" diye anlatıyordu. Ulrike'nin bu anlatımları, Alman cezaevlerindeki tecrit sistemini gözler önüne sererken, RAF üyelerinin tutsaklık koşullarına karşı çıkılmasının da yolunu açmıştı.
HÜCRESİNDE ASILI HALDE BULUNDU
21 Mayıs 1975 tarihinde başlayan dava, cezaevinin içinde görüldü. Dava devam ederken, 1976 yılının 9 Mayıs günü Ulrike Meinhof, hücresinde asılı halde bulundu. İntihar ettiği öne sürüldü. Bu iddia birçok insana inandırıcı gelmedi. Uluslararası İnceleme Komisyonu da Meinhof'un intihar ettiğini kanıtlayacak kesin delil bulunamadığını, buna karşılık bir sürü kanıtın asılmadan önce ölmüş olduğuna işaret ettiği sonucuna vardı.
Yargılama sonunda RAF kurucuları Andreas Baader, Gudrun Ensslin ve Jan-Carl Raspe, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı.
3 RAF ÜYESİ DAHA ÖLDÜRÜLDÜ
Filistinli gerilla grubunun bir uçağı kaçırarak, RAF'lıların serbest bırakılmasını istemesinin ardından üç RAF üyesi hücrelerinde ölü bulundu. Baader ve Raspe başlarına sıkılan kurşunla öldürülmüştü, Ensslin ise radyo kablosundan yapılan bir ilmekle hücre penceresinin parmaklığına asılmıştı. Yapılan resmi açıklamalara göre, Filistinli gerillaların eyleminin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine, RAF tutukluları, toplu intihar kararı almıştı. Ancak yüksek güvenlikli cezaevine tabancaların nasıl sokulduğu hiçbir zaman açıklanamadı.
'TARİHİMİZİN YANINDAYIZ'
Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu (RAF), 1998 yılında kendini feshettiğinde şöyle diyordu: "Tarihimizin yanındayız. RAF, kapitalist ilişkileri yıkmaya katkı sağlamak için bu toplumun eğilimine karşı duran küçük bir azınlığın girişimiydi. Bu projenin sonlanması, bu yolu izleyerek başarılı olamadığımızı gösteriyor. Fakat bu, başkaldırının gerekli ve meşru olmadığını göstermez. RAF, dünyanın her tarafında egemenliğe karşı ve kurtuluş için savaşanların yanında durma kararımızdı. Bizim açımızdan bu karar doğruydu."