23 Kasım 2024 Cumartesi

Bahadır: Dünya bölgesel savaşlarla yeniden paylaşılıyor

Özgür Rojava programının konuğu SYPG temsilcilerinden Haydar Bahadır, emperyalist ve gerici bölge devletlerinin dünyanın yeniden paylaşılması sürecinden pay almak istediklerini söyledi. Bahadır, ezilenlere sömürgeci devletlere karşı direnme çağrısında bulundu, "Daha güçlü bir direniş cephesi örgütlemeliyiz" dedi.

Halkların Birlik ve Dayanışma Kurumu (SYPG) temsilcilerinden Haydar Bahadır, Özgür TV'de yayınlanan Özgür Rojava programının konuğu oldu. Bahadır, siyonist İsrail devletinin Filistin'e yönelik soykırım saldırıları ve karşısında süren direnişi, Türk devleti ve işbirlikçisi KDP'nin Güney Kürdistan'a dönük işgal planları, Irak devletinin parti kapatma kararı, Kerkük ve Diyala'da gerçekleşen valilik seçimleri ve bölgeye yansımaları ile Rojava Devrim topraklarındaki son süreci değerlendirdi.

Dünya genelinde yeniden paylaşım sürecine girildiğine dikkat çeken Bahadır, emperyalist ve gerici bölge devletleri arasında süren savaşın bunun bir sonucu olduğunu vurguladı. Türk devletinin de bölgesel bir güç olmak için her türlü kirli ittifakı yaptığını kaydeden Bahadır, ezilenlerin direniş cephesini güçlendirmesi gerektiğini belirtti.

SYPG temsilcilerinden Haydar Bahadır'ın yanıtları şöyle:

İsrail'in Hamas ve Hizbullah'a yönelik suikastlarıyla bölgesel savaş olgusu güçleniyor. Gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Savaşın tarafları bakımından düşünüldüğünde süreç nereye ilerler?
Suikasta dahil olmak üzere ayrıntıya girmeden önce şu belirlemeyi yaparak başlarsak sanki diğer bağlantıları daha doğru kurabiliriz. Her şeyden önce şu anda yaşanan, emperyalist devletler ve onların tekelleri tarafından dünyanın yeniden paylaşım sürecidir. Ortadoğu'da, Afrika'da, Güney Asya'da, Uzak Doğu'da, Çin'de, Kafkasya'da, Balkanlar'da, Amerika kıtasında; dünyanın her tarafında belirli temel gruplar halinde öbeklenmiş, şekillenmiş, stratejilerini oluşturmuş emperyalist bloklar var ve yaşanan çelişkiler artık sorunları çözmeye yetmiyor. Doğal olarak bu bloklaşma etrafında dünyayı yeniden paylaşma süreci içindeler. Ortadoğu'da yaşanan gelişmeleri de bunun bir uzantısı olarak görmek lazım. Kuşkusuz buradaki iktidarlar, devletler kendi çıkarları, bölge egemenlikleri için politika üretiyor. Bu çelişkilerden kendi lehlerine yararlanıyorlar. Bölge devletleri bakımından emperyalistlerin çıkarlarını kendi iç iktidar mücadelelerine yedeklemeye çalışıyorlar. Bunlar da bu dönemin temel olguları.

Ukrayna savaşına da İran-İsrail çelişkisine de İsrail-Hizbullah-Lübnan çelişkisine ve çatışmalarına baktığımızda da bunu görüyoruz. Bu çelişkilerin en sert, en kanlı yaşandığı ve yaşanacağı bölgelerin başında Ortadoğu geliyor. İsrail ile İran, Hizbullah ile İsrail ya da Hamas, direniş cephesi ekseniyle İsrail arasındaki gerilimlere ve savaşlara, çatışmalara baktığımızda bunun belirli uzantılarının politik duruma ya da savaşa yön verdiğini rahatlıkla görebiliriz. Ortadoğu'da emperyalist tekellerin özellikle ABD, NATO ve Avrupa merkezli emperyalist devletlerin çıkarlarını en fazla tehdit eden, pazar alanlarını daraltan, tekelci sermayenin serbestçe dolaşmasının, sınırsızca sömürü ve yağma yapmasının önündeki temel direnç noktalarından biri İran. İsrail ile İran'ın karşılıklı dinsel, mezhepsel, tarihsel çelişkileri var, bunlar kullanılıyor. Ama özünde bölge savaşı; ekonomik, siyasi hegemonya ve bölgesel güç olma rekabeti, ABD emperyalizmi bakımından da bölgede sömürge alanlarını yeniden paylaşma ve önündeki engelleri bertaraf etme politikasının uzantısı olarak karşımızda duruyor. İran da benzer bir şekilde Şia ideolojisiyle ekonomik ve siyasi olarak bölgenin temel gücü olmaya çalışıyor. Bir tarafta Rusya ve Çin var. Bunlara etki ediyorlar, destekliyorlar, blok oluşturmaya çalışıyorlar. Bunların çelişkileri ortaya çıkıyor. Hem tekelci kapitalistlerle, emperyalistlerle hem de bölge devletleriyle hegemonya ve yeni paylaşım savaşlarından kaynaklı çelişkiler var.

ABD, İSRAİL'E MİLYAR DOLARLIK SİLAH SATIŞINI ONAYLADI
Bölgede güç ve irade olmak, hegemonya kurmak isteyen devletler bakımından düşünecek olursak İran, Mısır, İsrail, Suudi Arabistan, Türkiye var. Bunlar da doğal olarak bu eksenin parçası olmak, hegemonya, paylaşım, pazar ve sömürü alanlarını genişletmek istiyorlar. İsrail'in Filistin'e dönük katliam saldırılarında 40 bin kişi yaşamını yitirdi, yüz binlerce yaralı var. Bir buçuk milyon insan yerinden edildi. Bu kadar açık, soykırıma dayalı bir gerçek. Merkezde ise emperyalistlerin paylaşım savaşı duruyor. Onlar için insanların ölümü rakamlardan ibaret. Onun dışında bir anlam ifade etmiyor. ABD yakın zamanda İsrail'e milyar dolarlık silah satışını onayladı. Hangi barıştan, ateşkes girişimlerinden, arabulucu olma vb. durumdan bahsediyoruz? Gerçek olan bu değil. Gerçek olan bütün emperyalist güçler, Rusya, Çin, İran, Avrupa ve ABD öncülüğünde NATO, Ortadoğu'yu dolaylı ve kendi kuvvetleriyle bir paylaşım savaşına götürüyor. Bu kaçınılmaz. Çelişkiler sertleşiyor. Önümüzdeki süreçte bunun daha çelişkili, sert ve karşılıklı saldırgan bir yöne evrileceği gözüküyor.

GÜVENLİK PROTOKOLÜ İŞGALİN ONAYI ANLAMINA GELİYOR

Sömürgeci Türk devletinin KDP ile işbirliği halinde işgal savaşını sürdürmesi, Irak hükümetinin Kürt partilerini kapatması, Türkiye ve Irak hükümetleri arasındaki güvenlik zirvesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sömürgeci faşist Türk devleti bölgede en temel güç olmak isteyen odaklardan birisi. Bunun önündeki temel engel olarak da Kürt yurtsever hareketi görüyor. Çeşitli ittifaklarını oluşturmuş. Görünürde Filistin'e o kadar laf söylemesine rağmen ekonomik, siyasi çıkarlarından dolayı İsrail'e en büyük ticareti yapıyor. Irak'la yürüttüğü Kuşak Yol projesi, diğer projeler, ekonomik ticaret. Bölge anlamında askeri silah sanayisine önem veriyor. Bölgede ekonomik, siyasi bir egemenlik ve hegemonya kurmak, güç olmak istiyor. Bunun tarihsel ve ideolojik dayanak noktalarını da oluşturmuş. İşçileri, emekçileri maniple ediyor. Misak-ı Milli dediğimiz sınırlar çerçevesinde Güney Kürdistan'ın tam olarak işgal ve ilhak edilmesi planı var. Aynı zamanda Rojava- Kuzey ve Doğu Suriye'nin de o Misak-ı Milli sınırları içinde işgal ve ilhak edilmesi planı bu stratejisine bağlı.

Sömürgeci Türk devleti bütün planlarını, geliştirdiği ilişki ve ittifaklarını bu strateji üzerine kurmuş durumda. Yakın dönemde Irak'la benzer anlaşmalar yaptı, ittifaklar kurdular. Kürt partilerini tam bir hukuksuzluk için herhangi bir bildirimde bulunmadan kapattılar. Karşılığında Irak kendisini toparlamak ve bölgesel güç olmak istiyor. Türkiye'nin bu anlamıyla Irak'a yönelik şantajı var. Ona en büyük kolaylığı sağlayacak, Güney ve Kuzey Kürdistan'ı parçalayacak, hegemonyasını güçlendirecek bir Kuşak Yol Projesi var. Irak üzerinde enerji, ticaret, ulaşım, sağlık ve ham maddeyi kullanarak büyük bir baskı oluşturdu. Faşist şef nisanda Irak'a gitmişti, orada görüştüler. İçişleri Bakanı, Genelkurmay Başkanı, Barzani ile Irak'la görüştü. Birkaç yıldır neredeyse burada yatıp kalkıyorlar. Bu kadar içli dışlı olma durumu var. En son güvenlik protokolü imzaladılar. O protokolden bir hafta önce Barzani Bağdat'a gitti. Orada rejimi Türk devleti adına ikna etti. Onun bir elemanı olarak çalışıyor artık, öyle görmek lazım ve yine bahanelerle yurtsever hareketin üç partisini ki bunlardan birisi de Êzidî'dir, yasakladı. Bunların hangi ulusa, Irak'ın hangi çıkarına zararı var? Tabii mesele bu değil. Bölgede devletler arasında anlaşma sağlanmış. Bu, Irak'ın da Türk devletinin de diğer bölge devletlerinin de işine geliyor. Çünkü bu ekonomik, askeri işbirliği Ortadoğu'nun yeniden paylaşılması döneminde önemli avantajlar sağlayacak.

Bölge devletleri, emperyalist devletler kendi çıkarları doğrultusunda Kürt ulusal mücadelesini, onların en temel demokratik ulusal haklarını görmezden geldi. Bölge devletleri kendi çıkarları doğrultusunda Kürdistan'ı dört parçaya bölüp süreci tamamladı. Ortadoğu'yu yeniden paylaştılar, şimdi de benzer bir durumdayız. Sınırlar yeniden çizilebilir, değişebilir. Bu devletler arasında halk ve ezilenler düşmanı, emekçilere karşı yeni politikalar, taktikler, ittifaklar gelişebilir, gelişiyor. Bu kaçınılmaz. Kürdistan'ın parçalanması, sömürgeleştirilmesiyle de bu süreç garanti altına alınmış oldu.

Irak'la imzaladıkları güvenlik protokolü, Güney Kürdistan'ın Türk devleti tarafından işgalinin onaylanması anlamına geliyor. Başika kampını resmileştirdiler. PKK'nin yasaklı örgütler listesine alınmasını terör örgütü listesi alınmasıyla tamamlamak istiyorlar. Diğer kurumları, dernekleri yani daha geniş yelpazeyi kapsayacak şekilde yasaklar gelecek. YNK daha yurtsever, devrimci, ulusal, halktan yana bir tutum aldı. Onlara yönelik de bu yurtsever ulusalcı ittifakın dağıtılması için politika yürütüyorlar. Bunların hepsini görüyoruz. Burada KDP-Barzani ailesi, onların bu oligarşisi çok temel bir yerde duruyor. Her şeyiyle Kürdistan'ın işgal edilmesi ve Türk devletine peşkeş çekilmesi noktasında üzerine düşeni yapıyor. Türk devleti Irak devletini de yedeğine alarak uluslararası kamuoyunda işgali meşrulaştırmış. 

KÜRTLERİN KAZANIMLARINI BEKA SORUNU OLARAK GÖRÜYORLAR

Bıraktığın yerden Güney Kürdistan'daki siyasi gelişmelerle devam edelim. Geçtiğimiz yıl Irak'ta seçimler yapılmış, Kerkük ve Diyala'da yönetim belirlenememişti. Yakın zamanda da Kerkük'teki belirsizlik vali ve meclis başkanı seçimiyle sona erdi. Kerkük seçimlerinin önemi nedir? Sömürgeci Türk devletinin buradaki rolünü nasıl değerlendirmek gerekir?
Türk devletinin bütün kuşatma, ilhak ve işgal girişimlerine rağmen orada hala yurtsever bir damar, direniş odağı var. Bir taraftan da gerilla kuvvetleri var. Bunlar Türk devletinin bölgesel çıkarları bakımından çok önemli bir yerde duruyor. Sömürgeci Türk devleti Kürt ulusunun sadece Kürdistan'da da değil, dünyanın neresinde olursa olsun kazanımlarını, varlığını ortadan kaldırmayı stratejik bir plan olarak ortaya koymuş. Çünkü Kürt halkının kazanımlarını kendi beka sorunu olarak görüyor. Ama Rojava Devrimi var. Arap halklarıyla, daha da gelişen bir ittifak var. Kürt ulusu bakımından stratejik olarak çok önemli olan ve değerli bir yerde duran bir kazanım. Güney Kürdistan'da önemli bir kazanım var. Ama KDP, işbirlikçi tutumuyla Kürdistan topraklarını emperyalist devletlere hatta Irak ve Türk devletine peşkeş çekiyor. Kürt halkının kazanımları, yüzyıllık mücadelesi çöpe atılmak isteniyor. Bütün bunlara rağmen Türk devleti hala istediğini ele geçiremiyor. Çünkü önemli bir direniş var. Dağları bombalıyor, '90larda Bakur'da yaptığı gibi köyleri boşaltıyor, bombalıyor, binlerce sivili yerinden ediyor, yüzlercesini katlediyor. Doğayı, coğrafyayı, ormanları yakıyor, talan ediyor. Bakur'da, Rojava'da her gün ne yaptığını dünya alem biliyor. Kürt halkının kazanımlarını ortadan kaldırmak için böyle bir düşmanlık güdüyor. Ama askeri yöntemler buna yetmiyor, çünkü Kürt ulusal hareketi örgütsel olarak, bilinç, yaşam, kültür olarak bir düzeye gelmiş durumda.

DAHA GÜÇLÜ BİR DİRENİŞ CEPHESİ ÖRGÜTLEMELİYİZ
Kürt halkı; ulusal bilinç, örgütlülük ve kazanım elde etmiş durumda. Güney'de işbirlikçi, ihanetçi KDP bunu bozmaya çalışıyor. Bu tarihsel kazanımı, emperyalistlere, Türk devletine peşkeş çekmesine rağmen orada hala çok güçlü bir direniş var. Bu en temel Kürt şehirlerinden birisi olan Kerkük'te vali seçimlerinde ortaya çıktı. Bir seneden daha fazla zamandır valinin seçilmesi engelleniyor. Biliyor ki yurtsever bir vali seçilecek. Türk devleti, politikalarına karşı yeni bir cephe açılmaması için her türlü şeyi yaptı. Orada gerici Arapları örgütledi. MİT'in şubesi gibi çalışan Türkmen cephesi diye bir grup var, bunları devreye soktu. Şunu ifade etmek lazım; YNK çok tutarlı, yurtsever bir tavır aldı. Sadece Kürtleri değil, Arap halklarını da yanına çekerek ittifak kuvvetleri olarak birleştirdi ve yurtsever bir durum ortaya çıkardı. Valilik bu anlamıyla gerçekten bir kazanım oldu. Önümüzdeki süreçte sömürgeci Türk devleti valinin inisiyatifini kırmak için çalışmaya devam edecektir. Saldırıları devam edecektir. Güney'de KDP kaç senedir seçimleri yaptırmıyor. Bir taraftan böyle bir ikiyüzlülük de var. Türk devleti ve bölge devletleri önümüzdeki süreçte Güney'de devrimci yurtsever dinamikler üzerinde daha şiddetli askeri bir politika izleyecektir. 

Buradaki direniş cephesini de görmek lazım. Kerkük seçimleri bunu gösterdi. Kürdistan'ın dört parçasında direniş cephesinin birlikteliğini ve ulusal birliği daha da geliştirmek için; ilhakın ve işgalin bir parçası olan KDP'nin ihanetçi rolünü teşhir etmek önümüzdeki sürecin görevlerinden biridir.

MİT, İRAN, IRAK, ARAP AŞİRETLERİNİ, Şİİ VE ŞİA GRUPLARINI BİZE KARŞI SAVAŞTIRIYOR 

Rojava söz konusu olduğunda işgal saldırıları devam ediyor. Bununla birlikte geçtiğimiz günlerde Dêrazor'da da Dîfa El Wetanî çeteleriyle Şam hükümet güçlerinin ortak bir saldırısı gerçekleşti. Bu saldırılarla ne amaçlanıyor?
Sömürgeci faşist Türk devleti çıkarları neyi gerektiriyorsa, Kürdistan'ın her karış toprağında ona göre benzer taktikler yürütüyor. Doğal olarak savaşı aynı anda her cephede yürütüyor. İttifak kuvvetleri oluşturarak Kürtlere saldırıyor, kazanımlarını ellerinden almaya çalışıyor. Şimdi somut olarak Dêrazor'a bakacak olursak; hepimiz MİT'in Arap aşiretleriyle görüşmeler yaptığını, Şam'ın görüşmeler yaptığını, İran'ın Şii grupları ve Irak'ın bazı Şia gruplarını devrimci dinamikleri ezmek için örgütlediğini ve bize karşı savaştırdığını biliyoruz. Orada yapılanın da, bir askeri konsept kapsamında ele geçirilmesi olduğunu biliyoruz.

Şimdi o coğrafyanın ekonomik olarak çok büyük bir değeri var. Biliyorsunuz, petrol, su ve tarım havzaları var. Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi, burayı önemli bir kaynak yarattığı için halklar adına kullanıyor. Bunu elinden alma mücadelesi yürütüyorlar. Burada bir ekonomik yön var, ama ikincisi de siyasal olarak Rojava devrimini parçalamaya yönelik stratejidir.

ROJAVA DEVRİMİ BÖLGE HALKLARINI BİRLEŞTİRDİ
Türk burjuva basınına da baktığımızda en temel argüman "Arap aşiretleri ayaklandı" oluyor. Yığınla haber görüyoruz. Rojava devriminin elde ettiği çok önemli tarihsel bir başarı var. Kürt ve Arap halkları başta olmak üzere bölge halklarını birleştirdi. Bütün halkların kültürlerini, inançlarını, dillerini özgürce ve kurumsal düzeyde yaşatabilecekleri bir ortam yarattı. Bu çok büyük bir kazanım. Bu stratejik kazanım, faşist sömürgeci Türk devletinin kabusu. Çünkü burada ortaya çıkacak başarı onun için beka sorunu.

Diğer bölge güçlerinin de Rojava Devrimini geriletme gibi bir pozisyonu var. Suriye'nin toprağı olduğu iddiasıyla Dêrazor'u istiyorlar. Sormak lazım, "DAİŞ geldiğinde niye bir mermi dahi atmadan kaçıp gittiniz, boşalttınız?" Şimdi de burası bizim toprağımız diyorlar. Sizin toprağınızsa sahip çıksaydınız, savaşsaydınız, bedel verseydiniz. Ona gelince yok. QSD, YPG, YPJ bu toprakları sizden mi aldı? Büyük bedeller ödeyerek, büyük kahramanlıklarla DAİŞ'ten aldı. Bu artık Rojava halklarının bir kazanımı.

Başta sömürgeci Türk devleti olmak üzere Şam, İran, Rusya, ABD; hepsi Rojava Devrimini zayıflatmak, iradesini kırmak istiyor. ABD ve Rusya'nın aşiret toplantıları yaptığını biliyoruz. KDP yönetimine benzer bir Rojava ortaya çıkarmak istiyorlar. Önümüzdeki süreçte de bu hamleler devam edecektir. Rojava Devrimine, sadece Dêrazor hattından değil, her taraftan zaten günlük saldırı oluyor. Güney'de YNK'ye yönelik, yani bu yurtsever ittifakın etrafında kümelenen herkes bundan sonra emperyalistlerin, sömürgeci devletlerin hedefi olacaktır.

Bizim de yapacağımız buna karşı daha güçlü devrimci, sosyalist yurtsever bir bilinç oluşturmak. Sosyalist Kürdistan inşasını gerçekleştirmek için mücadele etmek. Çünkü tek çıkar yol budur.

ARAP VE KÜRT GENÇLERİ ŞEHİTLİKTE YAN YANA YATIYOR

Halklar bu süreçte nasıl tutum aldı, üzerilerine düşen görevler ne?
Yakın dönemde 10'a yakın aşiret açıklamalarda bulundu. Kamuoyunu ikna etmek için falan değil. Gerçekten bu aşiretlerin önemli bir kısmı Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi'ne gönülden bağlılar. Asuriler, Süryaniler devrimin yanında ve savaşıyorlar da.

İran'ın, Suriye'nin ve ABD'nin de özerk yönetime saldırttığı çeteler var. DAİŞ yöntemleriyle sivilleri katlediyorlar. Bunlara karşı kim savaşıyor? Halkların da tercihi açığa çıkmış durumda. Buradaki halklara yönelik kirli bir politika yürütüyorlar. Çünkü onların Ortadoğu'daki bölgesel planlarının önündeki en büyük engel durumunda. Ama bu tutmayacaktır. Çünkü gerçekten maya önemli bir derinlik kazandı. Kol kola girildi. Birlikte savaşıyorlar. Şehitliğe gidip bakılırsa, orada Arap ve Kürt gençleri yan yana yatıyor. Böyle bir tarihsel gerçek var.

Son olarak ne söylemek istersin?
10 Eylül'ün ön günlerindeyiz. Türkiye ve Kürdistan birleşik devriminin yaratılmasında önemli bir öncü misyon üstlenen, 10 Eylül'ü inşa eden, bugüne getiren, bunun için bedel ödeyen, can veren, ter döken bütün komünistleri saygıyla, minnetle anıyor ve selamlıyorum. Önümüzdeki mücadele yılında başarılar ve zaferler diliyorum.